13 Ekim 2007 Cumartesi

Yapı Sigortası ve Meslek Sorumluluğu Sigortası

Yapı Sigortası ve Meslek Sorumluluğu Sigortası Bağlamında
Meslek Kurumu’nda Kamusal Sorumluluk ve Sendikal İşlev

– (b versiyonu)

Raşit Gökçeli, Y. Bölge Plancısı, mimar
Ocak 1996



1 - Mimarlık Hizmeti ve Getirisi Sabit Olmayıp Karne Ekmeği Mantığı ile Bölüşülemez

Durağan toplumların temel özelliklerinden biri her tür kaynağın kıt oluşudur. Bu tür toplumlarda nüfus, işgücü, sermaye, mal, hizmet akımları, teknoloji ve üretim sabittir. Özellikle feodal toplum formasyonlarında rastlanan söz konusu özellikler, pratikte tüm toplumsal ve iktisadi faaliyetin çok sıkı tahditlere bağlı olması sonucunu getirir. Bu toplumlarda lonca mantığı, üretimin yasal çerçevesini tayin eder, üretim durağan bir toplumsal yapının kısıtlayıcı mantığı ve onun kuralları çerçevesinde cereyan eder.
Günümüzde bu mantığın toplumsal formasyondaki kalıntıları, özellikle gelişmekte olan ülkelerin bürokratik kurumlarında ve kırsal bölgelerinde veya daha beteri kırsal bölgelerden kopmuş olmakla birlikte zihniyet itibariyle değişememiş kafalarında bulunur.
İnşaat sektörü ve mimarlık mesleği bakımından bu zihniyetin karşılığı, mimarlık uygulamalarının ve bunların getirilerinin belirli bir zaman dilimi içerisinde SABİT OLDUĞU, dolayısıyla önceden tanımlanmış bir seviyeyi nicel ya da nitel olarak aşamayacağıdır.
Bu inanış ise sınırlı bir üretimin son derece rijid kurallara bağlı olarak tanzim edilmesi gereğini ortaya çıkartır. Bu kurallar devlet, devletin yetkilendirdiği bürokrasi ya da meslek / sektör örgütü tarafından yürütülür. Bu tarz düşüncenin egemen olduğu toplumda, devlet ya da onun yetkili kıldığı kurum, tanrısal ve veya devlet otoritesini devlet adına yürütür. Bu toplumda Otorite ve Teba vardır. Otoritenin yetkili kıldığı kurum bir yandan söz konusu kuralları uygular iken öte yandan “teba”nın rızkını da garanti altına alır. Yapı sektöründe hangi tür yapıların nerede ve hangi miktarda ve ne tür bir hizmet erbabı tarafından üretileceği, efsaflarının ne olacağı, kimlere tahsis edileceği ve değerleri ile üretilen hizmetin karşılığını, durağan toplumun koşulları çerçevesinde söz konusu kurum tayin eder. Nitekim günümüzde birçok toplumda seyahat ve yerleşme özgürlüğü olmaması, (sosyalist uygulamadaki merkezi planlama mantığı farklılıklar arzeder), böylesi toplumsal yapıların günümüzdeki kalıntılarındandır.
Otoritenin bu fonksiyonları uygulamakta yetkili kıldığı yapılar ise aslında sadece devletin bir kısım yetkilerini devrettiği birimler olup söz konusu yetkileri durağan toplum ve devlet adına “vekâleten” üreten birer mekanizmadır. Bu yapılarda modern anlamda, vatandaş statüsü ve onun uzantısı olan demokrasi mantığına rastlanmaz. Korporatiftirler. Otorite adına yürütülen bir “görev” söz konusu olduğu için otorite veya devlet bu tür yapılara “imtiyazlar” tanır. Bu imtiyazlar devletin nakti ve ayni tahsisleridir. Bu imtiyazların yanısıra önceden belirlenmiş çerçeve içerisinde meslek erbabının hangi kurallara uyacağı yetkisi de otorite adına “lonca” / “meslek örgütüne vekâleten bırakılır.
Modern dünyada ise durum farklıdır. Fransız devrimi ile başlayan üstyapı reformları, birinci endüstri devrimi ile başlayan kapitalist bütünleşme cereyanları dünyayı bugün DURAĞAN TOPLUM MANTIĞININ çok dışında değişik bir iktisadi ve sosyal anlayışa sürüklemiştir. Bu toplumsal değişim son derece iyi izlenip doğru yorumlanmaz ise meslek örgütlerinde de sağlıklı bir meslek politikası üretilemez.
13. asırdan itibaren kentlerin “franchise” elde etmeye başlaması ile hareketlenen ve 1. endüstri devrimi ile tepe noktasından geçen kapitalist sistem kendine ait yeni mekânları / kentleri yaratır iken elbette kendisinden önce gelen tarihi ve kültürel birikimi ihmal etmeyerek kullanmıştır. İşte yapı üretimi gibi hayli ihtisas gerektiren ve inkâr edilemeyecek ölçüde zenaat boyutu olan bir sektör organize edilirken doğal olarak bir önceki toplumun üstyapı kurumlarından yararlanılmıştır. Dolayısı ile modernleşen kapitalist kent bir yandan uç teknolojileri ve bu arada planlama tekniklerini kullanmış bir yandan feodal düzenin durağan topluma ait üstyapı kurumlarından yararlanmıştır. 19. asırın Avrupası’na ait özellikler taşıyan MİMARLIK VE MİMARLIK ERBABI ile ilgili yasalar bu yüzden melez (hybride) bir karakter taşımaktadır. Bu durum söz konusu yasaları batıdan ithal eden ülkemiz için de geçerlidir!
Durağan toplumdan modern kapitalist topluma geçiş temasını ağırlıklı olarak taşıyan Türkiye Cumhuriyeti tarihi söz konusu açıdan yorumlanır, toplumsal değişim faktörü ihmal edilmez, cumhuriyetin ilk dönemlerinde ortaya çıkan yapı sektörü ile ilgili sistem böylesi bir analizin büyütecine tabi tutulursa, yapı sektötü ile ilgili üstyapı kurumlarının da bugünkü modern Türkiye toplumuna ayak uyduramadığı gerçeği ortaya çıkar!
İlk cumhuriyet ve onun eleştirisini getiren sosyalist planlama anlayışlarının böylesi bir perspektif içerisinde yeni bir analiz ve senteze ihtiyaç duyduğu açıktır!(*)
* (Bkz. Raşit Gökçeli, Ütopyaya İkinci Apel, Nisan 1992)
Narh Zihniyeti Ölüme Mahkûmdur!
Durağan toplumdan Modern topluma geçişin en önemli sonucu üretilen mal ve hizmetler toplamının Karne ekmeği somunu misali sabit değil, nitelik ve niceliksel olarak büyümesidir. Bu büyüme ise yeri geldiğinde bazı koşullar sağlanırsa kalkınmayı ve giderek üstyapı değişiklerini beraberinde getirmektedir. Modern toplumda üretilen mal ve hizmetlerin sabit olmaması, nitelik ve nicelik olarak büyümesi ise durağan topluma ait temel bir mantığın sorgulanmasını beraberinde getirir.
Sabit Toplam Ödüllü Oyun Teorisi ve Mimarlık Hizmetleri ile Getirileri / TEZ 1
Oyun teorisinde yer alan “zero-sum” / “sıfır toplamlı” hal, elde edilecek ödülün sabit olduğu bir durumun simülasyonudur. Pişti gibi oyunlarda rastlanan bu halde, oyun sonunda elde edilen puan sayısı sabittir ve bir oyuncunun aldığı puan öteki oyuncunun puanını düşürür, birinci oyuncu 31 puan almış ise ikinci oyuncu 0 puan, birinci oyuncu 16 puan almış ise ikinci oyuncu ancak 15 puan alabilecektir. Dolayısıyla böylesi bir mantıkta oyuncu, kendi puanı kadar karşıdaki oyuncunun puanı ile de ilgili olup, yalnızca puanını arttırmayı değil, karşıdaki oyuncunun puanını da arttırmamayı erek edinir!
İşte durağan toplum mantığı bir çeşit “sabit toplam ödüllü” oyun teorisindeki mantık ile benzerlikler arzeder. Bu mantıkta kalkınma, gelişme, büyüme gibi kavramlar ikincil bir yer tutar. “Sabit pasta”nın nasıl dağılacağı temel tasadır. Kişisel performansın maksimizasyonu kadar hatta bunun ötesinde rakibin performansının minimize edilmesi bu halde önem taşımaktadır. Bu ise “sabit pasta”nın dağılımı için otoriteden “imtiyaz” almayı gerektirmektedir! ( TEZ 1 )
1992 Dönemi Mimarlar Odası Yönetimi Durağan Toplum Zihniyetini Temsil Etmektedir
Mimarlar Odasının Hükümet Dışı Örgüt, (NGO) olma geleneğinden kopup “devletten imtiyaz” ve “devlet bütçesinden nakti yardım” alan, devlet apareyine bağlı bir kurum olmasını savunan anlayış, böylesi bir modern toplum öncesi durağan toplum zihniyetinin yansımasıdır. 1992 yılında seçilen Oda Yönetim Kurulunun empoze etmeye çabaladığı “yasa taslakları” bu nedenle geçersiz ve prehistorik bir zaman tünelinden kaynaklanan öneriler olmuştur. Ve aynı nedenle MİMARLAR TOPLULUĞU içerisinde bir türlü “MEŞRUİYET” kazanamamıştır. Yine aynı nedenle mimarlar topluluğunun ve mesleğin itibar ve gücünü yükselteceği yerde, bir kısım mimarları tasfiye edip “pasta payını” maksimize etme gayretleri içine girmiş, ve bu nedenle “ETİK” açıdan da malul bir yönetim olmuştur. Nihayet, Oda tarihin en karanlık dönemini yaşatan 1992 Oda Yönetim Kurulu’nun icraatı, Türkiye’de Mimarların yaşadıkları en vahim “KİMLİK EROZYONUNA” sebebiyet vermiştir!
Kültür Boyutunu İhmal Etmeden, Geleneksel Meslek Birikimini Kullanarak, ve Fakat Aynı Zamanda DEĞİŞİM Boyutunu Iskalamadan Meslek ile Modern Toplumu Sistemin Kanalları içerisinde Yerli Yerine Oturtan Bir Sentez Yaklaşımına İhtiyaç Vardır.
Öte yandan birçok dış kaynak taranarak ve yine birçok meslektaşın çaba ve önerileri seferber edilerek hazırlanan çalışma, (Bkz. Raşit Gökçeli, “Mimarlık Meslek Yasası Önerisi Hakkında Görüş” içinde Umut İnan ile yapılan görüşmeye ait bölümler), mesleğin ve meslek örgütünün Türkiye’de ve dünyadaki krizine ilişkin önemli bazı saptamalar getirmiştir. Nihayi veya ara ürün olarak ortaya çıkan Yasa Tasarısı ise önemli eksiklikler ve sakıncalar taşımasına karşın, (Ayrıca Bkz. İstanbul Büyükkent Şubesi, Ege Mimarlık ve Mimarlık Dergilerinde birçok meslektaşın konu ile ilgili yazıları), mesleğin ve meslek örgütünün içinde bulunduğu krizin irdelenmesi için yararlı perspektifler sunmuştur. Yasa tasarısı birçok yönden eleştirilmiş olmakla birlikte, Meslek Odasının yapısı ile ilgili ortaya atılan temel bir önerme bugüne dek sağlıklı bir biçimde cevaplandırılmamıştır. Söz konusu önermede, ”Bir yandan meslek erbabının sorumluluklarını ve “halk”ın çıkarlarını savunan bir yapı ile salt meslek erbabının statü, hak ve yetkilerini betimleyen bir yapı aynı ve tek olabilir mi?” sorusu ve sorunsalı gündeme getirilmektedir.
Bu sorunun ve önermenin yanıtı, aslında Modern Toplumda “Meslek”, “Meslek Örgütü”, “Meslek Erbabı” kavramlarının ne biçimde toplum organizasyonu bünyesinde yer alıp birbirlerine eklemlenecekleri sorusunun da yanıtını beraberinde getirecektir.
Yanıtın, Narh zihniyeti içerisinde hapsolmuş bir “otorite ve devlet yanaşmalığı”nda yatmadığı açıktır. En geniş anlamda KÜLTÜR sorununu ve mimarlığın bu düzlemde ifade ettiği anlamı özümseyen, KÜLTÜR boyutu dolayısıyla GELENEKSEL bilgi ve MESLEK ÖRGÜTLENMESİ BİRİKİMİNİ kullanan ve fakat aynı zamanda DEĞİŞME boyutunu ıskalamayan, MESLEK ile MODERN TOPLUMU sistem içerisinde gerçek karşılıklı konumları içerisinde irdeleyen ve buna bağlı olarak meslek ve meslek erbabını modern toplumun organizasyon kanalları içerisinde yerli yerine oturtan bir sentez yaklaşımı sorunsalın kavranması için zaruridir.
2 - Mesleğin “Haritasını” Çıkarmak / TEZ 2
Mimarlık mesleği günümüzün kriz ortamında payına düşeni fazlasıyla almış bulunmaktadır. Gerek ikinci endüstri devrimi gerekse dünyayı tehdit eden ekolojik sorunlar, dünyanın en eski disiplinlerinden biri olan mimarlığın bugünkü klasik tanımı bağlamındaki varlığını tehdit etmektedir. Mimarlığın temel konusu olan “barınma işlevi” açıkça doğanın denetlenmesini içerdiğinden teknolojiktir. Teknoloji alanında yaşanan gelişmeler mimarlığın bugün yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.
“Eğitim kurumlarımızda öğretilen birçok konunun yakın bir gelecekte 150 $’lık programlarla halledileceği” (Bkz. Aydın Ufuk Yücel’in yazıları), bir ortamda mesleğin eski dünya haritasının bir yana bırakılarak, yeni dünya haritasının çizilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu durum, bir bakıma yeni bir paradigmanın oluşturulması gereği olarak da ifade edilebilir.
Mimarlık mesleği bakımından “Kopernik öncesi / sonrası” anlamına gelebilecek böylesi bir yeniden tanımlanma, mevcut krizin aşılması için ön koşul niteliğindedir.
Öte yandan Mimarlık ürünün kompozisyonundaki değişiklikler, “televirtuel” dünyanın eşiğine giriş, insan zamanının kullanımında gündeme gelen dönüşümler, mesleğe ait “meşruiyet, kimlik ve etik” sorunlarının yeni bir anlayış ile gündeme getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Mimarlık ürününün organik kompozisyonunun dengeleri, üretilen yapının değeri ile kullanım alanındaki eşya / aletlerin değerleri arasındaki oransal değişim nedeniyle baştan aşağı farklılaşmıştır. (Örneğin yapıda akıllı malzeme kullanılması dolayısıyla günümüzde yapının ögeleri arasındaki oranlar değişmekte, yine eskiden bir makrame ya da çiçek konulan bir alana, piyasa değeri milyarlara erişen aletler konabilmekte, insanın çalışma biçiminin süresinin ve mekânının dönüşmesi mimarlık ürününün organik kompozisyonunda eski duruma kıyasla ciddi farklılıklar yaratmaktadır.
Endüstri sonrası toplumla birlikte gelen bu değişim, yeni tür mekân kavramları, (Sibernetik mekân), “televirtuel” tekniklerle birlikte gündeme gelen yeni alfabe ve sentaks, modern toplum içerisinde disiplinlerin yeni baştan biribirleriyle çok daha girift biçimde eklemlenmeleri, mimarlık mesleğinin bir yeni dünya haritasının çizilmesini gerekli kılmaktadır.(TEZ 2)
3 - Yapı ve Meslek Sorumluluğu Sigortaları :
Mimarlık Mesleği, Mimarlar ve Meslek Örgütünün
Günümüz Modern Toplum Yapısı ile Bütünleşmesi için
Yaşamsal Önemde iki Enstrüman (TEZ 3 ve TEZ 4)
Mimarların özlük haklarını savunan ve fakat toplum ile olan temel akitlerini yani tüketiciye karşı sorumluluklarının esaslarını tayin eden bir yapı olası mıdır ? Birbirleriyle çelişkili gibi görünen böylesi farklı iki amacı bünyesinde birarada bulundurabilen bir mesleki yapılaşmayı tarif etmek mümkün müdür ?
Tartışmanın temel sorunsalı, mimarlığın günümüz endüstri sonrası ve kapitalist toplum düzeni içerisinde, hem mesleki açıdan yetkin ve toplum tarafından tanınan bir konuma ulaşması ve fakat aynı zamanda kültürel boyutunu muhafaza ederek en geniş anlamda insanlığın yarattığı değerleri savunan bir konumu elden bırakmayarak, toplum içerisindeki eleştirel gücünü kaybetmemesidir.
Burada ilk adımda Mimarlığın, mimarın ve meslek örgütünün mevcut düzen içerisindeki işlevsel yerini nasıl alabileceği ve bu yer alış dolayısıyla hem disiplin adamlarının iş organizasyonundaki yerlerinin nasıl tanımlanacağı hem de mesleğin sektörel anlamda mevcut toplumsal ekonomik organizasyonla nasıl eklemleneceği enine boyuna tartışılacaktır.
Temel tezleri sıralamakla işe koyuluyorum.
TEZ 3
Türkiye’de sigorta sektörü hem teknik kârlar hem yapısal kârlar bakımından yeterince gelişememiştir ve özellikle yapısal kârlarını dünyadaki modern ülkelerin seviyesine çıkartabilmek için gayrımenkul alanında geçerli enstrümanları oluşturmak zorundadır. Türkiye’nin hızlı bir kentleşme sürecinden geçiyor olması, gayrımenkul alanındaki finansal enstrümanların yüksek nemalanma sağlamasını ve sektörün kısa sürede söz konusu enstrümanları kullanarak “take-off” aşamasına geçmesini mümkün kılmaktadır. Bu amaçla süratle gayrımenkul borsasının oluşturulması ve (REIT) gayrımenkule dayalı yatırım enstrümanlarının tedavüle sokulması gerekmektedir.
TEZ 4
Yapı sigortasının yaşama geçirilebilmesinin gerekli fakat yeterli olmayan ön koşulu meslek sorumluluğu sigortasının uygulanmasıdır. Bu ise meslek örgütünün ve veya buna muadil bir yapının meslek erbabının ve sektörel ürünün niteliğini tanımlayan veri tabanları oluşturmasını zorunlu kılmaktadır. Bir yandan tüketicinin haklarını gözeten Yapı Sigortası öte yandan meslek erbabının niteliklerini belgeleyen veri tabanlarına yaslanan Meslek Sorumluluğu Sigortası, meslek erbabının özlük haklarını ve tüketicinin haklarını aynı zamanda ve eşgüdümlü olarak ve tek bir tutarlı bir sistemde toplum adına kovuşturan bir sistem olarak görev yapacaktır. Ancak Böylesi bir sistem içerisinde işlev üstlenebilen meslek örgütü, modern toplumun çarkları içerisinde yer alabilecektir. Durağan toplumu simgeleyen meslek örgütü ise, ergeç devlet patronajının mahalli çarkları arasında silinmeye yüz tutacaktır.
TEZ 3 ile ilgili Açıklamalar
Sigorta sektörü ülkemizde henüz emekle safhasındadır. Türkiye’de 1992 rakkamları ile kişi başına düşen sigorta primi 13 $’dır. Oysa bu rakkam ABD, İngiltere, İsviçre gibi ülkelerde 1000 - 1500 $ civarındadır. Türk sigorta sektörü 1992 yılında, her 100 TL’lik yatırımı karşılığında enflasyonun altında bir getiri olan 42 TL sağlayabilmiştir. Yine Türk sigorta sektörü topladığı primleri doğru dürüst tahsil edememekte yani dar olan tüketici profili konuya bilinçli yaklaşmamaktadır. Sigorta sektörünün topladığı primlerin % 60 civarında bir bölümü teknik kâr getirmeyen araba kaskosundan kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle Türk sigorta sektörü getirili branşlarda prim toplayamamaktadır. Son zamanlarda yapılan atılımlara karşın hayat sigortası primleri henüz sektör prim hasılatının ancak % 15’i mertebesindedir. 1992 rakkamları itibarı ile kişi başına düşen hayat primi üretimi 3,5 $ iken örneğin Güney Kore’de bu rakkam 1640 $’dır! Türkiye ekonomisi sigorta sistemini modern bir ekonominin gerektiği ölçüde devreye sokamadığı için çeşitli afet ve kazalar sonucunda milli ekonominin uğradığı kayıp, yine 1992 rakkamları ile 50 - 60 trilyon TL olarak tahmin edilmektedir.
Sigorta sektörünün birinci temel mantığı topladığı primler dolayısıyla üstlendiği riskleri reasürans sistemi ile tahkim etmektir. Bu nedenle sigorta sektörü etkili bir dış denetime tabidir ve dünyaca geçerli olan risk analizleri tablolarına uygun olan branşlarda prim toplamaktadır.
Sigorta sisteminin ikinci temel mantığı ise topladığı primleri nemalandırarak, yani mali enstrümanlara yatırarak teknik kârı mali kâr ile payandalandırmaktır.
Sigorta sistemimize bu açıdan bakıldığında mali kârın, dünyadaki oranların hayli altında olduğunu ve teknik kârın da sistemi yaşatmaya gücünün yetmediğini görmekteyiz. 1991 rakkamları itibariyle sigorta sektörü yatırımları, % 53 tahvil % 24 taşınmaz mallar, % 22 ise hisse senetlerinden oluşmaktadır. Tahvillerin tamamına yakın kısmı devlet iç istikraz tahvillerinden oluşmaktadır. (Bkz. Finans Dünyası mayıs 1993 sayısı) Ayrıca taşınmaz mallara olan yatırımların büyük bir kısmı sigorta şirketlerinin bizzat kullandıkları işyerlerine ait olduklarından, sigorta şirketleri yatırım portföylerinin dörtte birine yakın kısmını fiilen nemalandıramamaktadır. Ayrıca portföydeki hisse senetleri incelendiğinde bunların sigorta şirketinin bağlı olduğu holdinge ait kuruluşların hisse senetleri olduğu dikkat çekmektedir. Tüm bu yapısal sorunların sonucunda, sigorta şirketlerinin elde ettikleri mali gelir ile gider arasındaki genel denge sağlıksız olup, gelirin giderlerin ancak % 80’ini karşıladığı görülmektedir.
Oysa ülkemizde yapı sigortası sistemi yerleştirilebilir ve gayrımenkule dayalı mali enstrümanlar oluşturulur ise sistemin önemli bir kaynağa kavuşacağı açıktır. Türkiye’de esasen yangın, deprem gibi konular için mevcut bir sigorta sistemi vardır. Ayrıca büyük sermayenin söz konusu sigorta sistemlerini devreye sokmadan herhangi bir yapı yatırımına girişmediği de bilinmektedir. Ancak bu kalemler Türkiyede’ki inşaat sektörünün potansiyelini sigorta sektörüne yansıtmaktan uzaktır.
1993 planına göre yatırımların dörtte birine yakın bir bölümü olan 60 trilyon TL (1993 cari rakkamları), konut yatırımları alanında gerçekleşecektir. Esasen yine toplam kent nüfusunun % 50’si nüfusu 500000 üzerinde olan büyük kent ve metropollerde yer almakta, 1993 itibariyle kent nüfusu 33.6 milyon, kentleşme oranı % 55.8’dir. Belediye sınırları içerisinde yaşayan nüfus ise 43.2 milyona ve toplam nüfusun % 73.3’üne ulaşmış bulunmaktadır. Belediye sayısı 2500’e yaklaşmaktadır. Ayrıca 1992 yılında 450000 civarında inşaat ruhsatı verildiği bilinmektedir.
43 milyon nüfusun yer aldığı belediyeleşmiş beldelerdeki konut birimi stoku, daha bu rakkam 1984’te 7.096.277 olduğuna göre ve o dönemde kentsel nüfus 27 milyon civarında olduğu gözönüne alınır ise, 1993 için, (43 milyon / (27000000/7096000)) = 11.300.000 civarında olmak durumundadır. Kentsel 100 m2’lik konut başına ortalama 100 milyon TL değer itibariyle kentlerde 1130 trilyon rayiç değerde konut stoku bulunduğu varsayılabilir. % 2 itibariyle 22 trilyon TL / yıllık bir yapı sigorta potansiyeli (1993 cari rakkamları) ve 60 trilyon TL’lik yıllık yatırım için yine % 3 itibariyle 2 triyon TL / yıllık olmak üzere, (sadece konutlar için) toplam yıllık 24 trilyonluk bir potansiyelin varlığı ortaya çıkmaktadır ki, bu rakkam 1992 yılı itibariyle sigorta primlerinin toplamının 3 misli, 1993 itibariyle ise tamamından fazlasını ifade etmektedir!
Burada verilen rakkamların çok yaklaşık olduğu ve ayrıntılı bir sektörel detay analizine muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu ilk yaklaşım dahi konunun önemini yeterince vurgulamaya yetmektedir.
Sonuç olarak, yapı sigortası uygulamasının sigorta sektörüne eklemlenmesi, sektörün yapısal sorunlarını çözmesinde önemli bir potansiyele ve role sahiptir. Ancak bunun için gerekli altyapı eksiktir.
TEZ 4 ile ilgili Açıklamalar
Yapı sigortası önünde oluşan teknik engeller çeşitlidir. Bunlar, müteahhit kavramı ve standardının yerleşmemiş olması ve Müteahhit Meslek Odasının bu konudaki standartları henüz oluşturmamış olması, İnşaat Malzemeleri standartlarının TSE’ye rağmen belirli bir güvenirlilikte olmaması, TUS (Teknik Uygulama Sorumluluğu) enstrümanının tatmin edici biçimde yaşam pratiğinde henüz yer etmemesi, ve teknik elemanların niteliği ve beceri düzeyleri ile ilgili yeterince gelişmiş veri tabanlarının bulunmamasıdır. (Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği Genel Sekreteri Bilgi Kongar ile Görüşme)
Ayrıca enflasyon muhasebesine henüz geçilmemiş olması ve devletin “crowding-out” diye tabir edilen mali sistemdeki müdahaleleri de böylesi ileri teknoloji gerektiren sigorta branşlarının tatbikatını henüz olası kılmamaktadır. (Crowding-out kavramına en açık örnek devletin özel sigorta sistemine girmiş bireyleri Bağ-Kur v.b “mükellefiyetlerden” muaf tutmamasıdır.)
Modernleşen Meslek Odasını ilgilendiren bir diğer husus ise yapı sigortasının uygulamayı üstlenecek özel eğitimli, ihtisaslaşmış bürolar gerektireceğidir.
Yukarıda sıralanan teknik eksikliklerin en önemlilerinden biri, kuşkusuz teknik elemanların niteliği ile ilgili olanıdır.
Yapı üretimine katkıda bulunan teknik elemanların teknik niteliklerinin MESLEK SORUMLULUĞU SİGORTASI sistemi ile payandalandırılmamış olması, müteahhitlerin de, hasar vukuunda rücu edilecek mercilerden biri olarak, sisteme soğuk bakmasına neden olmaktadır. Zira müteahhitler, işçilik ya da mühendislik hatası yüzünden oluşacak hasarı sigortalayan sistemin kendilerine de rücü edeceğinden endişe etmektedir. Aynı konu bizzat sigorta sistemi için de geçerlidir. Sigorta sistemi ancak risk analiz ve tablolarını yapabildiği branşlara girebilmektedir. Risk analizi yapılmamış ve gerekli aktüarya tabloları oluşamamış alanlarda, sigorta sektörü branş açmaya yanaşmamaktadır.
İşte Meslek ve meslek örgütünün toplumsal iş organizasyonu ve finans sistemine entegre olacağı alan bizzat bu noktada yatmaktadır. Eğer Meslek Odaları veya Meslek Örgütleri Meslek Sorumluluğu sigortasına dayanak teşkil edecek VERİ TABANLARI sistemini kuramazlarsa.. Bunun için modern dünyanın yeni “meslek haritasını” çıkartıp üyelerinin performans ve niteliklerini süratle veri tabanlarına dönüştüremezlerse... İhtisaslaşmış yapı denetimi bürolarının oluşması için gerekli eğitim sürecini bir an önce başlatmazlarsa... Teknik Uygulama Sorumluluğu (TUS) bir an önce yukarıdaki ilkeler doğrultusunda hayata geçmez ise...
Bürokratik Meslek Odası / durağan topluma ait Kapıkulu Meslek Odası’ndan ekonomik tabanlı Meslek Odasına geçiş hiç bir zaman gerçekleşemeyecektir!
Ve... 26 Nisan 1994 tarihli Bayındırlık Bakanlığı’nın “İnşaat İşlerinde, İnşaatçı’nın Mali Mesuliyeti ve Mecburi Sigorta Kanun Tasarısı” sektör içinde dağıtıma tabi tutulur iken, Mimarlar Odası “OUT” ! ; Türk Müşavir Mühendisler Birliği “IN” ! olacaktır...
Ve toplum ile sektör gerçeklerini ıskalamış “Mimarlık Yasa Tasarıları” ile havanda su dövenler bizzat sektör ve sistem tarafından dışlanacaklardır.
Tez 4’e dönecek olursak... Meslek Sorumluluğu Sigortası, mimarların meslek haritası içerisindeki konumlarını, toplumsal iş organizasyonundaki gerçek yerlerini, sistemin tanıdığı bir referans çerçevesine oturtacağı için meslektaşın özlük haklarını güvenceye alacaktır. Meslek Sorumluluğu sigortası, Yapı Sigortasının gerekli bir ön koşulu olarak, Meslek erbabının toplum karşısındaki görevlerini tanımlayan, güvence altına alan bir uygulama olacaktır.
Kısacası Yapı Sigortası teknik anlamda yapıyı sigortaladığı için tüketicinin lehine bir uygulamadır. Yapı sigortası bulunan inşaatların poliçenin niteliğine orantılı olarak, finans sisteminden kredi alabilecekleri açıktır.
Sonuç olarak Yapı Sigortası ve bağlı ögesi, Meslek Sorumluluğu Sigortası, hem meslektaşın özlük haklarını hem meslek erbabının tüketici ve toplum karşısındaki sorumluluğunu birlikte ve birarada özümseyen bir sistemdir. Ve Meslek Odasının Bürokratik temelden Ekonomik temele geçmesi böylesi modern tekniklerin sektör içerisinde uygulanmasına önayak olması ile mümkün olacaktır. Ve yine böylesi bir ortamda mimar meslektaşların itibarı artacak, “en ücra köşedeki” meslektaşımızdan metropoldeki meslektaşımıza varıncaya kadar meslek erbabı ve meslek, hakkettiği itibara yeniden kavuşabilecektir.
Burada Meslek Odasına düşen görev tüm açıklığıyla ortadadır. Ancak bu görevin gerçekleşebilmesi için Meslek Odasının kendi iç yapılanmasını da gözden geçirmesi gereklidir.
Bu aşamada Mimarlar Odasının yatay ve düşey örgütlenme mantığını, açıkçası, organlar ve yardımcı organlar mantığını tartışmaya açmak gerekmektedir.
4 - Niceliksel Büyümenin Niteliksel Yükselme ile Atbaşı Gitmesi /
Mimarlar Odası Örgütlenmesi İçerisinde Yan Kuruluşlar Mantığı ve
Mesleki Bilimsel Çalışma Kurullarının Enstitüye Dönüştürülmeleri
TEZ 5
Mimarlar Odası 1980’li yıllarda içine düştüğü ”Entellektüel Otistik” durumdan 1990’dan itibaren çıkmaya başlamıştır. Değişik görüş ve kanaatteki mimar ve mimar gruplarının ORTAK SÜREÇ olarak adlandırılan işbirliği çerçevesinde, İstanbul Büyükkent Şubedesinde gerçekleştirilen uygulamalarla, yetki, sorumluluk, görev sistematiği içerisinde önemli projeler gerçekleştirilmiştir. Mimarlık mesleği ile ilgili anketler, Uluslarası Mimarlar Birliği ile ilişkiler, kent sorumluğuna katkı, kültürel mirasa sahip çıkma konusunda birçok çalışma sürdürülmüştür. Mimarlar Odasının topluma sunduğu “Zengin Miras” böylesi bir ortamda oluşmuştur. Mesleki Bilimsel Çalışma Komitelerinin harekete geçmesi ve özellikle Bilgisayar alanındaki teknolojiyi üyeye tanıtma gayretleri aynı dönem içerisinde filizlenmiştir.
Meslek Komitelerinin (MBÇK) varlık nedeni
Bursa Deklarasyonu* ilkeleri doğrultusunda, Meslek Odamızın, ihtisas alanındaki ulusal ve uluslarası düzeydeki çağdaş gelişmeleri izlemesi, meslek içi eğitim ortamını yaratması ve bu tür çalışmaları kuramsal bir yapıya kavuşturması amacıyla tasarlanan, bilimsel nitelikteki MESLEK KOMİTELERİ, söz konusu hedeflere ulaşmak için etkili bir enstrüman oluşturmuşlardır.
Bu anlayışla 30 Nisan 1987 tarihinde yürürlüğe giren, “Mimarlar Odası Mesleki ve Bilimsel Çalışma Kurulları Yönetmeliği’’, anlamlı bir işlev yürütmüştür. Özellikle 1991 Ağustosundan beri önce İstanbul’da, ardından Ankara’da faaliyete geçen, “Mimarlık Alanında Bilgisayar Kullanımı Mesleki Bilimsel Çalışma Kurulları’’, uzmanlık alanlarında değerli çalışmalar yürütmüşlerdir. “Mimarlara açılan bir hizmet penceresi : bilgisayar ekranı’’ özdeyişi ile çalışmalarını geniş kitleye duyuran, Bilgisayar MBÇK’ları, mesleğin ve planlamanın en yeni alanlarında bir UÇ BEYİ olarak bilim ve teknoloji çağının aydınlığını mimarlara ve plancılara ulaştırmayı kendilerine hedef seçtiler.
Ve... Kısa zamanda bu model Mimarlar Odası içerisinde ve mimarlar arasında Yayılmaya (difüzyon) başladı.
Bilgisayar Destekli Tasarım alanında kurslar da organize eden bu yapı, sırf söz konusu hizmetiyle uluslarası AUTODESK Standardını tutturarak, Yetkili Eğitim Merkezi (ATC) statüsünü elde etmiştir. İstanbul’da 800, Ankara’da 150’yi aşkın mimar ve mimar adayına, AUTOCAD R-10/11/12 alanında uluslarası Autodesk standardına haiz sertifika veren Bilgisayar MBÇK’ları, Odamızın bütçesine yılda milyarı aşan bir katkıda da bulunmaktadır. Bilgisayar MBÇK’ları bu hizmetlerinin yanısıra Odamızın bilgisayar teknolojisine geçmesinde de sayısız hizmetlerde bulunmuş ve bulunmayı sürdürmektedir.
Öte yandan, Bursa deklarasyonunun bir sonucu olarak Mimarlar Odasının yurt sathında yayılması ve örgütlenmesi hız kazanmış ve Odamız 125 dolayında beldede örgütlenmiş bulunmaktadır.
Meslek Komitelerinin (MBÇK) Mimarlar Odası Örgütlenmesi içerisindeki Konumu
Mimarlar Odasının yurt düzeyindeki mekânsal yayılmasının niteliksel bir performans kalitesi ile de payandalandırılması Bursa deklarasyonunun diğer boyutunu oluşturmaktadır.
Bu nedenle MESLEK KOMİTELERİ (Mesleki Bilimsel Çalışma Kurulları), Oda örgütlenmesinin, meslek örgütlenmesinin öteki ayağını oluşturmaktadır!
*1986’da Oda ve Şube Başkanlarının imzası ile kamuoyuna açıklanan Bursa Deklarasyonu, 1-Kurumsallaşma, 2- Kurumsal İlişkiler, 3-Meslek Alanında Bilimsel Çalışmalar eksenleri etrafında yeni bir çalışma perspektifini gündeme getirmiştir.
Kısacası, yurt içindeki örgüt birimi sayısının artışının ifade ettiği NİCELİKSEL BÜYÜMENİN, Oda örgütlenmesinin bilimsel ve mesleki standardının yükselmesi ile ifade edilebilecek bir NİTELİKSEL YÜKSELME ile atbaşı yürümesi gerekmektedir. (TEZ 5)
Bu nedenle, Meslek Komitelerinin (MBÇK), içerdikleri bilimsel ve işlevsel fonksiyonların yerine getirilebilmesi için yapılanmalarının günün koşullarına uygun hale getirilmesi gerekmektedir.
Meslek Komiteleri (MBÇK), bilimsel nitelikleri dolayısıyla Araştırma, Geliştirme, Öğretim ve İdari alanlara ait fonksiyonlar; Oda ve meslek örgütlenmesi alanında ifade ettikleri anlam dolayısıyla da İdari, Hizmet ve Ticari işlevler yükümlenmek durumundadırlar.
Bu nedenle, Mesleki Bilimsel Çalışma Komitelerinin ENSTİTÜ bünyesi kazanmaları artık varılan aşama açısından gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Meslek Komiteleri (MBÇK) / Enstitü Yapılaşmasının Ana İlkeleri
* Almaşık işlevler içeren Meslek Komitelerinin (MBÇK) / Enstitülerin, 2000’lerin bilgi ve bilim ağırlıklı toplumunda, meslek örgütlenmesinin amaçlayacağı hedeflere uygun bir hukukunun oluşması zorunludur.
