13 Ekim 2007 Cumartesi

Kırsal Med - Kentsel Cezir 1992

KIRSAL MED - KENTSEL CEZİR

Sürdürülebilir Kalkınma İçin Mimarlık Kavramına Türkiye Özelinde bir Yaklaşım Denemesi

Raşit Gökçeli, Y. Bölge Plancısı, Mimar.
Haziran 1992

Ekoloji Salt Çevre Korumacılığına İndirgenebilir mi?
20. asrın teknolojik ve ekonomik senaryosu ve bu senaryonun muvaffak STAR’ı kapitalizm dünyayı “büyüme için büyüme” rasyonelinin kıskacı içine aldığı gibi insanlığı da sadece kendine ait bir TAHAYYÜL ETME YARI ÇAPI içinde hapsetti.
Günümüzde “Büyüme için büyüme” rasyoneli ve onu ideolojik planda yeniden üreten Serbest Pazar Ekonomisi mantığına en güçlü muhalefet EKOLOJİK bakış açısından geliyor. İhtiyaç fazlası büyümenin dünyanın tabii (flora, fona ve çevre) kaynaklarını yokettiğine işaret etmekle kalmıyor ekolojik söylem; Aynı zamanda insanın yarattığı kültürel çevreleri de yokeden yönüne parmak basıyor. Castoriadis’in belirttiği gibi;
“Yalnızca yerine konamayan çevre ve kaynakların tahribi değil, aynı zamanda tüketim aygıtlarına, televizyon kanallarının bilinçsiz izleyicilerine dönüştürülmüş insanların antropomorfik yıkımı da söz konusu. Kentler, neolitik dönemin bu hârikulâde ürünü, Amazon ormanlarının yokedilişine koşut bir hızla, getolar, ikâmetgâh banliyöleri ve gece sekizden itibaren insansız ölü mekânlara dönüşen iş merkezlerine indirgenerek, bölük parça edilerek yokediliyor.”
İşte bu özellikleriyle Ekoloji ÇEVRECİLİĞİN de ÖTESİNDE bir içeriğe sahiptir. Ekoloji, daha doğrusu politik ekoloji salt çevre korumacılığına indirgenemez.
Ekoloji, insan, beşeri faaliyetler ve doğa arasında varolan ilişkileri, doğayı dönüştüren insanlığın sonuçta kendi varlığını da tehlikeye atmasını irdeler. Alain Lipietz’in belirttiği gibi;
“Politik ekolojinin hedefi insan ve doğa arasında nihayi bir hakemlik görevi üstlenmesidir. Konusu insanlığın üretici, dönüştürücü, tüketici eylemleridir. Düpedüz ekonominin kendisidir.” “Ekonomi ve ekoloji adeta tek kavrama dönüşmektedir”.
Lipietz ekolojinin temel akslarını irdelerken şu üç ana noktaya değiniyor:
1- Ekolojinin dayandığı ”değerler” seti. Ana başlıkları, doğaya karşı sorumluluk, özerklik ve dayanışma olarak beliren bu değerler seti ekolojinin sosyal formasyon ile ilişkisini de belirliyor.
2- Ekolojinin ekonomisinin temel çıkış noktası olan değişik çalışma biçimlerinin gündeme getirilmesi. Ekolojik görüş çalışmayı temelinden sorgularken kapitalist toplumun iş organizasyonunu da yeniden tasarlar. Önceliği ücret ilişkisinin dönüşmesine verir. Özerk ve küçük çalışma gruplarını, kooperatifleri, semt gruplaşmalarını, kırsal cemaatleri öne çıkarır. Üretimin mantığı gerçek gereksinmelerdir, tüketim çılgınlığı değildir.
3- Ekolojinin en önemli aksı kuşkusuz “yaşam mutluluğunu” esas alan yeni bir “dağıtım biçimi”dir. Bunun en önemli ögesi ise maddi olmayan, (gerçek gereksinmelere dayanmayan) toplumsallaşmayı önleyen büyümeyi sorgulamaktır.
Bu ise gereksiz üretimin muadili olan çalışmanın da irdelenmesini getirir. İşte bunun için ekolojik söylemin temelinde, ekonomik bakış açısında ÇALIŞMA ZAMANININ AZALTILMASI yer alır.
İnsanın doğa ve teknolojiyle dengesinin temelinde yer alan ve gerçek EMANSİPASYONU sağlayan temel değişken ekolojik düşüncede çalışma saatinin azaltılması kavramı etrafında şekillenir.
Yeniden değerlenen (revaloris‚) serbest zaman, özgür bireylerin ve serbest zamanın betimlediği yeni bir toplum projesinin de temel taşıdır.
”Nüzüllü Entellektüeller”
Ekolojinin teknoloji ile ilişkisini dile getirirken felsefeci Michel Serres nüzüllü entellektüeller çağrışımını yapıyor. Michel Serres’e göre çevreye ait analizler yalnızca beşeri ilimler vasıtasıyla yürütülemez. Fizik, klimatolojik, istatistiksel, biyokimyasal, jeofiziksel sorunlara hakkı ile yaklaşabilecek bir kültürel birikim de gerekmektedir. Serres yarım kalan bir kültürel donanımı “nüzüllü kültür” betimlemesiyle çarpıcı bir şekilde eleştiriyor ve çağdaş politik düşüncenin böylesine yarım kültürlü kişiler eliyle yürütülmesinin doğurduğu sakıncaların altını çiziyor. Gerçek karar vericilerin bu tür uç bilimsel ve teknolojik alanlarda yer alan araştırıcılar olduğu savını ortaya atıyor. Dünyayı değiştirebilecek aşamaya gelmiş teknolojinin insanlığa tüm dünyaya ait bir sorumluluk yüklediğini belirtiyor Serres. Bu sorumluluk aynı zamanda ahlaki normların yeniden tanımlanmasını gündeme getiriyor. Buluşlar ile buluşların gerçekleştirilmesi ve toplumsal tüketime “ihtiyaç” olarak sunulması arasında giderek daralan zamanın bilim ve teknoloji güçleri ile yasama ve hukuk kadroları arasında yeniden tanımlanması gereken ilişkileri gündeme getirmesi Serres’e göre günümüzün en acil sorunu olarak karşımızda duruyor.
Sonuçta Serres beşeri ilimler, politik ilimler ve pür bilim arasında oluşan interdisipliner ilişkilere dikkat çekiyor.
Protestan teolog Jacques Ellul ise daha 1954 yılında yazdığı “Teknik veya Asrın Oyunu” adlı eserinde emperyalizmin teknolojik boyutunu ve teknolojik hegemonyanın sosyal organizasyonlar düşünce yapıları üzerindeki etkisini tartışıyordu.
Yeni bir toplum projesi önermesi, bilimsel, interdisipliner karakteri, kapitalizmi liberal üretim ve teknolojik emperyalizm temel özellikleri içinde, temel kategorileri itibariyle sorgulayan özellikleriyle ekolojik düşünce, başta işaret edilen insanlığın TAHAYYÜL ETME YARIÇAPINI genişletme ona yeni ufuklar açma olanağı sunuyor.
Şu şartla ki tüm boyutları ve interdisipliner karakteri ile ele alınsın! İşte bu nedenle ekolojiyi yalnızca çevre koruma mantığına indirgememek gerekmektedir.
Sürdürülebilir Kalkınma için Mimarlık Kavramına Türkiye Özelinde Bakış
Türkiye Kuzey-Güney Zıtlaşması İçinde Nerde Duruyor?
Çevre koruma ve ekolojik söylem somut çaba ve önlemlere sıra geldiğinde süratle bir kuzey - güney zıtlaşmasına dönüşmektedir. Kuzey nüfus artışı ve kalkınma çabalarında kirlenme sorunlarına kaynak ayırmaması nedeniyle güneyi suçlamaktadır. Güney ise esas kirleticinin kuzey olduğunu belirtmekte, kalkınma çabalarının dünya ekonomik düzeninin mevcut durumu ile uluslarası ticaret hadlerindeki eşitsizlikler dolayısıyla akamete uğradığını ve bunun sorumlusunun kuzey olduğunu iddia etmektedir. Ünlü bir deyişle, “eğer Amazon ormanları gezegenimizin ciğerleri ise üçüncü dünya ülkelerinin borçları gezegenimizi zatürree etmiştir.” Türkiye bu ilişkilerin içerisinde kendine özgü bir yerde durmaktadır. Nüfus artışı 1950’lerde binde 40 iken DİE Genel Müdürü sayın Orhan Güvenenin son açıklamasına göre binde 21’e inmiştir. Kişi başına GSMH 2000 $ civarındadır. Kentleşme özellikle İstanbul’da sorunlu olmakla birlikte nüfusu ülke nüfusunun yarısına erişen “primate city” yoktur. Enflasyon kronik ve yüksek olmakla birlikte sanki bulunduğu seviyede (%70) kendine ait bir denge yakalamış gibidir. Latin Amerika ülkelerinde rastlanan bir hiper enflasyon olayına -hiç değilse şimdilik- tanık olunmamıştır. Konut ihtiyacı imarlı bölge ve imarsız bölgede özel bir denge içinde “iki koldan” karşılanmaktadır. Mevcut toplumsal denge toplum içinde varolan bir geniş uzlaşma ortamının ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Bir bakıma Enflasyon lobisi ne kadar mevcutsa kentsel rantların ortaya çıkmasında da benzer uzlaşma ve dengelerin varlığından söz etmek olasıdır.
Ancak, son yıllarda finans kapitalin kentsel rantlar üzerinde yeni yaklaşımlar içinde olduğu görülmektedir. Bununla birlikte klasik kentsel rant çıkar çevrelerinin küçük girişimci, esnaf gruplarından finans kapitalin temsilcilerine dönüşmesi de zaman içinde yer alacağı gibi yakın bir gelecekte her iki grubun da birbirini tamamen sahneden silmesi de beklenmemelidir. Bunun ana nedeni büyük sermayenin küçük üretimle atölye bazında eklemlenmiş olması, bayilik sistemlerinin orta girişimci katmanlara dayanması v.b.dir.
Bu tabloya enformel sektörün Türkiye’deki özellikleri, marjinal sektör, enformel sektör ve hatta mafyanın kendine has dengeleri de eklenmelidir.
Şu halde Türkiye’de yapı sektörüne ve kentsel rantlara baktığımızda aşağıdaki varsayımları ortaya koymak mümkündür.
Önümüzdeki Yirmi-Otuz yıl İçerisinde Kentsel Rantlar, Konut Stokları Açısından Önerilebilecek Bazı Hipotezler
Birinci grup hipotez nüfus hareketleri ile ilgilidir.
H1.1.- Binde 21’e düşen nüfus artış hızı kentleşme süreçleri ile birlikte yavaş da olsa düşmeye devam edecektir.
H1.2- Güneydoğu’daki etnik sorunlar Kuzey-Güney çekişmesi içinde “pilot ülkelerden” biri olan Türkiye’nin enternasyonal güçler tarafından yakın takibe alınacağı ve Türkiye’nin “aleyhinde” sonuçlanmayacağı; buna karşın Türkiye’nin daha “ademi merkeziyetçi” bir yönetim modeline geçeceği; dolayısıyla batı metropolleri üzerinde oluşan nüfus göçü dalgasının hissedilir ölçüde azalacağı varsayılabilir.
H1.3- Tüm bu varsayımların sonucunda % 40’a yakını 12 yaşın altında olan Türkiye nüfusunun (dibe doğru genişleyen tek hörgüçlü deve tipli nüfus piramidi) 20-30 yıl sonra çift hörgüçlü deve piramidini andıracağı varsayılabilir.
H1.4- Bunun anlamı 20-30 yıl sonra Türkiye’de metropolleri terketmeyi düşünebilecek olan geniş bir EMEKLİ KİTLESİNİN varlığından söz edilebileceğidir.
İkinci grup hipotez söz konusu nüfus piramidindeki değişmelerin doğurabileceği göçler ve bunlara ilişkin konut talepleri ile ilgilidir.
H2.1- Kentte yer alan emekli-orta yaş nüfusunun orta-üst katmanlara dahil olan bölümü problemli metropolleri terkederek kırsal bölgelere ya da kıyı kentlerine ya da ikincil konutlarına kısmen de olsa (senenin bir bölümü) göç edecektir.
H2.2- Kentte ise kenti terkeden nüfusun ailelerinin genç fertleri kalacaktır.
H2.3- İletişim teknolojisindeki gelişmeler de banliyöleşmeyi ve metropol dışında küçük yerleşme birimlerine göçü hızlandıracaktır.
H2.4- Tüm bu gelişmeler şimdiden gözlenen konut talebinde bir doyum noktasına ulaşılacağı (şimdiden İlhan Tekeli ve Raci Bademli gibi bazı müellifler bir gayrımenkul borsası oluştuğunda mevcut spekülatif değerlerin bugünkü seviyesinin hayli altına düşebileceğine işaret etmektedirler) buna karşın Bakımı ve sıhhileştirilmesi gereken bir konut stoku ile karşılaşacağımızı göstermektedir.
H2.5- Gerek kent içinde eskimiş konut stokunun yenilenmesi gerekse kent dışında mevcut ikincil konutların birincil konuta dönüşmesi süreci şimdi olduğu gibi yıkıp yeniden yapma yerine (4 katlının yıkılıp 6-7 katlı v.b yapılar inşa edilmesi) mevcut konut stokunu yeniden değerlendirme bakım ve onarım ve sıhhileştirme esasına dayanacaktır.
Üçüncü grup hipotez 20-30 yıl sonra Türkiye’de Koruma ile ilgili perspektiflerle ilgilidir.
H3.1- Mevcut eskimiş konut stokunun yeniden değerlendirilmesi yukarıda zikredilen doyum noktası ile spekülatif değer artışının da 20-30 yıl sonra bir doyum noktasına erişeceği varsayımına dayandırılabilir.
H3.2- Başka bir deyişle bugün için yeni ve ilave konutun doğurduğu spekülatif değer artışı ve bunun kullanıcı tarafından bir tasarruf mekanizması olarak irdelenmesi süreci sona erecektir. Buna karşın konutun bakımı, yenilenmesi, restorasyonu kullanıcısına ekonomik olarak daha fazla değer kazandıracaktır.
Dördüncü grup hipotez koruma perspektiflerinin ekolojik bakış açısı ile eklemlenmesine dairdir.
H4.1- Metropol dışında yeniden değerlendirilecek bir ikincil konut stoku, metropolde ise bakım onarım gerektiren bir konut stoku, öte yandan orta yaşlı bir emekli grubun varlığı 20-30 yıl sonrasının profili olarak siluet biçiminde ufukta görünmektedir. Emekli grubu olsun iletişim olanaklarının artması sonucunda metropol dışında hem ikamet eden hem de iş organizasyonu içinde faaliyetine devam eden nüfus olsun ekolojinin temel sorunsallarından biri olan ÇALIŞMA ZAMANININ AZALMASI ile bir yerde çakışmaktadır.
H4.2- O halde koruma ve sürdürülebilir kalkınma için mimarlık kavramlarına uyum sağlayabilecek bir toplumsal grup kendiliğinden var olacağına göre plancıların ekolojik tasa taşıyan her türlü sivil toplum örgütü ve hükümet dışı örgütün (NGO) gözönünde bulundurmaları gereken bir strateji de ufukta görünmekte demektir.
H4.3- Bu stratejinin temel ögeleri:
H4.3.1- Potansiyel olarak mevcut olan grupların birincil ve ikincil konut stoklarının yeniden değerlendirilmesinde (comprehensif) bütünsel ilkelerin ortaya konmasıdır. Bunların birincisi kuşkusuz inisyatif grupları oluşturmanın hukuksal temelini ortaya koyabilmektir. Esasen Ekolojik bakış açısında arızalı devletin yerine toplumsal dokunun örgütlenebilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Bu ise temelinde bir demokrasi meselesidir. İnisyatif gruplarının , derneklerin en geniş demokratik ortamda ifade bulmalarına olanak sağlayacak her türlü demokratik gelişme bu arada dernekler yasasının demokratikleşmesi birinci hedeftir.
Peki, Plancılar konut stokunun ve çevrenin iyileştirilmesi, bakımı amacı etrafında örgütlenen gruplara neler önerebilirler?
H4.3.2- Bir çıkış noktası ekolojik sorunsala uygun enerji sistemlerinin ortaya konabilmesidir. Mevcut yapı teknolojisinin enerji ısrafına dayanan çözümleri yerine izolasyon ve enerji sakınımını mümkün kılan teknik çözümleri önermek bunları geniş kitlelerin kullanımına açmanın yollarını bulmak bu alanda gerekli bilgilendirme ve teknik yardımı yapmak herhalde ekolojik tasa taşıyan plancı ve HDÖ’lerin amacı olmalıdır.
H4.3.3- Yine enerji konusunda konut ve konut gruplarını doğal enerji (örneğin güneş enerjisi) kullanımı konusunda teknik olarak yönlendirmek de yukarıda sıralanan kuruluşların amacı olmalıdır.
H4.3.4- Söz konusu tekniklerin kullanılmasında büyük firma ve holdinglerin metalaşmış ürünlerini değil lokal el emeğinin artizanal özelliklerini kullanmayı teşvik edecek modellerin dizayn edilmesi de bu HDÖ ve mesleki kuruluşların görevleri arasında yer almalıdır.
Böylelikle kısa zamanda eskiyen yıpranan aksesuarların yerine uzun ömürlü malzeme ve donanımları öne çıkarmak da gözetilecek hedefler arasında olacaktır.
(Örneğin perçin yerine vida cıvata gibi tamiri mümkün çözümler firmaların el emeği ile tamiri mümkün olan dizaynlara zorlanmaları v.b.)
H4.3.5- Gerek çevre düzenlemelerinin ıslahı gerekse konutların ve yapıların serbest zaman faaliyetlerine ve (convivial) insan ilişkilerini maksimize eden İNSANI İNSANIN SICAKLIĞINA YENİDEN KAVUŞTURAN mekânların dizaynı ya da bu tür mekânların bu nitelikte mekânlara az bir müdahale ile nasıl dönüştürülebileceği konusunda alternatifler sunulabilmelidir.
H4.3.6- HDÖ’lere, meslek örgütlerine düşen görev Ekolojik planlama ve çözümler üretmek bu konuda yardım talep eden inisyatif gruplarına hizmet sunan EKOLOJİK DANIŞMA BÜROLARI oluşturmaktır.
H4.6.7- Metroplollerde yozlaşmış merkezi iş alanı bölgelerinin ıslahı da ufukta görünen sorunlardan biridir. Özellikle tarihi ve kültürel değeri olan kent dokularının geleceği de kültürel mirasın korunması açısından önem kazanmaktadır. Bu alanda bu tür kent dokularına entellektüel bir nüfusun yerleşme eğilimi çözümleri mümkün kılabilecek bir ortam yaratmaktadır. Bu tür grupların örgütlenerek tarihsel kent dokusu içinde yeni alternatifler yaratma eğilimleri desteklenmelidir. (Örneğin İstanbul’da Beyoğlu ve çeşitli semtlerde kurulan dernekler, ÇEKÜL v.b. dernekler).
H.4.7- Son olarak ekolojik tasa taşıyan HDÖ, meslek örgütleri, kooperatifler. dernekler v.b. sivil toplum Örgütlerinin bir BASKI GRUBU oluşturmalarını sağlayacak mekanizmalar harekete getirilmeli, yasal sistemde değişiklik, kamu fonlarının bu tür inisyatiflere tahsisi, temel malzemeleri üreten firmaların tüketici örgütlerinin denetimine açık hale getirilmeleri de gözetilecek stratejinin unsurları olacaktır. Bu alanda LOBİCİLİK mekanizmaları harekete geçirilmelidir.
(Kat Mülkiyeti Yasası bu bağlamda önemle üzerinde durulması gereken bir alandır. Ayrıca Murat Balamir’in kentsel mülkiyet biçimi olarak konuyu irdeleyen araştırması da bu alanda örnek olarak zikredilmelidir.)
Sonuç
Kırsal Med - Kentsel Cezir
Sürdürülebilir Kalkınma için Mimarlık sorunu etrafında akla gelen senaryolardan biri olarak öne sürülen hipotezler temelinde 20-30 yıl içinde metropolü terkedecek bir emekli nüfusun şu anda yılda 15 -20 gün kullanılan ve devamlı atıl duran ikincil konutlarına yerleşecekleri ve buna koşut olarak metropolde de bakımı gerektiren bir konut stokunun varolacağı ve kentsel rantların uğrayacağı dönüşümler yer almaktadır.
Ekolojik tartışmalarda, doğal enerji kaynağı olarak önerilen med ve cezir olgusuna bağlı olarak elektrik enerjisi üretimi örneği akla getirildiğinde 1950’li yıllarda kentlerimizde yaşanan göç olgusunu, analoji yerinde ise MED’e 2000’li yıllarda yaşanacağı varsayılan kentten göçü de CEZİR’e benzetmek mümkündür.
Plancılar ve toplum olarak biz MED’i yararlı bir toplumsal enerjiye dönüştürmeyi beceremedik.
2000’li yıllarda kentten periferiye oluşacağı varsayılan göçü yani CEZİR’i yararlı bir toplumsal enerjiye dönüştürme fırsatını heba etmesek nasıl olur?

Hiç yorum yok: