31 Ocak 2009 Cumartesi

Küreselleşmenin hem aktörü hem mağduru olarak mimarlık

Küreselleşmenin hem aktörü hem mağduru olarak mimarlık
17.1.2009 tarihli “Mimarlara Çağrı” toplantısında yapılan konuşma
(TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Yıldız Binası )
Moderatörler : Aynur Savaş, Aynur Özen, Elif Özdemir
Raşit Gökçeli
ocak 2009

“İtaat ederken komuta etmek”
Commandante Marcos

RAŞİT GÖKÇELİ- Hepinizi selamlıyorum. Uzun bir süreden sonra tekrar Yıldız binasındayım.
İlk olarak dünyada cereyan eden meseleler ve bunun bizim mesleğe ve belki de Mimarlar Odasına, TMMOB’ye yansımaları üzerine bazı görüşlerimi açıklamak isterim.
2008 senesinin sonunda dünya çok ciddi bir bunalıma girdi, 1929 bunalımını hatırlatan bir bunalım sürecine adım atıldı. Bu bunalımdan mimari de payını aldı. Bu bunalım bize şunu hatırlattı: Dünyada 40 yıldır artarak egemen hale gelen küreselleşme finans kapitalin etkisi altındadır. Gerçekten son yıllarda finans sektörü büyük bir şişme gösterdi. Bu şişme astronomik boyutlar gösterdi ve son 15-20 sene içersinde finansal akımlar (tansactions) dünyada hacimsel olarak 150 misli arttı.
Peki, bunun bize etkisi ne? Mimarlık mesleğine veya inşaat sektörüne etkisi ne? Bunun inşaat sektörüne etkisi şu oldu:

İnşaat ve mimarlık mesleği olayın hem aktörü oldu, hem de mağduru oldu.

Aktör Olarak Nitelikli Emek

Aktörü oldu. Nasıl aktörü oldu? Şu bakımdan aktörü oldu: Çünkü bu finans süreçleri öyle bir biçimde organize edildi ki, inşaatla ilgili sektörler bunun bir anlamda tetikleyicisi olabildi.
Bu nasıl oldu? Mortgage dediğimiz tutsat mekanizmalarıyla oldu. Gayrimenkul yatırım ortaklıkları mekanizmalarıyla oldu. Bu mekanizmalar çok enteresan, çünkü şimdiye kadar bizim sektöre klasik bakış açımızda, mimarlığa bakış açımızda şöyle düşünüyorduk : Elbette inşaat sektörü önemlidir, çarpan etkileri ile, ekonominin üçte birine gerekiyorsa etki edebilir. Geleneksel bakış bu klasik analizle sınırlı kalıyordu. Tetikleyici sadece çarpan efektler / etkiler olabilir diye düşünüyorduk. Ama küreselleşmede, finans kapitalizminde yaşanan daha farklı bir olgu.
İnşaat yaptığınızda yahut bir Mortgage sistematiği kurduğunuzda bu bankalar aracılığı ile yaratılan değerler, diyelim konut ya da inşaat kredisi alan borçluların borçları, seküritize ediliyor ve sizin gayrımenkulunuz, inşa ettiğiniz bina menkul bir değere dönüşüyor. Ardından finans kapital mekanizmalarının burgaçlarında “kaldıraç” teknikleri ile üç yüz dört yüz misli oylum kazanabiliyorlar.
Finans kapital çağında sibernetik teknolojinin de katkısı ile, gayrımenkul ışık hızıyla menkul bir değere dönüşüyor. Bu yetmiyor dönüşen menkul değer kaldıraç sistemleri ile üç yüz dört yüz misli oylum kazanarak finans hareketlerinin bir bileşkesi haline dönüşüyor.
Bu sermaye açısında yeni bir durum. Daha önce, 1900’lerin başında olmayan bir durum veya 1900’lerin ortasında olmayan bir durum.
Oda kurulurken 1950’lerde, hatta 1970’te toplum hizmetinde Oda şiarını, ilkesini ortaya atanlar zamanında böylesi bir olgu yoktu. Ortada ne bilgisayar vardı, ne sibernetik devrim vardı, ne de bu modern finans teknikleri vardı.
Finans kapitalin yarattığı bu dönüşümler çok farklı bir iklim yarattı. Sektör ve meslek erbabı artık sadece inşaat yapmıyor, sadece gayrimenkul ya da bina yaratmıyor, aynı zamanda menkul bir değer yaratıyor ve genel anlamdaki finans sektörünün, finans kapitalinin ve küreselleşmenin bir aktörü oluyor
Bu, olgunun aktör yönü. Ama bir de aynı zamanda mağdur oldu bundan meslek.

Mağdur Olarak Nitelikli Emek

Nasıl mağdur oldu? Çünkü biliyoruz, finans kapital her şeye hakim oluyor, emeği bir anlamda sömürüyor veya emek karşısında daha avantajlı konuma geçiyor, bu arada nitelikli emek dediğimiz, bizim de içinde yer aldığımız, inşaat sektörü, mimarlık gibi kesimlerin içinde yer aldığı reel sektörü de sömürüyor.
Bu sömürü nasıl oldu bizim vakamızda? Bence iki türlü bence oldu;
Birincisi finans kapital büyük devasa yatırımlarını yaparken, devasa organizasyonları kurarken dünyada kullandığı emeği hem maksimum anlamda sömürmek istedi, hem de en iyi ve en nitelikli emeği kullanmak istedi.
Bizim su anda tartıştığımız ve uygulamasına giriştiğimiz sürekli mesleki gelişim felsefesinde yer alan “mesleğin tam ve eksiksiz uygulanmasının” böylesi bir yönü de var. Tabii hiç kimse mesleğin tam uygulanmasına itiraz etmiyor. Sıkıntı mesleğin tam eksiksiz uygulanmasında değil. Sıkıntı, siz sürekli mesleki gelişimi uyguladığınızda ve diyelim ki evrensel standart içerisinde, Türkiye’de de, Çin’de de Amerika’da da başka yerlerde de hakim kıldığınızda ne olmakta?
Amerika’da yüzde 1000’e istihdam ettiğiniz bir emeği, Çin’de veya başka bir yerde, Türkiye gibi bir yerde –aynı nitelikte ve mükemmeliyette olmasına karşın- 1’e 10’a istihdam edebiliyorsunuz.
Niteliksiz emek pazarında bu durum çok daha net : Bir Nike ayakkabısı diyelim New York’ta 100 dolara satılıyor, bunun emek Uzak Doğudaki atölyede 11 cent yani 0.11 dolar.
Bu olgu “sürekli mesleki gelişim” ve meslek standartlarının evrenselleşmesi, kalifikasyon akreditasyon mekanizmaları aracılığı ile bir parça bize yani nitelikli emeğe de yansıdı.
Dolayısıyla sürekli mesleki gelişim olgusunu incelediğimizde bir yandan mesleğin tam ve mükemmel uygulanmasını savunmamız gerekir iken diğer yandan “nitelikli emek” in finans kapital karşısındaki statü ve haklarını da ülkesel planda elde edilmesi gereken “derogasyonları” da dengede tutacak politikalar, mesleki politikalar geliştirmemiz gerekli.
Aynı şekilde mesleki sorumlulukla ilgili konuyu ele aldığımızda söz konusu boyutu gözden kaçırmamamız gerek.
Neden? Çünkü büyük şirketler yatırım yaptıklarında yaptıkları yatırımı kontrol etmek istiyorlar, mali müşavirlik şirketlerine ve başka şirketlere, mühendislik, müşavirlik şirketlerine kontrol ettiriyorlar ve orada tabii kontrolün ilk adımı mesleki sorumluluk oluyor.
Bu mesleki sorumluluk meselesi de bir anlamda, bu anlamda baktığınızda nitelikli emeğin bir miktar mağduriyetine yol açan unsurlar taşıyor. Bu ille de böyle olacak demiyorum. Gerçekten mesleği gözeten sağlam kuruluşlar varsa bir memlekette bu sıkıntıların önü alınabilir. Ancak meslek kuruluşlarının bu konuda bilinçli olmaları, politika geliştirmeleri ve gerekli yapısal dönüşümleri başarmaları kaydı ile.

Nitelikli Emeğin Küme Düşmesi

Dolayısıyla mesleki sorumluluk sigortası meselesi buydu. Bir başka mesele daha var; nitelikli emeğin küme düşmesi diyorum buna. Niye küme düşüyor? Çünkü bu mali krizde bütün reel sektör darbe yedi. Birtakım finans aktörleri bazı oyunlar oynadı ve sermaye bir yerlerden bir yerlere birikmeye başladı. Az gelişmiş ülkeler vuruldu, başka reel sektörler vuruldu. Bu arada biz gördük ki Basel kriterlerine rağmen, ki Basel kriterleri dünyadaki bankacılık kriterleri ve dünyada finans sektörünün dikkat etmesi gereken kriterler. Bunlara hiç riayet edilmedi. Finans aktörleri dilediği gibi oyunlar oynadılar ve dünya literatüründe şu andaki anlatımıyla altın paraşütler içersinde masun cennetlere hiçbir şey olmamışçasına indirildiler. Onları kurtarmak için 800 milyarlık, birkaç trilyonluk, 10 trilyonluk , ABD dolarından söz ediyoruz, paketler sırasıyla gündeme kondu.
Orada da demek ki bir mağduriyeti var nitelikli emek olarak mimarlığın. Çünkü söz konusu olan nitelikli emek ise 2008 krizinin tetikleyicilerinden “finans sihirbazı” birinci sınıf vatandaş muamelesi gördü. Zira yaptıkları mesleki hatalar dolayısı ile sorumlu tutulmadılar, mimar ya da inşaat projesi yöneticisi ise ikinci sınıf vatandaş konumuna geçti. Çünkü “tam ve mükemmel hizmet” mesleki sorumluluk sigortası “nitelikli emek” için söz konusu olmayı sürdürdü.
Bu “mağduriyet” konumu ile nasıl mücadele edilecek? Bu alanda mücadele etmek için bir kere işin resminin bütününü görmek lazım.
Siz artık inşaat dediğiniz zaman, inşaat sektörü dediğiniz zaman bu sektörün dünya kapitalizmiyle olan ilişkisini göreceksiniz, bu sektörün finans sektörüyle olan ilişkisini göreceksiniz, bu sektörün menkul bir değere ışık hızıyla dönüştüğünü ve bu menkul değerlere dönüşürken de mali köpükleri oluşturduğunu, bu dünyadaki krizleri oluşturduğunu tetiklediğini en azından bu süreçte pay sahibi olduğunu göreceksiniz ve buna ilişkin tedbirler alacaksınız.
O zaman işte bu Avrupa Birliğinden gelen direktifler, akreditasyon meseleleri, eşdeğerlik meseleleri, malzemelerin Conformity European, Avrupa Eşdeğerliliği alması, bunların akredite olması, diplomaların eşdeğerde olması, bütün bu sistematiği ancak bir bütün içinde ele alıp çözebilirsiniz.
Tek başına sürekli mesleki gelişimi şöyle yapacağım, on tane ders vereceğim deseniz, tek başına mesleki sigortayı böyle yapacağım derseniz çıkamazsınız işin içinden.
Kaldı ki 1995’ten sonra, söz konusu mali köpük oluşurken ve kapital finans kapitale dönüşürken en başta, model aldığımız RIBA (Royal Institute of British Architects) akreditasyon meselelerini, ve daha resmin birçok öğesini kurallara başladı ve bu kuralları profesyonel kodlara entegre etmeye başladı.
Bu süreçlerin bire bir ilintisini görmek lazım ve bir meslek politikası güderken bu meslek politikasının, dünya finansıyla olan ilişkisini görmek lazım. Tam bu noktada mesleği nasıl koruyacağımızı, ülkemizdeki mesleği nasıl koruyacağımızı tasarlamamız lazım.
Dünya kapitalizminin büyük kentlerde, ülkelerde veya başka yerlerde yarattıkları söz konusu mekanizmalar ile, finansal kaldıraç efektleriyle, bütün ülkelerin artık değerlerini nasıl transfer ettiği konusunda bilinç sahibi olmak lazım.
Ardından da bu bilinç ışığında söz konusu mekanizmalara meslek planında, meslek bazında karşı koyabilmek için stratejiler geliştirmek lazım.
Bu nasıl yapılabilir? Dünyadaki bilinçli meslek örgütleri derogasyon dediğimiz birtakım önlemler alıyorlar. Ülke ve uluslar arası hukuku kullanarak Avrupa Birliğindeki anlaşmalara kıyasla veya başka yerlerdeki kabul edilmiş olan anlaşmalara kıyasla özel hükümler getirtiyorlar. Niye? Kendi mesleklerini ve sektörlerini korumak için.


Mimarlar Odası bilinçli bir meslek stratejisine sahip mi ?

Dolayısıyla bizim böylesi bir bütüncü bir bakış açısına sahip olabilmemiz lazım. Peki, biz bu bütüncül bakış açısına Mimarlar Odası içerisinde sahip olabildik mi? Bence pek olamadık. Bir Mimarlık Politikaları diye bir grup öneri kamuoyuna geçen sene duyuruldu, fakat bunlarda, bu konuşmada açıklamaya çalıştığım bütüncül bakış açısı yok. Dolayısıyla birçok konu açıkta kalıyor.
Örneğin şu andaki öğrencilerin diploma / Ünvan sorunları açıkta kalıyor. Değerlendirme uzmanlığının sorunları mimarlar açısından açıkta kalıyor. Meslek mensuplarımızın iş güvenliğiyle ilgili sorunları da açıkta kalıyor. Dışarıda iş gören müteahhitlerimizin, mimarlarımızın sorunları açıkta kalıyor. Hangi konuda “Biz bu meslekte bir sorun yaşıyoruz” diyorsak, o konuda Mimarlar Odası’nın net bir vizyonu, net bir görüşü kamuoyuna açıklanamadı.
İşlevsiz Meslek Odası imajının üstesinden nasıl geleceğiz diye baktığımızda Birtakım mekanizmaları elli yıllık tarihinde Mimarlar Odası içerisinde kurulmaya çalışıldığını hemen görebiliriz.
Bu mekanizmalar Mimarlar Odası’nın hukuki yapısı içerisinde kurumsal bir işleyiş ile de donatılmışlardı.
Bunlardan biri Mesleki Bilimsel Çalışma Kurumları’ydı. Mesleki Bilimsel Çalışma Kurumları bu tür sorunları, sorun temelinde ayrıştırarak her bir meseleyi tek başına ele alarak birtakım otonom, fakat Mimarlar Odasının bütünlüğüyle uyum halinde olan birimler oluşturmayı hedeflemekte idi.
Fakat nedense bu yapılar güdük bırakıldı ya da tamamen işlevsiz hale dönüştürüldü. Aynı şekilde TMMOB yasası ve Mimarlar Odası tüzüğünün mali iştirakler ile ilgili hükümlerinin Meslek Odası yapılanmasına sağlayabileceği potansiyel olanaklar gereği gibi kullanılmadı. Son birkaç dönemin Oda yönetimleri, birtakım gösterişçi toplantılar, paneller, seminerler yapmayı tercih etti.
Ve şu anda görüyoruz Olağanüstü Genel Kurula gideceğimiz şu dönemde, önerilen gündemi irdelediğimizde temel mesleki konularda bir vizyon taşımamaktayız. Konuları birbirleriyle ilintilendiremiyoruz. Finans kapitalin ve onun tetiklediği dünya krizinin mesleğimizi ne biçimde etkilediğini algılayamıyoruz. Dolayısıyla, mesleki sorumluluk sigortası, sürekli mesleki gelişim, Türkiye’deki kriz, mimarlığın toplumun hizmetinde nasıl olacağı, bunların birbirleriyle ilintileri, bağlantıları bütüncül bir bakış açısıyla Oda Yönetimi tarafından önümüze konamıyor.
Bunun üstesinden nasıl geleceğiz? Ben de tam şu anlamda bilemiyorum. Çünkü görebildiğim kadarıyla Oda Yönetimi bu konuda oldukça ketum veya hasis davranıyor ve karşısına çıkan gruplarla birtakım ilişkiler kurmuyor.
Sorun sadece karşısına çıkan gruplar da değil, karşısına çıkmayan gruplarla da oda Yönetimi ilişki kurmuyor.
Bakınız, 35 000 kişilik bir mimarlık topluluğu var, onlarla da yönetim hiç bir biçimde gerçek bir ilişkiye geçmiyor. Şu anda Mimarlar Odasının kimyasına, organizasyonuna baktığımız zaman şunu görüyoruz: Dar bir yönetici kadrosu var ve bir profesyonel kadrosu var. Bunun karşısında yine bence çok fazla gelişememiş bir muhalefet grubu var. Bunun dışında da kamuoyu ve genel olarak genel mimarlık kitlesine ulaşamamış bir “müesses resmi oda düzeni” var.
Mimarlık kitlesi ile kronik iletişimsizlik söz konusu
Bakın son üç Oda Genel Kurulu’na. 2004 Genel Kurulu, 2006 Genel Kurulu, 2008 Genel Kurullarında binin üstünde delegenin katıldığı seçimlerde, çoğunluk usulü kuralı geçerli olmasına karşın yönetim listeleri delindi.
Bu sonuçlar bir parayı attığınızda yazı veya tura değil de dik düşmesi kadar olağanüstü bir durum. Üç kere bu durum yaratıldı. Bu durumun yaratılmasına rağmen katılımcı ve demokratik bir sonuç elde edilemedi.
Şimdi şunu görmek lazım: Bütün bu kronik yapısal çıkmazın sonucunda sadece iktidarda olan grup değil, muhalefette grup da bozunmaya uğruyor ve bir fasit daireye düşülüyor. İktidar ve muhalefet burada bir kaplan kafesinde kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kedi gibi çırpınıp duruyor.
Buna bir son vermemiz lazım. Buna bir son verilmezse ne olacak biliyor musunuz? Bence Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin hukuki varlığı ve yasal varlığı dış dinamiklerin etkisi ile sona erebilir. Bu konuları belki gülümseyerek dinleyenler olabilir, ama 1971’den önce Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değişebileceğine ilişkin yapılan bazı uyarılar gereğince ilgili kesimler tarafından dikkate alınmadı ve sonra bildiğiniz gibi 1970 ve 1980 anayasaları balyoz gibi Türk ulusunun kafasına indi. Kırk yıldır bunun içinden çıkmaya uğraşıyoruz.
Benim bugünkü toplantıyla ilgili söyleyebileceğim şey şu: Bu toplantı eğer mimarlık sorunlarını araştırma, yeni bir mimarlık için araştırma, mimarlık sorunlarını araştırmak için bir düşünce tankı oluşturabiliyorsa ne ala.
Benim de önerim bu olacak; yani mimarlık sorunlarını araştırma çalışma grubu oluşturulsun.
Teşekkürler.