* Meslek Komiteleri, (MBÇK) / Enstitü, Oda örgütlenmesi içerisinde sağlıklı bir biçimde tanımlanmalıdır. Bu amaçla MBÇK’lar için Oda yardımcı organı olma sıfatları yönetmelikte açıklık kazanmalıdır. Enstitülerin ise, Oda ile ilgili hukuksal bağlantıları, Oda Yönetmeliğinde açıkça yer almalıdır.
* Meslek Komiteleri, (MBÇK) aşkın nitelikte bir yapı olmaları, ve bilimsel nitelikleri nedeniyle özerk bir statüye kavuşturulmalıdır.
* Meslek Komiteleri / Enstitüler, Yardımcı Organ sıfatıyla ve veya Oda hukuku ile bağlantıları dolayısıyla her türlü bilimsel ve teknolojik çalışmayı yürütebilecek biçimde teçhizatlandırılmalıdır. Akçalı kaynaklarını kendi özerk bütçeleri içerisinde yaratabilmelidir.
* Bununla birlikte Meslek Komiteleri (MBÇK) / Enstitüler, Meslek Odası Yönetimi ile programatik ve ilkesel bir uyum içerisinde bulunmalıdır. Bu nedenle Oda örgütlenmesinin temel taşı niteliğindeki Şubelerle ortak program - bütçe ve veya iştirakler mantığı çerçevesinde faaliyet göstermelidirler.
* Meslek Komiteleri (MBÇK) / Enstitüler, hızla gelişen ve dönüşen bilim ve teknoloji ile göreceli olarak daha yavaş değişen hukuki üstyapı arasındaki zıtlığın doğurduğu bürokratik ya da etik sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Böylesi sorunları mümkün olduğu kadar az yıpranarak aşabilmek için, kendi içtihatlarını özerk bünyeleri içerisinde oluşturabilmelidirler. Bu nedenle, Enstitü ve MBÇK yönetmelikleri, (reglementations) mümkün olduğu kadar esnek (versatil) olmalı, buna karşın yönerge (circulaires) tekniği ile söz konusu yapılar, özel sorunlarını çözebilme olanağına kavuşturulmalıdır.
5 - Bürokratik Meslek Örgütünden Koparken
Durağan toplumun sabit değerleri içerisinde sabit kalan bir pastadan pay alabilmek amacıyla devlet otoritesinin kapıkulluğunu yapan, “narh zihniyeti içerisinde faaliyet yürüterek otoriteden “imtiyaz” kapmaya çalışan, modern toplumun değişim vektörlerinin bilincinde olmayan, Bürokratik Oda, yerini bilim çağının gereklerini yükümlenebilen, ”mesleğin yeni dünya” içerisindeki haritasını çıkartabilen bir Meslek Odasına bırakmalıdır.
Böylesi bir Meslek Odası, toplumsal iş organizasyonu içerisinde, sektörün gereksinmeleri doğrultusunda yeni ”Ekonomik” işlevler üstlenerek üstyapı ve altyapıdaki gerçek yerini alabilecektir. Böylesi bir amaç, bilimsel niteliği yüksek bir çabayı gerektireceğinden Meslek Odası “out” olmamak için gerekli yapısal dönüşümünü de tamamlamak durumundadır.
Yapı Sigortası, Meslek Sorumluluğu Sigortası Enstitüleri, Yaz Okulları, Kültürel Mirasa sahip çıkma, kentte yeni yaşam biçimleri önerme, Uluslarası Mimarlık organları ile ilişkiler kurma, Sibernetik mekâna ve sibernetik dünyaya adım atma ve benzeri atılımlar, Meslek Odası tarafından gerçekleştirilmeyi beklemektedir. Bu amaçlarla, Meslek Odası Yan Kuruluşlar Reformunu yaparak, yarının endüstri devrimi sonrası dünyası içerisindeki konumunu yeni baştan tanımlamak durumundadır. Aksi halde bu görev toplum içerisinde başka mihraklar tarafından yürütülecektir ve bu durumda Meslek Odası “işlevsiz” kalacaktır.
Felsefenin İpine Sarılmak
Böylesi bir yapı meslektaşın özlük haklarını korur iken aynı zamanda tüketicinin de menfaatlerini gözetebilecektir. Yapı sigortası ile Meslek Sorumluluğu Sigortası, kentleşen Türkiye’de ifade ettikleri potansiyel dolayısıyla böylesi bir çalışma programı ve perspektifini aktive edebilecek maddi ve manevi potansiyelleri içermektedir.
Tüm pragmatik strateji ve programların ötesinde Mimarlığın ve mimarlık mesleğinin temel kültürel ve felsefi nirengi noktalarının gözden kaçırılmaması da önemlidir. ”Felsefenin ipine sarılan” bir anlayış ve temel deontolojik (meslek ahlakına ait) ilkeler ile kültürel amaçları gözardı etmeyen yaklaşımlar, teknoloji ne denli gelişir ise gelişsin, daima mesleğin varlık nedenini oluşturmaya devam edecektir.
Son olarak, Bürokratik Meslek Odasından, modern endüstri devrimi sonrası toplumuna uyum sağlayan ekonomik tabanlı Meslek Odasına geçişin, ancak demokratik bir katılımcılık ortamı içerisinde gerçekleşebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Bunun nedeni ise nitelikli ortamların demokrasinin nimetlerine gereksinme duymasıdır.
Bu davet bizzat hayatın çağrısıdır.

Hiç yorum yok: