13 Ekim 2007 Cumartesi

Öteki Ben'e Bakış

Öteki Ben’e Bakış

Nehirler Denize Kavuştuğunda
Boğaza Dair Hikâyât

Vecdi Çıracıoğlu, Öyküler, İthaki Yayınları, 1. baskı, ocak 2003, 121 s.

Raşit Gökçeli

Ocak 2003



“Kara Büyülü Uyku” ve “Cimri Kirpi” romanları ile tanıdığımız Vecdi Çıracıoğlu’nun on sekiz öyküden oluşan öykü kitabı, “Nehirler Denize Kavuştuğunda”, İthaki Yayınları’nın “Türkçe Edebiyat” dizisi kitapları arasından yayınlandı.
Çıracıoğlu’nun romanlarından alışageldiğimiz özgün anlatısı kısa öykülerinde de karşımıza çıkıyor. “Kara Büyülü Uyku” ve “Cimri Kirpi” romanlarında entrika ve temanın kendine has bir zaman-uzay geometrisi boyutunda özgün bir yazı biçemi içerisinde ete kemiğe bürünmesi, tiplemelerin sadece insan biçiminde değil, fakat anlatıda yer alan kimi zaman toplumsal konjonktürlerin kimi zaman ise teknolojik süreçlerin roman kahramanı niteliği kazandırılarak okuyucuya sunulmaları, Çıracıoğlu anlatısının oylumlu bir zenginlik kazanmasına yol açıyordu. Bu anlatının şiirsel imgeler ve derin bir araştırma ürünü olan zengin bir sözcük dağarcığı ile zenginleştirilmesi Çıracıoğlu’nun okuruna nitelikli ve uzun soluklu bir edebiyat macerası yaşatacağının göstergesi olmuştu.
“Aykırı”ya Yeniden Bakabilmek
“Nehirler Denize Kavuştuğunda” içerisinde yer alan on sekiz öykü, Çıracıoğlu’nun alışageldiğimiz anlatı özelliklerini taşımakla birlikte okuyucuya yeni bir dünya sunmaktadır. Bu dünya, toplumun içinde yer almakla birlikte yeterince önem vermediğimiz fakat öngöremeyeceğimiz kadar bize, kendimize ait olan, yaşantımızın içine girdiği ölçüde dikkatimizden kaçan, ancak yine de benliğimizin unutmaya çalıştığımız bir yanını ilgilendiren, paralel bir dünyanın dramına ait enstantanelerden oluşuyor.
Yaşadığımız acımasız ve tekdüze dünyada küreselleşmenin aşağıladığı yok varsaydığı bireyin en marjinal konumlarda en sefil durumlarda dahi varlığını sürdürdüğünü, sonsuz zengin bir evrene sahip olduğunu, marjinale, aykırı olana yeniden “bakmak” gerektiğini vurguluyor Çıracıoğlu’nun kısa ve çarpıcı anlatıları.
İnsanı tekdüzeleştiren, yaşamı yeknesaklaştıran, topluma bakışımızı sığlaştıran, yaşadığımız çevreyi doğasıyla birlikte hoyratça tahrip eden, bizleri tek tek birey olarak dar ve kısıtlı bir ekonomik dizge içerisine hapseden, kimliğimizi fakirleştiren bugünün egemen düzeninin birer android robotumsusu haline dönüştüren kara vicdanlı egemenlerin ağından kurtulabilmenin ilk koşulu “farklı” bir dünyayı tasarlayabilmekten geçmektedir.
İşte bu yüzdendir ki marjinal olanı farklı olanı anlamak fazlasıyla önemlidir. Çıracıoğlu’nun öyküleri toplumun kenarına, dışına itilmiş gibi görünen bu farklı, aykırı kişilere birer spot ışığı çakıyor. Bizlere ise onları yeniden keşfetmek kalıyor.
Öteki’ne Bakış
Farklı bir “dünya”nın var olabileceğini tasarlamak, hapsedildiğimiz “cehennemin” karabasanından sıyrılarak, dört duvar arasında kıstırılmış kişisel “ben” in de kurtuluşunun ilk adımıdır. İşte bunun için toplumun itilmişlerini, yenik ütülmüşlerini, marjinallerini yalnızca “gözle” değil ama “yürekle” de görebilmek önem taşır.
John Berger’in “Öteki’ni” görebilmek anlayabilmek, acı içindekinin dramını felaketini yüreğiyle hissedebilmek olarak tanımladığı “farklı bakış açısı” dünyayı kavrayabilmek açısından önem arzettiği gibi, “bakış sahibi”ne de kendi “ben” inin, “öteki”ne olan bakışı aracılığı ile “kefaretini” ödeme olanağı sağlar !
Ancak “öteki”ne yürekle bakılabildiğindedir ki kendi “ben”imiz de aşkınlaşarak yeni tinsel oylumlar kazanabilecektir. Öteki’ne bakabilmenin en verimli yollarından biri de her konuda olduğu gibi iyi edebiyattan geçer. Bu nedenle Çıracıoğlu’nun öyküleri bize “öteki”ni tanıtan ona yürekten bakabilmenin anahtarını sunan iyi bir edebiyat ürünü olan metinlerdir.

Öyküler
On sekiz öyküyü kabaca üç grupta toplayabiliriz. Birinci grupta Rumelihisarı’nı mekânsal gergef olarak ele alan, “Faretin, Ateş Böcekleri ve Gerilla Sinek, Pavurya, Goril Sadık, Maviden, Karakoyun Dede, İo Geçidi, Kofana, Darius ve Sallaris” adlı dokuz öykü yer alıyor. İkinci grupta Rumelihisarı ve Boğaz mekânsal olarak ön planda durmamakla birlikte kaybedilmiş yaşam güzelliklerini ve tadları içerilerinde barındıran, “Pervaneci Artaki Usta, Napolyon, Fesleğen, Avanostan bir Nova Kaydı, İlk Aşk” adlı beş öykü var. Bunlardan “Pervaneci Artaki Usta” Edebiyatçılar Derneği ve TESK’in (Türkiye Esnaf Konfederasyonu) “Esnaf Öyküsü” birincilik ödülü (2002)’yi kazanmıştır. Üçüncü grupta ise “Nehirler Denize Kavuştuğunda, Güruh ve Yeniden Yapılanma, Baba İncir, Artin Kemal” adlı dört öykü daha bulunuyor.
“Faretin”, iki Rumelihisarı demkeşinin bir fare ile yaşadıkları trajikomik öykü. Lezzetli an’lar barındırıyor. “Nasıl eski çağlarda kadınlar gözyaşlarını ince belli narin şişelerde itinayla saklamışlarsa, nakkaş da böyle durumlarda yarım kalan şarabını aynı hassasiyetle zulalardı.” (s.20)
“Ateş Böcekleri ve Gerilla Sinek”, “...uzun yolda adressiz yürüyen” (s.31), köyün tatlı bir delisinin hüzünlü sonunu ve ateşböcekleri ile süslü renkli yaşantısını anlatıyor.
“Pavurya” bir balıkçı ağına takılan kesik bir elin etkili bir hikayesi.
“Goril Sadık” demlenirken “içki masasının gülleri” olan mezelere bakıp onları yemeyen bir canın öyküsü.
“Karakoyun Dede” “tüm zamanları kavrayan iki değişik anın alacak verecek hesaplaşması üzerine kurulmuş bir metafor.
“İo geçidi” kısa bir Boğaz senfonisi. “Çaça, gümüş, aterina, çamuka, kefal, istavrit, kıraça, zargana, akya, larya, sivriler ve zindandelenler sürülerinin “anavaşya” ve “katavaşya” göçleri içerisinde bir deniz balesi icra ettikleri, bir zamanlar fokların mekân tuttukları dönemi anımsatan bir metin. (ss.88-95).
“Kofana” bir Rumelihisarı marjinalinin acıklı yaşamından birkaç fırça darbesi ile bize sunulan bölümler içeriyor.
“Darius ve Sallaris” ise Rumelihisarı’nın İkinci Boğaz Köprüsü ile değişen kaderine ilişkin bir anekdot niteliğinde.
“Pervaneci Artaki Usta” Kaybolan zanaat erbabının dramını, “Napolyon” yitip giden bir “hayatın ağır antrenörünü”, (s.101), “Fesleğen” renkli bir çocukluk hatırası çerçevesinde yitip giden berber dükkânlarını, “İlk Aşk” “tuzlu gözyaşlarından onun kör olduğunu” anlayan (s.87) çocuğun duygularını anlatıyor.
“Artin Kemal” adlı öyküde ise üç ayrı neslin tüm zamanların “n” boyutlu koordinatlarındaki garip ve rastlantısal bir kesişmesi söz konusu.
Bastırılmış bir Maket
Öykü yazmanın bir çok zorluğu taşıdığını hep düşünmüşümdür. Kısa metinler her zaman tuzaklar barındırır. Birkaç cümle, birkaç satırla, bir dünya bakışını okura sunabilmek oldukça zordur. Sanki uzun uzun tasarlanmış bir mekân üç boyutlu değil de iki ve daha az boyutlu bir mekna indirgenerek diğer insanların anlayış, kavrayış ve beğenisine sunulmak durumundadır.
Öykü bir romanın kullandığı olanaklardan bu yönüyle yoksundur. Barındırdığı ögeler yoğun, sıkıştırılmış bir gaz, gibidir. Öykü, kapağı açılınca fırlayan yaylı bir kukla gibidir. Ustaca tasarlanmadığında yayın neyi nereye fırlatacağı belli olmaz.
Öykünün bize kurduğu bir diğer tuzak ise kısa olan bir metni hızla okumamız gerekip gerekmediği sorunsalıdır. Kısa olan bir metnin hızlı okunması gereği yoktur. Öyküden öyküye okuma hızı da değişecektir! Daha açık bir deyişle öykücünün kısa metni içerisinde okuyucuyu büyülemesi ve metnini gereken yavaşlıkla okutabilme becerisini gösterebilmesi gereklidir!
Çıracıoğlu, öykü kitabında söz konusu tuzaklara düşmeden, bizleri an’lardan ve enstantanelerden oluşan bir samanyıldızının ışıklı halısı boyunca sürükleyerek farklı ve marjinal bir dünyanın kapılarını açıyor.
Öteki’ne değişik bir bakış atmamızı, onu gözlerimizle olduğu kadar yüreğimizle görmemizi sağlayacak olan iyi bir edebiyat metni sunuyor.
Çıracıoğlu “Nehirler Denize Kavuştuğunda” içerisinde yer alan anlatı enstantanelerin ileride daha başka yapıtlara da malzeme oluşturacakları sezgisi ve ümidini de biz okuyuculara vermiyor değil doğrusu.

Hiç yorum yok: