19 Aralık 2019 Perşembe

4. Endüsrtiel Devrim ve Mimarlık









4. Endüstriyel Devrim ve Mimarlık









                                                   Raşit Gökçeli




Giriş

Endüstri 4.0 ve mimarlık ile ilgili düşüncelerimi ve hayli çetrefil, çok boyutlu bu mesele ile ilgili olarak ulaştığım sentezi bu kısa kitapta yer alan beş makale ile açıklamaya gayret ettim.

1-“4. Endüstriyel Devrim ve Mimarlık  / Kriz Yok Dönüşüm Var” adlı makalemde endüstri 4.0, yapay zeka, planlama ve mimarlık konusuna sentetik açıdan yaklaşmaya çalıştım.

Konunun felsefe, fen, finans, yapay zeka ile ilişkisini içinde yaşadığımız neokapitalist düzen ile de ilişkilendirerek açmaya gayret ettim.

2-“David Harvey Üzerine Temrinler” adlı makalemde, David Harvey’in dahiyane sunuşu “Visualisation of Capital” den yararlanarak kapitalist bir toplumsal formasyonda kentsel rantların sermayenin para-meta-para döngüsü içerisinde modern kentlerin gelişmesinden de yararlanarak ne tür finansal köpükler yarattığını açıklamaya çalıştım.

Söz konusu olgunun sermayenin organik yapısı üzerindeki etkilerine işaret ettim.

3- “Gayrımenkulün Menkule Dönüşmesi Süreci” adlı makalemde, dijital teknoloji ile finans teknolojisinin gelişmesi sonucunda yakın zamana kadar likid olmayan bir sermaye türü  sermayenin organik kabullenilen gayrımenkulün mortgage (tutsat) ve benzeri tekniklerle ışık hızı ile menkul kıymete dönüşme özelliğini kazanmasını irdeledim.

Gayrımenkulün menkul kıymete dönüşmesi ile birlikte sermayenin organik kompozisyonunun değişmesini ve bu durumun planlama disiplinleri üzerindeki muhtemel etkilerini tartıştım.

4- “Kentlerimizde Çevresel Sorunlara Çözüm Ararken…Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar / Gayrımenkul Değerlerin Menkul Değerlere Dönüştürülmesi ve İkincil Piyasaların Çevreyi Koruma Amaçlı Vergilendirilmesi için Bir Model Önerisi” adlı makalemde benzer sorunları 2005 yılında ülkemizde kurulmasına çalışılan mortgage piyasaı yasası bağlamında tartıştım.

5- “Nitelikli Emeğin Eğretileştirilmesi / Mimarlık Alanında Dönüşüm Vektörleri” adlı makalemde ise refah devletini ilmik ilmik çözen neokapitalist düzen içerisinde prekarizsyon olgusunu ve bu olgunun planlama ve mimarlık mesleği üzerindeki izdüşümlerini tartışmaya açtım.




                            4. Endüstriyel Devrim ve Mimarlık

Kriz Yok Dönüşüm Var

Raşit Gökçeli, Y.Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)

2018 - 2019


Gölgemiz aynaya düşmez bizim
Ne varsa sanal imgede var

Ön Giriş Niyetine

“Bize Ekmek yoksa size de huzur yok”

19.yüzyıl dünyasının ünlü hayaletinin ruh ikizi 21. yüzyıl dünyasının semalarında dolaşmakta !

Latin Amerika, Amerika, Avrupa ülkeleri, Afrika, Ortadoğu ve Asya’da velhasıl gelişmiş, gelişmekte olan, ister sıcak ister soğuk savaşta olan ister demokrasi ister otoriter rejimler altında yönetilen tüm dünya ülkelerinde emeği ile geçinen geniş halk yığınlarının mevcut yönetimlerden talepleri var.

Talepler sokaklarda dile getirilmekte !

Emekçi halk yığınları daha iyi yaşam koşulları talep ederek dünyanın belli başlı kentlerinin sokaklarını arşınlamakta !

Emeği ile geçinen geniş halk yığınları, eğitim, sağlık, emeklilik, yaşam kalitesi alanlarında düzenin kendilerine sunduğundan hoşnut değil.

1970’lerden bu yana dünyada süregelen neokapitalist düzen ve küreselleşme, 2. Dünya Savaşı ertesinde kısmen ulaşılan refah devletlerini kemirerek, zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir, orta sınıf ve katmanların giderek milli gelirden daha az pay aldıkları toplumlar yarattı.

Sermaye değil insan odaklı kentler, çevre dostu kentler, doğa ile bütünleşmiş kentler, insan sıcaklığı, dost ortamlarının egemen olduğu konut alanları, kent makroformları, küresel iklim değişikliklerine duyarlı kalkınma modelleri, cinsler arsında eşitlik, tüm dünya halklarının belli başlı talepleri arasında yer almakta.

Bireylerin, emekçilerin yeteneklerini geliştirmelerine olanak sağlayan iş organizasyonu, iş bölümü (division of labour) hedefi, fordist ve post fordist istihdam biçimlerinden, esnek istihdam koşullarından bıkan usanan geniş halk yığınlarının talepleri arasında yer almakta.

21. yüzyıl dünyasının kentlerinin semalarında dolaşan hayalet; “zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok” diyen 19. yüzyıl hayaletinin ruh ikizi, 21. yüzyılın hayaleti diyor ki :

Bize ekmek yoksa size de huzur yok”.


Giriş niyetine


Emek – Nitelikli Emek – Yapay Zeka ile Donanmış Nitelikli Emek

Küreselleşme ve neokapitalizmin 1970’ler sonrasında parlayan yıldızı sadece emeği değil nitelikli emeği de eğretileştirdi (bkz: Raşit Gökçeli, “Nitelikli Emeğin Eğretileştirilmesi”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr. )

Neokapitalistler “tarihin sonunu” ilan ettiler ve artık toplumsal formasyonun yegane itici gücünün serbest pazar mekanizması olduğunu savladılar.

19. asrın ve 20. asrın başlangıcının  toplumsal mücadele pratiği, geleneği çöpe atıldı, toplumun gelişmesi finansal çevrelerin, sermaye çevrelerinin çok uluslu sermaye şirketlerinin borsa performanslarına endekslendi.

Emeğin milli gelir içerisindeki payı göreceli olarak geriler iken bu kez nitelikli emek de aynen emek gibi toplum içerisinde irtifa kaybına uğradı.

Literatürde prekarite olarak isimlendirilen bu süreç, nitelikli emeğin eğretileştirilmesi, uzmanlaşmış kadroların, artmakta olan işgücü verimliliğine karşın uzmanlık ve becerilerine orantılı bir gelir elde edememeleri ve yaşam standartlarının düşmesine yol açtı.

Neokapitalist devirde, delokalizasyon, deregülasyon, kemer sıkma (austerity) gibi yöntemlerle sermaye, dünyanın her yerinde toplum dokusunu ilmek ilmek çözdü. Sendikal haklar, siyasal mücadele biçimleri giderek kapitalist toplumda etki ve işlevlerini yitirdi.

Ekonominin finanslaşması sonucunda maddi üretim finansal işlemlerin hacmi karşısında güdük kaldı.

Finans dünyası toplumsal yapıya, formasyona hakim oldu.

Biz plancıları ilgilendiren bir aşama ise finans teknikleri ve dijital hesaplama yöntemlerinin giderek güçlenen bilgisayarlar aracılığı ile gayrımenkulün ışık hızı ile menkul değerlere dönüşmesi ve bunun sonucunda sermayenin organik yapısının değişime uğramasıdır. (bkz.: Raşit Gökçeli, “David Harvey Üzerine Temrinler” ve “Meslekte Dönüşüm / Mimarlar Odası Ankara Şb Yayını – dosya 07, mart 2008”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.

Plancılar olarak hem sermayenin para – meta – para döngüsü içerisindeki dönüşümü esnasında üretimine nitelikli emeğimiz ile katkıda bulunduğumuz gayrımenkulün menkul değerlere dönüşmesinin anlamını kavramamız, hem de emeğin sermaye yapısındaki göreceli değerinin azalmasından ötürü statümüzde oluşacak değişikliler ile nasıl baş edeceğimizi düşünmemiz gerekecektir.


Nitelikli emeği tehdit eden bir diğer sorun : Yapay Zeka


Emeğin ve nitelikli emeğin başına gelenler sadece neokapitalizmin saldırısı ile sınırlı değil!
Turbun büyüğü heybede !

Emeğin ve özellikle nitelikli emeğin 4. Sanayi devrimi dolayısı ile karşılaşacağı bir dizi yeni sorun gündeme geldi.

Nitelikli emek, prekaritenin olgusu sonucunda toplumdaki gücü ve statüsünü yitiriken bu kez yapay zekanın iş organizayonunda getirdiği bir dizi yeni sorun ile de karşı karşıya kalmış durumda.

4. sanayi devrimi çalışmanın, ücretin yeni baştan tasarlanmasını gündeme getirecektir.

Yeni bir toplum, başka bir dünyanın eşiğine adım atmış bulunmaktayız.

Birçok geleneksel meslek ve iş gereksiz hale gelirken, nitelik gerektirmeyen el ve kafa emeği, robotlar, bilgisayar programları ile ikame edilirken, klasik sendikal ve siyasi örgütlenmeler 4. Sanayi devrimi dünyasının sorunlarına bambaşka taktik ve stratejiler geliştirerek yanıt vermek zorunda kalacaklardır.

Halihazır emek, sermaye, ücret, çalışma düzeni baştan sona değişime uğrayabilecek, vatandaşlık geliri, ya da kamu mal ve servislerinin herkese, toplumun her kesimine, ulaşılır kılınmasını sağlayan fiyat indirimleri bizzat mevcut düzenin iktidarları tarafından yakın bir gelecekte uygulamaya konabilecektir.

Eski dünyanın sendika, parti örgütleri “başka bir dünyanın mümkün” olduğunu tasarlamak, bu yeni dünyayı kendi kitlelerine ve topluma anlatmak, yeni yaşam tarzlarını inşa etme zorunluluğu ile karşı karşıya kalacaklardır.

Dolayısı ile genel geçer, sistem karşıtı eleştirilerde kriz diye tanımlanan süreçler, sisteme getirilecek basit düzeltmeler, değişmekte olan dünyayı, farklılaşan bir toplumsal yapıyı yorumlamakta yetersiz kalmaktadır.

İçine adım attığımız yeni sanayi 4.0 toplumlarının parametrelerini kavramamız, plancılar olarak, değişmekte olan toplumların yeni paradigmalarını anlayacak biçimde kendimizi yeni bilgi ve teknolojilerle donatmalıyız.

Neokapitalizme alternatif arayışları “kriz çözme” çaba ve yaklaşımları ile değil, toplumsal formasyonu temelden değiştirecek dönüşümler ile mümkün olacaktır.

Çözüm paradigma değişikliklerinde ve olası, mümkün, başka bir dünya arayışlarında yatmaktadır.

Özetle 4.sanayi devrimi dünyasında kriz yok dönüşüm vardır.

Yeni bir dünyayı, mümkün başka bir dünyayı tasarlayabilmek ise yeni teknolojileri kavramak, 4. Sanayi Devrimi ile gündeme gelen değişen dünyayı yorumlayabilmeyi gerektirmektedir.

Felsefe, Fen, Finans alanlarında yaşanan keskin değişimleri kavramayı sağlayan bilgi ve teknoloji ile donanma gereksinimi emek güçleri için de bir var olma / varoluş sorunu haline dönüşmüştür.

İncelememizi. sanayi devrimlerin neler oldukları ve 4. Sanayi devriminin özelliklerini açıklayarak sürdürelim.


Dört endüstriyel devrim


Makalemizin bu bölümünde, yaşamakta olduğumuz teknik dönüşümün yaşantımızda, yaşam çevremizde yaratmakta olduğu, olacağı değişimler ve bu değişimlerin mimarlık ve şehircilik disiplinlerinde oluşturacakları olasılıklı farklılıkları tartışmaya gayret edeceğim.

4. endüstri devrimi içerisinde olduğumuz kabul ediliyor. Sırasıyla sanayi devrimleri :

1. endüstri devrimi buharlı makinelerin ortaya çıkışı ile toplumsal üretimin inorganik enerjiden organik enerjiye dayanarak yapılması ile başladı.

Bu dönüşüm kırsal nüfusun kentlere, fabrikalara göç etmesini, kentlerin merkezlerinin dünya ticareti aracılığı ile zenginleşmesini tetikledi, merkezde zengin varsıl kesimlerin periferide kırdan kopan yoksul proleter kitlelerin yer aldığı bir kent makroformunu oluşturdu.

2. endüstriyel devrim ise elektrikli aletlerin (buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi v.b) ile binek arabalarının ortaya çıkması ve bunların doğurduğu yaşam koşullarının kısmi iyileşmesi sonucunda hem kent makfroformunun hem konut mimarisinin değişerek, çalışan sınıfın, banliyö, uydu kentler sanayi kentleri gibi mekanlarda yaşam sürmesi ile karakterize edildi. (Amerikan rüyası, banliyö, uydu kentler )

3. endüstriyel devrim ise sayısal teknolojinin üretim içerisinde yer alması ile gündeme geldi.

Bu aşamanın kent makroformu ve bina yapım biçimi üzerindeki bu yazıyı ilgilendiren etkisi, 2. Endüstriyel Devrimin toplumsal izdüşümü olan refah devletinin kademe kademe ortadan kalkması ve giderek emeğin ister niteliksiz ister nitelikli olması giderek eğretileşmesi olmuştur. (Prekarizasyon olgusu !)

2. endüstriyel devrim kent makroformunu etkiledi, kentler ulaşımın motorize olması sonucunda merkezi iş alanları, sanayi, rekreasyon, konut bölgeleri birbirlerinden ayrıştı.

3.endüstriyel devrimin kentleri çalışanlar ile varsıllaların belirli kent makroform kalıpları içerisinde, merkez, periferi, merkezi iş bölgeleri, sanayi bölgeleri, rekreasyon bölgeleri, eğitim, sağlık, v.b. işlevlerin akademik kurallar çerçevesinde yer aldıkları yerleşmeler biçiminde oluşmadı.

Prekaritenin emeğin statüsünü ve toplumsal gelirden aldığı göreceli payı kemirmesi sonucunda kentler iççerisindeki kamusal alanlar yok olmaya ya da azalmaya ya da özelleşmeye başladı. 

Öte yandan, kent merkezleri, küreselleşmenin ortaya çıkardığı devasa finansal olanaklar çerçevesinde kendilerine has mimari artifaktlar içeren kült binalar yapılar içeren, dünyada o güne dek rastlanmayan mimari ve kentsel uygulamaların alanı haline dönüştüler.

3. endüstiyel devrim ile hem sermaye hem emek artık 1. Ve 2. Endüstriyel devrimin kısıtlarına bağlı olmaksızın sadece sanal ortamda varolan olağanüstü finans birikimine bağlı tamamen kaotik birer yapıya büründüler.

(Ekolojik ayak izleri bir değil birkaç dünyayı yutacak gökdelenler, çöllerin ortasında kurulan azman rüya kentler ).

3. endüstriyel devrim sayısal teknolojilerin gelişmesi ve bunlara paralel olarak finans teknolojilerindeki yenilikler sayesinde fiziki değerler ile fiktif finansal değerler arasındaki sınırları kaldırıp her biri arasındaki geçişkenliği arttırdı.

Bunun mekansal plancılar olarak bizi ilgilendiren kısmı, artık gayrımenkul değerlerin de finansal operasyonlar aracılığı ile anında menkul değerlere dönüşme potansiyeline kavuşmaları oldu.

Artık gayrımenkul de aynen menkul değerler gibi sermaye hacmını / miktarını doğrudan arttırınca kentlerin makroformu da sermayenin gelişmesinde birincil önemde rol oynamaya başladı. (bkz. : Raşit Gökçeli, David Harvey’in “Visualisation of Capital” i üzerine temrinler makalesi.http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.)

Kol emeği ve entelektüel emek arasındaki sınırlar muğlaklaşmaya yüz tutar iken bu kez 4. Endüstriyel devrim ile birlikte yapay zeka devreye girdi.

2008 finans krizi ve giderek derinleşen ekolojik tehditlerin dünya çapında yarattığısiyasi ve toplumsal istikrarsızlık ortamı sonucundadünya yeni arayışlara girmek zorunda kaldı.

Bu arayışlar 4. Endüstriyel devrimin gündeme gelmesi ile yepyeni bir boyut kazandı.


4. endüstriyel devrim ile ilgili ilginç bir bakış açısı : teorik fizikçiden al haberi !


Standford Üniversitesinden Uluslararası üne sahip teorik fizikçi Shoucheng Zhang, (Shoucheng  Zhang: "Quantum Computing, AI and Blockchain: The Future of IT" | Talks at Google - YouTube) , 4. Endüstriyel devrim ile ilgili olarak şunları açıklıyor :

“-Artık teorik buluşlarla bunların pratik ve uygulamada doğrulanmaları arasındaki zaman giderek kısalmakta ve teorik buluşlar ile bunların uygulama ve pratikteki izdüşümleri giderek artan alanlarda ve sayılarda gündeme gelmektedir.

-Sayısal alanda, bilgisayarların mimarisi yakın zamanda değişecek, sıfır, bir, temelli (bir bit / boolean algebra ) ve endüktif, dedüktif mantık ile çalışan bilgisayarların yerini kuantik bit esaslı, endüktifdedüktif mantık yanısıra, monoton olmayan abdüktif mantık esaslı bilgisayarlar alacaktır. Bu bilgisayarların kapasiteleri ve işlem yapma becerileri şu andakilerin milyonlar ve milyonlarca kat üzerinde olacaktır. Bu bilgisayarlara entegre edilecek olan kuantik fizik esaslı çipler bilgisayarların hesaplama güçlerini artırmada etkili olacaklar, ayrıca kuantik menşeli sayı dizinleri olışturma özellikleri dolayısı ile ‘hack’ edilemeyecek algoritmalar da yaratacaklar ve dolayısı ile tam anlamda (secure) güvenilir olacaklardır. (Unhackablechip)

-Yapay zeka (AI) devreye girecek, güçlü algoritmalar ile şimdiye kadar çözümü zor ve zaman alan meseleleri çözecektir.”

Yapay zekanın (reinforcedlearning / deeplearning) derin öğrenme teknolojisi sayesinde yeni nesil bilgisayarlarda oluşturulan algoritmalar tıptan mühendisliğe, insan yaşamını ilgilendiren her alanda bugüne dek erişilememiş hedeflere ulaşmayı olasılıklı hale getirecektir.

Deep Learning, ilkesel olarak insan beyninin nöroplastisite özelliğini andıran bir ilkeye dayanmaktadır. (Kemal Kılıç, Sabancı Üniversitesi).

İnsan beyninin nöronları ve bu nöronları bağlayan sinapslar ağı deneysel olarak birbirinden farklı yol ağları oluşturmaktadır.

Bir alanda devamlı olarak tecrübe kazanılması, aslında nöronları bağlayan sinaps ağında bazı ağların gelişmesini ve dolayısı ile tecrübe kazanılan alanda başarı oranının artmasına sebebiyet vermektedir.

Bilgisayar deep learning uygulamasında sayısız sayısal deneyi hesaplama gücüne dayanarak analiz etmekte ve insan beyninin nöroplastisite özelliğine paralel bir uygulamayı makineye yaptırmaktadır.

Shoucheng Zhang açıklamalarına şöyle devam ediyor :

“-Blockchain (zincirbloklar) teknolojisi 4. Endüstriyel devrim ile birlikte gündeme gelen ve tekerleğin icadı kadar anlamlı bir diğer innovatif gelişmedir.”

Blockchain uygulamasını kabaca şu şekilde izah edebiliriz :

Büyük bir muhasebe defteri / defter i kebir / kalamoza defteri tahayyül edelim. Bu defterde ister parasal olsun ister fiziksel olsun her bir girişin bilgisayar ortamında ve bir (hush ) algoritması ile herksesin kontrol edebileceği, görebileceği şekilde zincir bloklar ile birbiri ardınca işlendiğini varsayalım. Bu sistem bir yandan merkezi bir otoriteyi (Merkez Bankaları gibi) gerekli olmaktan çıkarır iken öte yandan üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmasını da olanak dışı kılmaktadır !

Bu sistemde parasal finansal bir tranzaksiyon ya da bir mal hareketi veya örneğin bir tapu kaydı bir kere sisteme dahil edildiğinde üzerinde artık herhangi bir tahrifata olanak kalmamaktadır .

Sistem tarih boyunca mal, hizmet ve para akımında temel esas olan karşılıklı güven ögesini matematiksel olarak sağlamaktadır !
ABD dolarının arkasında yazılı olan “In God we Trust” (Tanrıya güveniriz), yerini “In Mathematic we trust” (Matematiğe güveniriz) ifadesi artık rahatlıkla yer alabilir!

Bu sistemin en meşhur uygulamalarından biri sanal / kripto paralardır. Bunlardan Bitcoin, ethereum, ripley arasında Bitcoin en meşhur olanıdır. SatochiNakamura adlı (gerçek adı ve kişiliği meçhul) biri tarafından ortaya atılan bitcoin en ünlü blockchain uygulamalarından biri olupdünya piyasalarında kendine önemli bir yer edinmiştir.

Blockchain teknolojisi o denli önemlidir ki klasik devletler ve dünyaca büyük uluslararası küresel şirketler bu teknolojiyi kendi bünyeleri içerisinde uygulamayı hedeflemektedir.

Facebook’un Libra, (kriptopara) ve Calibra (elektronik cüzdan) uygulamasına geçmek için Amerikan Kongre’sinden izin koparmaya çalışması blockchain teknolojisinin ne denli önemli olduğunun bir diğer kanıtıdır.

Facebook yetkililerine güvenmedikleri için izin vermekten kaçınan Amerikan Kongresi’ne Facebook yetkilileri: Geç kalırsak bu teknolojiyi başkaları (Çin Kastediliyor) bizden önce kullanıp ön alacak cevabını verdiler !

Bu satırlar kaleme alınırken bu sefer Çin kendi kripto parasını (currency) oluşturacağını açıkladı.

Kore kripto paranın kullanacağı bi serbest ticaret bölgesi oluşturacağını ilan etti.

Suudiler ise egemen fonlarındaki (sovereignfunds) değerlerin bir bölümü ile Silikon vadisindeki şirketlere sermaye yatıraracağını bildirdi.

Sonuç olarak ister kripto olsun ister klasik döviz birimi olsun hangi parasal birimin dünyada hakim olacağı (parasal senyorite) ünlü antropolog David Graeber’in “Borcun Tarihi” (An History of Debt)adlı eserinde belirttiği gibi ordusu en güçlü devlet gücü tarafından belirlenecektir. (Kimin ordusu güçlü ise sikkeyi o basar).

ShouchengZhang’ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise, blockchain teknolojisinin mal, hizmet ve parasal akımlarda tatarflar arasında sağladığı güven unsuru dolayısı ile sistem içerisindeki güvensizliklerden kaynaklanan unsurların yok edilmesi ile sistemin tümünün (entropisinin) karmaşalık düzeyinin asgariye ineceğidir.



4.  endüstriyel devrimin belirgin bir özelliği : sonsuz sayıda yeni teknolojinin birlikte birarada iç içe gerçekleşmesi durumu


4. endüstriyel devrimin belirgin bir özelliği gündeme gelen tüm teknolojilerin birbirleri ile ilşkili bir şekilde sonsuz sayıda uygulamada kullanılabilmeleridir.

Bu özellik mimarlık ve şehircilik gibi mekansal disiplinler için de geçerlidir.

Belli başlı teknolojileri sıralar isek:

-Sayısal alandaki teknolojiler
-IoT / (nesnelerin interneti) Internet of Things
-nanoteknoloji
-genetik alandaki teknolojiler
-yapay zeka
-robotik
-finansal enstrümanlar ile ilgili teknolojiler

Her alanda kullanılmakta kişisel bilgisayarlar ve akıllı telefonlar ile her türlü iletişim her türlü ortamda gerçekleştirilebilmektedir.

Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik yardımı ile (mixed reality /augmented reality) karmaşık gerçeklik ortamları yaratılabilmektedir.

Şimdi bu son teknolojik gelişmelerin mimarlık ve şehircilik gibi mekansal disiplinler üzerindeki olası etkileri üzerinde duralım:


4. Endüstriyel Devrimin Mimarlık ve Şehircilik uygulamaları üzerindeki muhtemel etkileri ve bazı örnekler :

Konuyu örnekler bazında açıklamakta yarar var. Ancak işe 4. Endüstriyel devrimin getirdiği ortamın bazı temel niteliklerini tartışmakta yarar görmekteyim.

-İlk söylenebilecek her bir endüstriyel devrimde olduğu gibi 4. Endüstriyel devrim sürecinde de toplumsal formasyonun radikal değişimler göstereceğidir.

-Kentlerin makroformu, tamamen farklılaşacaktır. İnsangücü, istihdam, iş organizasyonu, ticaret, ulaşım, finans kökten farklılaşacaktır.

-4. endüstriyel devrim sonucunda geleneksel meslekler dönüşecek, sadece insangücü gerektiren işler yerini makine ve robotlara bırakacak insan emeği artık daha fazla uzmanlaşma gerektiren alanlara kayacaktır. Gene çalışma zamanı azalacak, kafa ve kol emekçileri sadece ücret almayacak ama vatandaşlık geliri de alacaklar ya da toplum içinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı düşecektir. 

-İnsan ömrü uzayacak, insanların boş zamanları artacak, bu boş zamanlar, spor, sanat, bilim ve rekreatif faaliyetlere yönelecek, insanların emansipasyonu yönünde aşamalar kat edilecektir.

4. endüstriyel devrim sonucunda toplumsal işgücü organizasyonu değişecek toplu iş mekanları giderek nitelikli işgücü elemanlarının tek tek kendilerine özel ayrışmış mekanlarda ve fakat ama grup ile irtibatlı bir şekilde çalışacakları bir düzenlemeye bırakacaktır.

Konut bölgelerinin de merkezi iş bölgesi, ticaret bölgeleri, sanayi bölgeleri ile mekansal irtibatı farklılaşacak, iş organizasyonunun değişmesine bağlı olarak konut bölgeleri de kent merkezinden daha uzakta periferide, daha kırsal bir ortamda yer alabilecektir.

Konut bölgelerinde giderek kentsel aktivitelerin dışında da permakültür, kent bostanlarıv.b. aktiviteler yer alabilecektir. Konut / ikametgah bölgeleri kullanıcıya daha dost, nesiller arası, birlikteliklere uygun çocuklar ile yaşlıların da kendilerine yer bulacakları (convivial) dost ve arkadaş ortamları içeren mekânsal düzenlemelere dönüşecektir.

Konut bölgeleri ve genel olarak tüm yapılar enerji tüketiminin minimazisyanonuna uygun biçimde tasarlanacaktır.

Nesnelerin interneti (IoT) alanındaki gelişmeler, her çeşit sensor / duyargaların gelişmesi söz konusu amaçları gerçekleştirmeyi olası ve ekonomik kılacaktır.

Ortalama yaşam süresi uzayacak buna bağlı olarak demografik yapı, aile yapıları değişecek, bu gelişmelerin hem kent makroformu hem yapıların tasarlanma süreçleri üzerinde önemli değişikliklere yol açacaği görülecektir.

Üretim ağırlıklı olarak maddi olmaktan (mal / meta) çıkarak giderek sanal biçime dönüşecektir. Araştırma ve inovasyon maddi üretrimin yerini alacaktır.

Araştırma ve inovasyonunyarattığı katma değer maddi üretimin yarattığı katma değerden çok daha yüksek olacaktır.

Bu anlamda 4. Endüstriyel devrim sonucunda toplumsal formasyonun değişeceğini öngörebiliriz.

Nesnelerin interneti (IoT) değişik tipteki makinelerin   belli bir amaç, program ve hedef doğrultusunda birbilerine bağımlı bir biçimde çalışabilir duruma gelmelerini sağlayacaktır.

Söz konusu teknolojik gelişmeler birçok uç teknolojinin birlikte birarada uygulanması sayesinde hayata geçecek artırılmış gerçeklik (Augmentedreality),yapay zeka, blockchain teknolojileri kompleks proje ve uygulamalar içerisinde birarada kullanılacaktır.


Diğer birkaç önemli boyut :


Verilerin demokratikleştirilmesi – Veri Enfrastrüktürü – Verilerin Kamu Malı Olması (x) (bkz .:FrancescaBria, “Rethinking Smart City)

4. sanayi devrimi her alanda verilerin toplanmasına dayanacaktır. Güçlenen bilgisayarlar her türlü verinin sonsuz sayıda toplanmasıbı olanaklı kılacaktır.
Bu verilerin kullanımının herkese açık olması, erişimin demokratik ortamda sağlanması örneğin akıllı kentlerin hedeflerinden (Barcelona örneği) biri haline gelmiştir.
Bilgi ve veri demokratik bir ortamda insanlığın kullanımına açık hale gelecektir.(4.sanayi devrimi big data) .


BİG DATA’nın sahibi kim olacak ? 


Sayısal teknoloji alanında tröstleşmiş dev şirketlerin oluşması bunların çok uluslu şirketler biçiminde tüm dünya üzerinde egemenlik tesis etmeleri sadece bireyleri değil devletleri de rahatsız etmeye başlamıştır. GAFA olarak tabir edilen Google, Apple, Facebook, Amazon her biri devlet bütçelerinden büyük , milli gelirleri ile yarışan ciroları ile  hem devletlerin kontrolü dışına çıkmakta hem elde ettikleri gelirlerden vergi ödememektedirler.

Bu durum toplanan verilerin sahipliliğinin basıl oluşacağı tartışmasını getirmiştir. (IntellectualProperty ) Fikri haklar tartışması da bu meyanda gündeme oturmuştur.

BigData’nın kamu malı mı özel mal mı sayılacağı tartışmaları süregelmektedir.



Birkaç Hipotez


Emeğin, nitelikli emeğin , iş organizasyonunun dönüşümünü vurucu bir biçimde simgeleyen  çarpıcı bir metafor:(el emeği, kol emeği, niteliki emek, makine ile nitelikli emeğin simbioz halinde birarada bulunması) :

Blockchain teknolojisi kapsamında Bitcoin imal edenlere “madenci” adı verilmesi !

Hipotez 1 :

Artık insan ve makine bir çeşit artırılmış gerçeklik kipinde, simbioz halinde bir ve birarada var olacaklar.

Standford Üniversitesi’nden Douglas Engelbartduring daha 1962 senesinde kişisel bilgisayarların emekleme aşamasında, insan ile makinenin simbioz halinde sorunlara çözüm araması konseptini öngörerek (AI) yapay zeka ile mimarın birlikte ve birarada çalışabileceğini öngördü. Bu gelişmelerin mimarların mesleklerini uygulamalarında ve mesleğin uygulanda köklü değişikliklere yol açacağını bildirdi.


Geleceğin mimarı karşılaştığı sorunu (tüm boyutları ile) çözmeye yoğunlaşacak, çizim kısmına ise (yapay zekanın sağladığı olanaklar sayesinde,daha az zaman ayıracaktır. (bkz.:https://archinect.com/features/article/149995618/the-architecture-of-artificial-intelligence )


Mevcut bilgisayar teknolojisinden kuantik bilgisayarlara geçiş / Hipotez 2


Sıfır – bir esaslı bitlere dayalı mevcut bilgisayar teknolojisi kuantik mimari (qbit) lere dönüşünce sadece bigisayarların gücü artmayacak, bilgisayar teknolojisinin kulandığı mantık da farklılaşacaktır.

Şu andaki indüktif – dedüktif mantık yeri geldiğinde yerini abdüktif – feshedilebilir monoton olmayan buğulu mantığa bırakacaktır.

Newton fiziği  ile mekanik mühendisliği arasında nasıl bir bağlantı varsa, mantık ile yapay zeka arasında da benzer bir bağlantı vardır.  (Bkz.: Vedat Kamer, Mantık ve Yapay Zeka, Dr. Öğretim Üyesi, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü, ODTÜ Mezunları İstanbul Derneği’nde konferans)

Akıl yürütme türleri

Formel dedüktif mantık, informel mantık ve  yapay zekayı dikkate alarak akıl yürütme türlerini dört başılkta ele alabiliriz. (bkz.: Vedat kamer, İbid., s.66)

1.dedüktif akıl yürütme

2.endüktif akılyürütme

3.abdüktif akıyürütme

4.feshedilebilir (defeasible) akıl yürütme(bkz .: Vedat Kamer, İbid., s.66)


Sanayi 4.0 döneminin mimarlık mesleğinin uyugulanmasında yol açmakta olduğu bazı değişiklikler


3. endüstriyel devrim T cetveli gönye pergel rapidoyu attı bilgisayar programlarını autocad vs benzeri teknolojileri mimari çizim pratiğine kattı.

Bilgisayar esaslı mimari binaların dizayn edilmesi sürecini temelden değiştirecektir.

Modellemeler sayesinde yapılar inşa edilmeden önce statik, maliyet, işlevsellik açılarından test edilebilecektir. (Virtüel / sanal modeller).

3D modelleme, (SLAM / particular simultaneous localisation and mapping) teknolojileri yapıların imalat sürecini daha ekonomik, verimli ve hızlı kılacaktır. Bu teknolojinin yatırımcıya sağlayacağı ticari yararlar olacaktır. (bkz.:http://www.bimplus.co.uk/people/why-construction-needs-embrace-fourth-industrial-r/)

Blockchain teknolojisi ve sistemlerde entropi minimizasyonu

Blockchain (zincirblokları) teknolojisi nasıl finans dünyasında entropi minimizasyonuna yol açıyorsa, mekanda da entropiyi minimize eden çözümlerin aranması gerekli olacaktır.
Kentlerde, kamusal alanın toplam alana oranı arttığı ölçüde entropinin minimize olacağı varsayımı ile bazı modeller kurulabilir.

Entropinin kentsel alanda hesaplaması için : (bkz.: Orkan Güzelci, Sinan Mert Şener, A design evaluation model for architectural competitions: Measuring entropy of multiple  factors in the case of municipality buildings., ITU A/Z, vol 15, no. 1,)


Teknoloji, emansipasyon, endüstriyel devrim ilişkisi







1.    Endüstriyel               2. 3. Endüstriyel                  4.endüstriyel
 devrim                      devrim                                   devrim

X: teknoloji. Y: Artistik yaratı; emansipasyon
Teknoloji, artistik yaratı ve emansipasyon arasında 2. Ve 3. Endüstriyel devrimde azalan artistik yaratı ve emansipasyonun (fordist ve post fordist üretim teknikleri sonucu) 4. Sanayi devrimi toplumlarında yeniden yükselişe geçeceği varsayılabilir. (rg)

Dönüşümün ana parametreleri ve sonuç

(Reçete : F FFyz)

Bu bölümde, yapay zeka (AI) alanındaki gelişmeler ve 4. Sanayi devrimi karşısında sıra kölesi değil total plancı olmayı amaçlayan plancıların ne tür displinleri öğrenmek zorunda oldukları  konusundaki fikirlerimi paylaşacağım.

Brinci F : Felsefe

Kuşkusuz 4. Sanayi devrimi süreci içerisinde yer alan total / bütünlüklü plancı sıra kölesi olamak için felsefenin ipine sarılmak zorundadır.

Felsefe, teknolojinin insanı başkalaştırdığını bize öğretir.

Platon / Eflatun bundan 2500 yıl önce yazı unsurunun insan beyninin bir protezi olduğu savını öne sürdü (bkz.: Tacettin Ertuğrul, IDEA, Kadıköy konuşması).

Prometeus efsanesi teknoloji peşindeki, ateşi tanrılardan alıp insanlara sunan insanın dramını anlatır.

Demek ki insan bilginin kendisi ile kaybolmaması, ve doğaya egemen olma çabası süreci içerisinde ilk kez yazıyı bulmuş sonra asırlar boyunca teknolojiyi geliştirerek doğaya hakim olma sürecini dijital teknoloji devrimine,  yapay zekaya kadar vardırmıştır.

4. sanayi devriminde artık insan zekası ile makine yapay zekasının bir ve birarada bir simbioz içerisinde birlikte çalışması evresine girildi.

Tıpkı artırılmış gerçeklik gibi ya da egzoiskeletler gibi insan uzviyetinin beyni de yapay zekanın (deep learning) derin öğrenme teknikleri ve kendi metabolizmasının nöroplastisite özelliği dolayısı ile hibrid ve eskisinden daha performanslı zeka biçimlerine kavuşacaktır.

Platon unutma karşısında yazının bir ilaç (farmakon) görevi gördüğünü savlamıştı (Tacettin Ertuğrul, İbid.,). Yapay zeka insan zekasının gücünü artırarak ve belki de sonsuza dek silinmemesini sağlayarak çağlar boyunca oluşan bilimsel birikimi bir zirveye taşıyacaktır.

DNA’ların genomu çıkartıldığı gibi beynin de “connectum” unu elde etme çabalarına nörobilimciler tarafından şimdiden girişilmiştir.

Böylesi bir teknolojinin felsefi bir erek (telos) olmaksızın anlamlı bir çıkışa yönelmesi mümkün olamaz.

Makine ile insan zekasının simbioz içerisindeki varlığı her bir birey, her bir hibrid zeka için de tek ve benzersiz (unique) olacaktır.

Bir anlamda 19. yüzyılın insanının emansipasyonunu savlayan, emansipasyon teorisi, 21. Yüzyılın hibrid zekaları için de geçerli olacaktır. İnsan ve makinenin oluşturacakları her bir hibrid zeka da emansipe, tek ve benzersiz (unique) olacaktır. (Kurtzweil)

Felsefi yaklaşımlara bir örnek olarak yapıların ekolojik ayak izlerini asgariye indirmek, kentlerde kamusal alanların kullanımını maksimize etmek, dar gelirli grruplara yönelik konut inşa etmek, sistem içerisindeki entropiyi minimize etmeye yönelik her türlü uygulama gösterilebilir.

İkinci F : Fen

Fen branşları, mimar ve plancıların an itibarı ile en fazla donanımlı oldukları alandır.

Yapı fiziğinden, statiğe, malzeme bilgisinden çizim tekniklerine hesaplama yöntemlerinden çeşitli mühendislik alanlarına kadar akla gelen her türlü teknik ve bilgi.

Bunlara nanoteknolojideki gelişmeleri eklemek gerekecektir.

Dijital alandaki olağanüstü gelişmeler ile yapı inşaat alanındaki teknolojik gelişmelerin bir ve birarada gerçekleşmesi  bugüne dek kimsenin  tasavvur edemediği arkitektonik uygulamalrın mimarlık alanında boy göstermesini olanaklı kıldı.


Üçüncü F: Finans

Finans alanındaki teknolojik gelişmeleri kavramadan modern dünyayı, modern kenti kavramak olası değildir.

Gayrımenkulün menkul kıymete dönüşmesi

Dijital ve finans teknolojilerindeki gelişmeler öncesinde gayrımenku llikid olma özelliğine sahip değildi dolayısı ile sermayeye dahil edilmesi teknik zorluklar içermekte idi. (amortisman hesapları, vs.)

Oysa mortgage (tutsat) teknikleri ile gayrımenkul ışık hızı ile menkul değere dönüşebildi.

Bu durum bir yandan sermayenin organik yapısını değiştirir iken (Fiks/sabit sermaye – değişken sermaye oranını değiştirerek) öte yandan ülke ekonomilerinde önemli servet artışlarına yol açtı.  (bkz.: Raşit Gökçeli, “David Harvey Üzerine Temrinler” ve “Meslekte Dönüşüm / Mimarlar Odası Ankara Şb Yayını – dosya 07, mart 2008”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.

Para-Meta-Para döngüsü içerisinde kent makroformuna bağlı olarak oluşan sermayenin yeniden beslenmesi

Sermaye dönüşüm içerisindeki değer olarak para-meta-para döngüsü içerisinde sürekli olarak artar iken artış mekanizmasını harekete getiren mekanizmalardan biri kentsel rant olmaktadır.

Kentsel rant, doğrudan kamusal yatırımlar ya da özel sektör yatırımları sonucunda oluşsun plancıyı, nitelikli emek mensubu olarak rantı oluşturan ögelerden biri olarak ilgilendirir.

Plancı ya da mimar kentsel yapıyı oluşturan binaların sadece fiziksel özellikleri konusunda değil, finansal özellikleri alanında da bilgi sahibi olmalıdır.(bkz.: Raşit Gökçeli, “David Harvey Üzerine Temrinler” ve “Meslekte Dönüşüm / Mimarlar Odası Ankara Şb Yayını – dosya 07, mart 2008”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.


Reçetenin son bölümü : yz (AI) / Yapay Zeka

Felsefe, fen, finans konularını bütünlüklü bir biçimde ele alma konusunda tüm bilimsel disiplinlerde olduğu gibi kullanılacak teknikler arasında yapay zeka giderek daha fazla önem kazanacaktır.

Plancı ya da mimar çözmekle yükümlü olduğu bina, kent parçası ile ilgili analizlerini yürütürken, elindeki konu ile ilgili hipotezlerini saptayıp, izleyeceği teknikleri seçip uygulayacağı model ile ilgili gerekli algoritmaları oluşturur iken artık giderek dijital teknoloji ve yapay zekadan yararlanacaktır.

Aynen bir doktorun teşhiste bulunur iken yapay zeka modellerini kulandığı gibi.

Yapay zeka nöroplastısite özelliği (deep learning / derin öğrenme) dolayısı ile giderek araştırılan konu hakkında eldeki sonsuza yakın veriyi inceleyip muhtemel sonuç ve önerileri kullanıcısına sunacaktır. Kullanıcıya ise vardığı senteze uygun öneriyi seçmek kalacaktır.


Epilog

Globalleşme ve neokapitalizm sonrasında refah devletlerinin giderek zemin yitirdiklerine kamusal alanın yerini özel alana bıraktığına, delokalizasyon, deregülasyon ve kemer sıkma politikaları (Austerity) sonucunda emek ve özellikle nitelikli emeğin eğretileştiğine (prekarizasyon), değinmiştim.

Bütün bunlara ek olarak 4. Sanayi devrimi ile birlikte nitelikli emeğin birçok işlevini gerçekleştiren yapay zekanın devreye girmesi söz konusu tabloya hangi yenilikleri getirecektir ?

Nitelikli emeğin geleceği bireyin formasyonuna ve sentez becerisine bağlı olarak kişiye özel olarak farklılaşacaktır.

Felsefe, fen, finans alanlarında donanımlı , yapay zeka sayesinde gelişen teknolojileri kendi disiplin alanlarında kullanabilenler kazançlı çıkacaklar, diğerleri iş organizasyonu içerisinde irtifa kaybına uğrayacaklardır. 

Sanayi 4.0’ın yapı taşları

Bir analoji yapmak gerekirse, Felsefe, fen, finans, ve yapay zeka (FFFyz) ‘yi DNA’nın yapı taşlarına benzetebiliriz (TCGA) .

Söz konusu ögeleri manalı bir sekans içerisinde bir genom dizisi (string) halinde kullanabilecek olan nitelikli emek erbabı, bunları kendi disiplinlerinde bunları algoritmalara, uygulamalara dönüştüreceklerdir.

4. sanayi devrimi toplumları bireyin emansipe olmaya yüz tuttuğu, ekolojik ayak izi sıfıra yaklaşan, hür ve eşitlikçi toplumlar olacaktır.

Felsefe, Fen, finans, yapay zeka (FFFyz) yapı taşlarından oluşan sonsuz sayıdaki dizini (string) kendilerine özgü koşullara bağlı olarak hayata geçirebileceklerdir.

Bu satırları salt  bir teknoloji yüceltmesi olarak algılamamak gerekir. Teknoloji, en üst aşamada da olsa felsefi temellere dayanmadan bie mana ifade etmez. (FFFyz) yapı taşları analojisinde vurgulamak istediğim nokta en üst teknoloji ile klasik beşeri ilimler (felsefe) arasındaki bütünlüklü diyalektik ilişkidir.

Son olarak, sanayi 5.0 olarak tanımlanan , “teknolojinin toplumlar tarafından bir tehdit değil, bir yardımcı olarak algılanması” gerektiği yaklaşımı  önem kazanmaktadır.(bkz.: Esra Kent,  Siemens A.S. ChiefSustainabilityofficer, Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0’a, Türkiye’nin endüstri 4.0 platformu içerisinde)


Son Söz
Sanayi 4.0 ile içine girdiğimiz dönemi bir kriz değil DÖNÜŞÜM aşaması olarak kavramak gerekmektedir.







David Harvey Üzerine Temrinler
Raşit Gökçeli, Yüksek Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)
Temmuz 2017




Giriş

Harvey’in Kentsel Toplumsal Hareketleri ele alan seçkisi “Asi Şehirler / Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru” kitabı Ayşe Deniz Temiz’in sunuşu ve onun çevirisi ile Metis Yayınları’ndan 2013 yılında yayımlandı.

Kitap, Ayşe Deniz Temiz’in nitelikli ve yetkin bir sunuşunu, önsöz adına Henri Lefebvre’in Vizyonu adlı “Şehir Hakkını” irdeleyen, Kentsel Toplumsal hareketler ile ilgili vizyoner bir makalesini ve bizzat Harvey’in New Left Review, Socialist Register, dergilerindeki dört yazısı ve Nobel ödüllü Elinor Olstrom’un Radical History Review  2011  tarihli dergisinin 109. Sayısında yayımlanan “The Future of Commons” (Ortak / Kamusal Alanların Geleceği)  adlı makalesini irdeleyen bir beşinci yazı (kitapta 3. Bölüm) içermekte.

Harvey, Tüm dünyada tanınan saygın bir kent kuramcısı. Coğrafya kökenli oluşu biraz sonra değineceğim olağanüstü sentezlere varması için bir dayanak noktası oluşturmuş.
Özellikle ülkemizde de son yıllarda Kentsel mücadeleler, gerek ekolojik alanda gerekse düpedüz “Gezi” olayları gibi kent merkezlerinde kitleselleşmiş hareketler dolayısı ile gündemin ön sıralarını oluşturdu.

Kişisel olarak ben de ODTÜ’de 1970’lı yılların ortasında “Kentsel Toplumsal Hareketler” adı altında bir ders sunmaya çalışmış idim. Gene o tarihlerde 1977 ve 1978 yıllarında TMMOB Mimarlar Odası saymanı ve sekreter yardımcısı olduğum sıralarda “Yerel Yönetimlerde Emekçi Sınıf ve Tabakaların Yönetime Ağırlık koymasının” yollarını araştıran iki seminer tertiplediğimizi de anımsıyorum.

Sonraları 1970’lerden itibaren neoliberalizm dünya üzerinde hakimiyet tesis ederek refah devletlerini giderek yok etti. Toplumsal eşitsizlikler kent ölçeğinde giderek belirginleşti. Kamusal alanın giderek yok edilmesi ile toplumlar içerisindeki zengin fakir ayrımı keskinleşti. 

Neoliberalizmin finansal mekanizmaları sonucunda ortaya çıkan işsizlik, iş organizasyonu bünyesindeki emeği ve giderek nitelikli emeği prekarite içine sürükledi. Kent makroformu üzerinde ranta dönük manipülasyonlar neticesinde mutenalaşma (gentrification) sonucunda, kentin merkezindeki ve değerli arsalarındaki ranta dönük arsa ve bölgelerde zenginlere dönük kullanım biçimleri oluştu. Orta sınıflar ve eski kent sakinleri kent merkezindeki prestijli alanlardan sürüldüler. Çalışanların  konut, eğitim, sağlık, kültür alanlarında giderek daha az pay almaları yaşam hakkının esasını oluşturan temel hizmetlerin paralı hale getirilmesi kent içerisinde yeni gerilim ve mücadele alanları oluşturdu. Dünyanın çeşitli yerlerinde ve özellikle kentsel mekanlarda her biri kendine özgü mücadele alanları ve yöntemleri neoliberalizmin hüküm sürdüğü kent merkezlerinde ortaya çıkmaya başladı.

“Asi Şehirler” kitabında yer alan Harvey’in makaleleri bu mücadeleleri ele alıyor. Harvey, kentsel mücadeleler kapsamında kent hakkı için harcanan çabalar ile klasik sol mücadele  arasındaki farklılıklar üzerinde duruyor, sadece işçi – işveren çelişkisi değil tüketim alanında da oluşan çelişkilerin (satıcı – alıcı çelişkisi gibi ), önemine değiniyor.

Bu konuda mevcut kuramları irdelediği gibi kendisi de önerilerde bulunuyor.


Harvey’in Teorik Bakış Açısı


Harvey’in teorik bakış açısını anlamadan kentsel mücadele ve şehir hakkı üzerinde yazdıklarını tam anlamı ile kavramak olanaksızdır.

Harvey “visualisation of capital” (kapitali ete kemiğe büründürmek olarak çevireceğim. rg) adlı olağanüstü sunuşunda Marks’ın Kapital’inin özellikle birinci ve ikinci ciltlerine göndermede bulunarak sermayenin kapitalist sistem içerisindeki döngüsünü izah ediyor.

Bu izahat sonucunda da kentsel mücadele, şehir hakkı gibi kavramları, bunların içeriklerini  açıklıyor. Sermayenin yapısını, bir anlamda ayrıntılı bir analize tabi tutuyor,  günümüz finansal tekniklerinin sermaye yapısı ile münasebetlerini irdeleyerek günümüz kentini ve toplumunu anlamamızı sağlıyor.


Harvey’e Göre Sermayeyi (Capital) Ete Kemiğe Büründürmek

Aşağıdaki döngülerin şemaları Harvey’in ocak 2017’de Oxford Üniversitesi, Coğrafya ve Çevre Fakültesinde verdiği konferansın You Tube üzerindeki kopyasıdır:

Şimdi bu şemalara bakarak Harvey’in Kapital’in birinci ve ikinci ciltlerine göndermede bulunarak sermaye döngülerini ne şekilde yorumladığını özetleyerek aktarmaya gayret edeceğim.

https://www.youtube.com/watch?v=83Yx6RBvoFc      (you tube linki. rg)






Hidrolojik döngü




Sermaye döngüsü (spiral) ingilizce




Sermaye döngüsü (spiral ) türkçe


İlk şema klasik bir hidrolik döngüyü göstermekte. Dünyada suyun yerden denize akması buharlaşma vs yollarla gökyüzüne çıkması, tekrar yağmur v.b. yollarla yere inmesini gösteren USGS (ABD Jeolojik Araştırma Enstitüsünün ) bir yayını. Harvey burada döngünün jeolojik zaman içerisinde değişse de kısa zaman içerisinde sabit olduğunu bir sene önceki doğa olaylarının aşağı yukarı bir sonraki sene de aynen tekrarlanacağını ifade ediyor.

İkinci şema da bir döngüyü imliyor. Ancak bu döngü sabit değildir ! Sermayenin sürekli olarak artık değer ve rant dolayısı ile hacimsel olarak arttığını ve artmak zorunda olduğunu bize belirtiyor.

Buradaki döngü artık basit bir döngü değil bir hortum misali spiral bir biçimde ve oylum kazanarak büyüyen helezoni bir yapıdır !

Harvey’e göre sermayenin döngüsü sabit ve dairesel değil spiral helezoni ve hortum misali oylum ve hacim kazanarak  süregiden ve ancak krizlerle sekteye uğrayabilecek kendi içinde canavarlaşan bir yapıdır !


Harvey’in Sermaye Şemasının Bazı Ayrıntıları


İlk aşama:

İlk altı çizilecek husus Marks’ın sermayeyi hareket ve dönüşüm içerisindeki değer olarak kavramsallaştırmasıdır. Yani değer sermaye döngüsü içerisindeki konumuna bağlı olarak para da olabilir meta da olabilir !

Harvey’in şemasında en altta parasal sermayeyi görrmekteyiz.

Para emek gücünü, üretim araçlarını ve altyapı ögelerini satın alır. Emek mevcut olup sermaye tarafından satın alınabilmektedir. Ve üretim süreci içerisinde meta oluşmakta metanın pazar ekonomisi içerisinde tedavül etmesinin koşulları oluşmaktadır. Değer başta para biçiminde iken meta biçimine dönüşüyor. (Harvey burada suyun buhara dönüşmesi analojisini kullanıyor).

Ancak daha önce belirtildiği gibi hidrolojik döngü oylum kazanmaz iken kapitalist döngü artık değer rant ve finans teknikleri sayesinde devamlı olarak oylum ve hacim kazanıyor.

Bu aşamada değer emek ve meta içerisinde yer alarak dönüşmekte metamorfoza / dönüşüme  uğramaktadır.

Artık bu aşamada değer ve meta üretimi içerisinde artık değeri de içermektedir !

Bilinen Para – Meta – Para formülü, sermayenin hareket-dönüşüm içerisinde değer olmasını ifade etmektedir. Burada artık değer de meta üretimi ile birlikte gerçekleşmiş olmaktadır (KIRMIZI KUTU : 1) (Harvey’in anlatımında Türkçe şema içerisindeki kırmızı kutu ve çizgilere ağırlık vermekteyim.rg)

İkinci aşama:

Değerin para biçiminde gerçekleşmesi için ise; (KIRMIZI KUTU : 2) metaların pazar içerisinde ihtiyaç ve isteklerle (insan-tüketicilerin) uyum içerisinde bulunmaları gerekecektir. Pazar mekanizması ancak bu koşulla işler.
Harvey’e göre bu ihtiyaç ve istekler bir adım ötede kentlerin makroformunu belirler !


Üçüncü aşama:

Harvey’in şemasında sağda yer alan dağıtım (KIRMIZI KUTU : 3) artık paranın dağıtımı, döngünün üçüncü ayağını oluşturmaktadır.

-ücretler
-vergiler
-sanayi karı (industrial profit)
-ticaret karı  Merchant profit)
-rant
-faiz

Ögelerinden  oluşan artık para yeniden sermayeye dönüşmek üzere döndüğünde finans teknikleri ile  rant-faiz-temettü  yaratan sermayeye dönüşmektedir.


Değerlerin akımının zamanlaması (temporality sorunu) ve kredi finans teknikleri ile bağlantısı


Sermaye döngüsünün önemli bir özelliği ise (temporality)   / üretim tüketim ve dağıtım zamanlamalarındaki uyumsuzluklar ve bunların giderilmesidir.

Üretimin çeşitli ögeleri ve aşamaları değişik uzunluktaki zaman dilimleri içerisinde cereyan eder. Bu durumda aynen mühendislikteki (critical path method / yöntemindeki zamanlama gibi) finansal teknikler kullanılır. Sermayedarın üretimin değişik aşamalarında –üretimin başlangıcı ile satış arasında- yeterli parasal kaynakları bulması için kredi ve daha sonraları ileri finans teknikleri kullanılır !

Bu teknikler sermayenin dolaylı yolla artmasını sağladığı için önem arz etmektedir.

Çünkü kredi ve banka borçlanmaları finansal teknikler ile sermayenin artık değer yanısıra faiz, rant ve temettü dolayısı ile katlanarak artmasına yol açar.

Mortgage ve seküritizasyon teknikleri bunlar arasındadır. Kapitalist sistem içerisinde önem arzeden mortgage sistemi, zaman içerisinde ülke gayrisafi milli hasılalarının % 40’ına hatta daha da yüksek oranlara varacak miktarlara ulaşmıştır.

Herhangi bir borcu ikincil piyasada hisse senedi haline dönüştürme yöntemine seküritizasyon denir.

Özellikle emlak edinme alanında mortgage konusunda oluşan borçlar finans sistemi tarafından üstelik kaldıraç teknikleri de kullanılarak yani bire on, yüz, bin çoğaltılarak dünya finans piyasasına sürülmüştür. Zamanla borçluların borçlarını ödeyemez duruma düşmesi sonucunda toksik hale gelen bu ayıplı hisse senetleri, emeklilik, sigorta fonları, borsa simsarlarının oluşturdukları fonlar, devletlerin egemen fonları tarafından alınmış örneğin meşhur 2008 Wall Street finans krizi, İspanyada v.b. ülkelerdeki krizler ortaya çıkmıştır.

Neokapitalizmin nesiller arasındaki paylaşıma dayanan emeklilik sistemi yerine kapitalizasyona dayalı emeklilik sistemi ve buna bağlı fonlar oluşturması da söz konusu krizleri tetiklemiştir.

Neticede krizler devletlerin batık banka ve finans şirketlerini kurtarması ile bir kez daha çalışanların sırtına yüklenmiştir.

Rant yaratan sermaye söz konusu kredi ve hisse senetlerine dönüştürülen borçlar sayesinde kapitalist sitemin çarkını döndürmüştür.

Bu borçlar çoğunlukla kentleşme alanındaki konut v.b yatırımlara verildiği için kentlerin makroformu da sitem tarafından birebir etkilenmektedir.

İnsan Sermayesinin Sürekli  Artan Niteliğinden Ötürü Oluşan Dışsallıklar

Şemanın sol tarafında ise insan emeğinin ve niteliğinin kapitalistin hiçbir dahli olmadığı halde gelişmesine bağlı olarak oluşan dışsallıklar yer almaktadır.

Ortalama eğitimin artması, nitelik kazanması toplum içerisinde eş uyumlu davranış biçimlerinin gelişmesi, emekçinin kültürel birikiminin yükselmesi bunlar arasındadır.

Sistem Enerjisinin Kaynakları

Harvey’e göre sistemin enerji kaynakları:

1-Girişimci: Para ile sistem spiralinin start almasını sağlar döngü sonunda para ve yine para biçiminde artık değer oluşur.

Değerin yaratılması için hem meta hem talep gereklidir. Talep yani ihtiyaç ve istek mevcut değil ise üretilen meta değer kazanmaz . Değerin oluşması için pazarın, emeğin ya da burjuvazinin talebinin oluşması gerekir. Bu koşullar bir arada buluşmaz ise kriz oluşur zira değer oluşmamış olur.

2-Değerin para biçiminde oluşması sistemin içindeki kritik anlardan biridir. (KUTU : 2) Üretilen metanın bir toplumsal talebinin oluşturulması gerekir. Bazan ücretler düşük kalır talep oluşmaz . Bu durumda devletin suni talep yaratmak için devreye girmesi gerekebilir. (Keynes modeli. Devletin büyük altyapı yatırımları oluşturarak talebi canlandırması; ya da savaş ekonomisi. rg)

3-Dağıtım mekanizması da sisteme enerji sağlar. Dağıtım finansal sistem marifeti ile güç kazanır ve oluşur. (Kredi, finans mekanizmaları).

Kredi ve finans sistemleri borç ve parayı yaratır. Dağıtım sistemi mekanizması içerisinde rant yaratan sermaye (interest bearing capital) çok önemlidir ve sistem içerisindeki artık değerin, artık likiditenin, finans sistemi içerisinde oylumlanmasını sağlar. Bir anlamda büyüyen spiralin motorudurlar.

Dağıtım sisteminde rant yaratan sermaye olarak dönen para üretime değil hisse senetleri v.b. gelir getiren diğer finans enstrümanlarına de dönebilir.
Bu durum eninde sonunda hortum biçiminde oylumlanan spiral döngünün kontroldan çıkması ile finans krizleri oluşturabilir.

Harvey’e göre Kapital’in birinci cildi analizin basite indirgenmesi uğruna değerin para biçiminde (value in money form)  gerçekleşmesi üzerine yoğunlaşır, dağıtım süreci ile ilgilenmez. Ancak Harvey, Marks’ın sermayeyi bütünselliği içerisinde kavramanın da gerekliliğinden diğer eserlerinde söz ettiğinin de altını çizer.!


Harvey’in işaret ettiği diğer bir önemli husus: işçi – patron çelişkisi yanısıra alıcı – satıcı çelişkisi

Harvey’in, klasik örgütlenme biçimlerinin yanı sıra şehir hakkı, kentsel toplumsal hareketler, kamusal alanın yeni baştan halkın yüzde doksan dokuzu tarafından temellük edilmesi, kent içindeki özel mücadele alanları yaratılması gerekliliği açısından öne sürdüğü savlardan birisi de işçi – patron çelişkisi yanı sıra modern toplumlarda satıcı – alıcı çelişkisinin de göreceli olarak daha fazla önem kazanmasıdır. 

Son teknolojik gelişmeler ışığında yapay zeka ve otomasyonun önem kazanması, delokalizasyon gibi süreçler sonucunda birçok sanayi dalının merkez ülkelerden periferi ülkelerine kayması neticesinde klasik proleteryanın göreceli ağırlığını yitirmesi sonucunda işçi patron çelişkisinin yanısıra alıcı satıcı çelişkisi göreceli ağırlık kazandığı iddiasını öne sürer Harvey.

Örnek olarak jenerik ilaçlar ile patentli ilaçlar arasındaki astronomik farka işaret eder. Harvey, hiçbir patron işçi ilişkisinde ulaşılamayacak haksız kazançların alıcı satıcı ilişkisinde var olabileceğinin, yaratılabileceğinin altını çizer.



Harvey’in şeması ile ilgili birkaç eklenti


Harvey’in özellikle dağıtım mekanizmasını irdeler iken, dağıtım mekanizmasının bizzatihi sistemin enerji kaynaklarından biri olduğunu belirtmesi, artık değerin para biçiminde iken rant yaratan sermaye biçiminde sistemi yeniden beslemesi  (spiral döngü) önemli bir tespit oluşturmaktadır.

Dağıtımdan üretime  sonra rant ve temettüye dönük sermaye döngüsü içerisinde gerçekleşen pratikte gayrımenkul projeleri modern kent dinamiğini harekete geçirmiş ve hem kent makroformunu hem de sermayenin spiral gelişimini tetiklemiştir.

Gayrımenkul yatırımları Harvey’e göre kapitalist sistemin enerji kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Hem üreticilerin hem tüketicilerin aynı kapitalist finans kurumları tarafından kredilendirmelerinin altında yatan mantık budur Harvey’e göre.

Sermayenin Organik Bileşimi Üzerindeki Etki

Kanaatimce gayrımenkul ile ilgili olarak gelişen mortgage (tutsat) sistemi  sermayenin organik bileşimi üzerinde de etkiler yaratmıştır.

Gayrımenkul satışlarından oluşan banka borçları  mortgage yolu ile banka ve finans kuruluşları tarafından ikincil piyasada likiditeye dönüştürülerek, hisse senedi ya da farklı finans enstrümanları olarak ikincil piyasada, emekli, sigorta fonlar, devlet egemen fonlarına satıldı. Bunlar kaldıraç efekti ile başlangıç değerlerinden  onlarca yüzlerce kez büyüklükte olarak finans piyasalarına  enjekte edildi.

Bu durumda sermayenin sabit kısmı değişken kısmına göre dolaylı olarak büyüdü. Tabiri caiz ise sermaye yeni yapısı ile bir kolu yere değen diğer kolu güdük kalan bir biçime dönüştü.

Sabit sermaye makine , üretim araçları için kullanılan ve amortismana tabi her türlü girdiyi,  değişken sermaye ise emek gücünün değerini ifade eder.


Gayrımenkul yeni finans teknikleri ile ışık hızı ile menkul değere dönüşünce (seküritizasyon v.b. yöntemler aracılığı ile) Harvey’in şeması içinde rant yaratan artık sermaye miktarı da çoğalacaktır. En azından sermayenin sabit kısmı gayrımenkulun likiditeye dönüşme özelliğinden ötürü finans teknikleri yolu ile olağanüstü büyüyecektir.

Hipotezler :

-gayrımenkul fixed  cost / sabit paha  içine;

a) amortisman
b)kira yoluyla girer.

-gayrımenkulün ışık hızı  ile menkul değere yani likiditeye dönüşmesi;

a)David Harvey şeması içinde (interest bearing /  surplus capital) rant yaratan sermaye hacmini  arttırır
b) söz konusu rant yaratan sermayenin akımını hızlandırır
c)kaldıraç (leverage) etkisi ile artan (surplus),  artık  kapital hacmi, katlanarak büyür ve finans sistemi içerisinde ranta dönük (emekli, sigorta, devlet egemen (sovereign) fonları besler.
d)Söz konusu finans kredi mekanizmaları sistem içindeki (temporality) zamanlama uyumsuzlukları sorunlarını bir ölçüde halleder !!!  yani üretim ile tüketim üretim sürecinde satın alma ödeme arasındaki zaman uyumsuzlukları  KREDİ sistemi ve finansal enstrümanlar ile çözüme kavuşturulur.
e)Sermayenin sabit kısmı finans teknikleri ile geliştirilince,  sistem borç verecek kredi verecek potansiyele ulaşır. Banka finans kuruluşu sisteme para kredi enjekte eder, ayrıca artık sermayenin bir bölümü de sermayedara üretim sürecine tekrar sokulmaksızın temettü ve gelir sağlar.


Sonuç


Harvey’in “visualisation of capital” Kapital’i ete kemiğe büründürme şeması bize hem Kapital’i anlamak için hem de yeni gelişmekte olan kentsel toplumsal hareketleri, şehir hakkını, kentsel devrim modelllerini kavramak için bir maymuncuk anahtarı sunuyor.

Sermayenin hareket ve dönüşüm içerisindeki bir değer olduğu; Meta üretimi – değerin para biçiminde gerçekleşmesi ve dağıtım döngüsü kavrandıktan sonra ve bu döngünün spiral bir biçimde bir hortum misali oylumlanarak süregiden başlangıcı sonuç sonucu başlangıç olan mütemadi bir süreç olduğu anlaşıldıktan sonra artık atılacak kavramsal adım, bu sürecin kentsel toplumsal hareketler bağlamında yorumlanması olacaktır.

19. asır, yirminci asır ve yirmibirinci asırda vukubulan ve tüm dünyaya yayılan kentleşme sürecinin özellikle kentlerde neden olduğu gelir eşitsizlikleri kapitalist düzen içerisindeki toplumsal eşitsizliklerin yorumu, sermayenin niteliği, özellikle gayrımenkul sermayenin likiditeye ışık hızı ile dönüşerek kent makroformunu etkileyen sermaye hareketlerini nasıl tetiklediği, hepsi Harvey’in bize sunduğu maymuncuk anahtarı ile çözülebilir.

“Asi Şehirler  / şehir Hakkından Kentsel devrime Doğru” kitabı söz konusu maymuncuk anahtarı ile kentlere dair çeşitli oluşumları, mücadeleleri yorumluyor, yeni açılımlar sunmaya gayret ediyor.

Beş bölümden oluşan kitapta Harvey’in çeşitli dergilerde yayımlanan makaleleri yer almakta.

Bunlar : Kent Hakkı  / Finans Krizinin Kentsel Kökenleri / Ortak Alanların (kamusal alanların rg.) Geleceği / Rant Sanatı : Küreselleşme, Kültürel Üretim ve Monopol/ Finansal Krizin kentsel Kökenleri : Kentin antikapitalist mücadelede Devreye Sokulması’dır.

Kent ile kentleşme ile ilgilenenlerin yararlanacağı birçok örnek olay yer almakta seçkide.
Konuya ilgi duyanların  yaralanması menfaatleri icabı olacaktır.







Gayrımenkulün Menkule Dönüşmesi Süreci

Raşit Gökçeli, Y. Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)
2007


10.3.2007 tarihli, MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ YAYIN KOMİSYONU YUVARLAK MASA TOPLANTISI “MESLEKTE DÖNÜŞÜM” toplantısındaki Raşit Gökçeli sunuşu.
(Katılanlar : Prof Dr. Abdi Güzer, Kadri Atabaş, Tonguç Akış, Raşit Gökçeli)



RAŞİT GÖKÇELİ- Ben, aslında yazılı bir metin de hazırladım; ama yazılı metni okumayacağım. Zaten sayısal ortamda mevcut o.

Küreselleşme

Şimdi, hadiseye nereden başlayacağım diye baktığımda bir tuhaf oluyorum; sanki bir körün fili bir yerinden tutmaya çalışması gibi bir olay. Belki şöyle başlamak mümkün olabilir: Plancılar olarak yahut mimarlar olarak, fiziki birtakım çevrelerle uğraşan kişiler olarak bizim içinde bulunduğumuz somut durum ne?

Çünkü en azından kendi görebildiğim bir kısmından başlamak istiyorum. O kısım da şu: Bir, genel olarak şu anda yaşadığımız küreselleşme hadisesi, ki 30 senedir dünyada çok fazla başat hale geldi ve artık tekrar o cycle’ın, yani o döngüsel durumunun biraz üst noktasından geçtik gibime geliyor.

Burada önemli olan nedir; önemli olan şu: Fiziki üretim ile finansal üretim arasında bir ölçeksizlik husule geldi, ortaya çıktı. Yani çok kısa bir dönem içerisinde, fiziki olarak dünyada üretilen değerler ile finans dünyasındaki bu transaction’lardan ötürü dönen hacim arasında inanılmaz bir dengesizlik oluştu ve bu, son birkaç sene içinde giderek artan biçimde devam ediyor. Bu, önemli; bunu fiziki meseleye de bağlayacağım.

Bu, neden oldu; şundan oldu: Finans kapital, giderek daha fazla gelir elde etmeye çalışıyor, hisse senetleri daha fazla kazanç sağlasın diye bakılıyor. Mesela, dünyada, kimi rakamlara göre, günde 1.5 trilyon dolara, kimi rakamlara göre bu 6 trilyon dolara kadar ulaşan bir günlük transaction hacmi var. Bunu fiziki üretimle falan mukayese etmek mümkün değil ve bu olgu ekonominin normal işleyişini çarpıtmaya başladı. Bu durum eleştirildi. Kimler tarafından; küreselleşme karşıtı hareketler tarafından. İlk nasıl çıktı bu; Attac hareketi çıktı, finansal hareketler üzerinden bir vergi alınması kavramı “Tobin Tax” olarak bilinen Tobin adlı iktisatçının fikrinden yola çıkılarak önerildi; vatandaşlar için, söz konusu finansal transaction’lar üzerinden bir vergi alınması fikri öncelikle ortaya çıktı. Ama bu hareket, giderek bir nebula gibi gelişiyor; bütün toplum alanlarında, bütün katmanlarda, çok değişik sektörlerde, değişik muhalefet grupları bu alana giriyor. Ekolojistler giriyor, etnisite giriyor, işgücü meseleleri giriyor, yani her çeşit konu giriyor. Dünya ölçeğinde bir çeşit “gökkuşağı” muhalefetinden söz edilmekte.

Bu bağlamda tekrar yeni yeni kavramlar gelişiyor. Mesela, hisse senetleri üzerinden alınacak olan vergilerle ilgili, buradaki kazançların limite edilmesi, belli bir noktada dondurulmasıyla ilgili kavramlar gündeme geliyor. Share holded limited operated marjing gibi kavramlar gündeme geliyor. Bunlar önemli. Neden mi? Çünkü küreselleşme karşıtı Dünya Sosyal Forumu örneği hareketlerin güçlü bir fikirsel muhalefet odağı oluştuğu ve artık kriz döneminde girmiş bulunan neoliberalizmi  fikri açıdan sıkıştırdığı somut ve hayata dair alanlarda, halk katılımını içeren alternatifler ortaya çıkardığı için önemli.

Mimarlık ve planlama – Gayrımenkulün Menkul hale gelebilmesi

Peki, biz nerede duruyoruz bu olayda; mimarlar nerede, plancılar nerede duruyor?

Burada, benim gördüğüm olgu ve yapılabilecek ikinci bir önemli saptama şu: Tabii, biz, şehir plancıları ve mimarlar olarak, daha çok, inşa edilen bir çevre üzerinde, gayrimenkulle ilgili disiplinleriz. Halbuki, unsur, gayrimenkul unsuru şu ana kadar çok likid değildi. Yani likiditeye dönüşmesinde bazı hem kavramsal, hem teknik zorluklar vardı. Halbuki, bu yeni gelişen teknikler, bir yandan sibernetik teknikler, bir yandan son birkaç on senelerdir gelişen mortgage uygulamaları, teknikleri şunu getiriyor ortaya: Bu gayrimenkul unsurunu kolaylıkla likid hale getirebiliyorsunuz.
Bütün bu mortgage ( tutsat )meselesine -mortgage’ı bir örnek olarak veriyorum- baktığınızda, mortgage’ın temelinde, bu inşa edilen gayrimenkuller -bu, konut olabilir, başka şey olabilir, ticari şeyler de olabilir- bir çeşit likiditeye dönüyor. Ne yapıyorsunuz; bankalar bir borç veriyor, o borcun karşılığında, hisse senetleri anlamında, borsada, ikinci piyasada tedavül edilebilen birtakım değerler elde ediliyor. Seküritizasyon teknikleri ile. Bu, o kadar hızlı ve ilginç bir şekilde gelişiyor ki, bunlar, o mortgage uygulamalarının yer aldığı başat kapitalist ekonomilere baktığınızda, Gayri Safi Milli Hasılanın neredeyse yüzde 40’ına, eşit hacimler ortaya çıkarıyor. Yani milli servetin büyümesinde gayrımenkul da aktif olarak ve likid bir biçimde rol oynuyor.

Yani şimdiye kadar, biz, gayrimenkulü bir sermaye biçimi olarak ortaya koymakta güçlük çekerken, şimdi öylesi bir güçlük çekmiyorsunuz. Gayrimenkul, ışık hızıyla likid hale dönüşüyor. Likit hale dönüştüğü zaman, aynen herhangi bir finans enstrümanı gibi piyasada tedavül ediliyor. Bence bu, son onyılların bizim disiplinleri ilgilendiren önemli bir değişim özelliği. Elbette bu olgunun bizim disiplin üzerine etkilerine tekrar gelmek gerekecek.

İnşa ettiğiniz mekânın orada veya burada olması önemli değil, 100 katlı olması veya 1 katlı olması önemli değil; onun ne şekilde likiditeye dönüşmüş olduğu önemli. Çok, çok ilginç bir durum.

Nitelikli emek olarak mimarlık

Bu olguya bakmak gerekiyor, daha sonra, bir de, “Mimarlar, şehir plancıları olarak disiplin mensupları olarak bizzat bizim başımıza ne geldi?” diye bakmamız lazım. Biz, mimarlar, plancılar aslında ne tür bir işgücüyüz? işgücümüz nitelikli bir emek. Tamam, yaptığımız işin sanat yönü, var, onu da tartışacağım; ama sonuçta bizim işgücümüz nitelikli bir emek. Nitelikli emeğin başına ne geldi? Bir kere, genel olarak emeğin başına ne geldi? Küreselleşme hadisesi içerisinde emeğin başına neler getirdi? deregülasyon getirdi, delokalizasyon getirdi, bir de emeğin fleksibl esnek hale gelmesi, iş organizasyonlarının esnek hale gelmesi olguları yaşandı. Post-fordizmin unsurları bunlar, neticede, emek, genel olarak, prekarious dediğimiz bir hale dönüştü, yani eğreti bir duruma düştü. “Bu eğretilik bizde ne kadar var, ne kadar yok?” meselesine bakmamız lazım.

Nitelikli emek. Nitelikli emeğin iki yönü var. Bir, öyle bir nitelikli emek var ki, bütün bu hadiselerden çok fazla etkilenmiyor. Diyelim ki Bill Gates; onun çok fazla etkilendiği söylenemez, hatta dünyanın en büyük servetine konmuş adam. Yine birtakım uç teknolojilerinde üretim yapan beyin gücü bundan belki çok fazla etkilenmiyor. Tabii, bunların nerede yer alacağı konusu biraz karmaşık; o spesifik grubun özgül bilinci her bir özel durum için farklı olabilmekte. Ancak yine de nitelikli emeğin çok daha önemli bir bölümü eğretileşme olgusuna tabi ve onun kötü sonuçlarına katlanmak durumunda.

“Bu eğretileşme ne şekilde somutlaşıyor ” diye baktığımızda; artık fili bir tarafından tutmaya çalıştığımızda, hangi noktaları yakalayabileceğimi düşündüğümde, ilk olarak sürekli mesleki gelişim meselesi, “continuous professional formation” olgusu bana ilginç gelmekte.

Bakınız mimarın konumu eskisi gibi değil. Şu mimarlık hadisesine bir bakın. 1920’lerde Sanayi-i Nefise açıldı, şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi. O zamanki bir mimar nasıl bir kişi idi; kalemine hakim bir adamdı, çizdi mi her yerden ses getiriyordu; yani bir Kuran’ı neredeyse bir yaprağa sığdıracak kadar kalem virtüyozu, güzel resimler çizen biri idi. Bu yetenekli kişi 50 sene boyunca mesleğini bu tür melekeleriyle yürüttü. Çok da yetenekli insanlardı, müthiş yapılar inşa ediyorlardı. Ama şimdi durum farklılaştı. Şimdi, bir mimardan, bir plancıdan sadece yetenek ve ustalık istenmiyor ki; yeni mimarda sayısal ve sözel birtakım başka beceriler aranılıyor hatta isteniliyor. İsterse en güzel resimleri çizimleri yapsın, daha değişik beklentileri mevcut işverenlerin yani sermayenin. Mimardan, “project manager”, proje yöneticisi olması isteniyor; her gün değişik bir bilgisayar programını kullanması isteniyor. Dün, Auto-Cad kullanması isteniyordu, bugün Rewit ve benzeri programlar kullanması, Primavera vesaire kullanması isteniyor.

Bu noktada bu gelişmelere bağlı olarak da, sürekli mesleki gelişim kavramı gündeme geliyor.  
Tabii bu sürekli mesleki gelişimin klasik bir geçmişi de mevcut. Eskiden de gelen bir geleneği var. Yani klasik mimarlık loncalarının veyahut mimarlık odalarının hizmeti topluma tam ve mükemmel olarak sunmayı taahhüt etme, buna karşılık kamudan yetki elde etmeleri olgusu. Sayın Umut İnan’ın bu konuları ilk olarak bizlere açtığı zamanları, 1992 yılları idi, hatırlıyorum. Sürekli Mesleki Gelişimin klasik boyutu da önemli. Ancak mimarın dönüşümü, nitelikli emek olarak kendisinden beklenen yeni işlevler de bir o denli önemli.

Sürekli Mesleki Gelişim olgusunda nelerin üzerinde duracağız; bunu araştırmamız lazım. Önümüze gelen bu meselelerin ne kadarı bu klasik formasyondan kaynaklanıyor? Bunu irdelememiz gerekmekte.  Hakikaten epey etkilenmiştim sayın Umut İnan’ın ortaya koyduğu sorunsaldan.  Umut İnan benim gözümü açtı. Umut İnan 1992’de geldi ve bize şunu sordu: “Mimarlar Odası olarak ne yapıyorsunuz burada? Sendika mısınız? Yoksa topluma, kamu yararına bir hizmet mi sunuyorsunuz?” diye sordu. Ben, o zaman, bu sorunun cevabını bulabilmek için günlerce uyuyamadım. Benim bulabildiğim cevap da şuydu: Biz, ikisiyiz de. Çünkü biz, yapı denetimi yaparak bu toplumda inşa edilen yapıların sağlıklı şekilde imal edilmesi için gerekli nitelikli emeği garanti ediyoruz; Yani toplum ve kamu yararına işlev görmekteyiz.

Ama mesleki sorumluluk sigortası meselelerinin de üzerine giderek ki aslında sendikal bir işlevi de görüyoruz.

Yani her iki işlevi de birlikte Meslek Odası olarak birlikte ve bir arada yürütüyoruz.

Mesleki Sorumluluk Sigortası

Mesleki Sorumluluk Sigortası şu anda bence Odanın üzerine gitmesi gereken kritik noktalardan bir tanesidir.  Mesleki Denetim sorunun çözüm anahtarıdır. Dünya uygulamalarında önemli bir yeri mevcuttur.

Böylesi bir perspektif içerisinde nitelikli emeğin durumu kendi meslek özelliğimiz içerisinde anlam kazanabilir ve sürekli mesleki gelişim ile bir bütünsellik içerisinde sağlıklı bir şekilde irdelenebilir.
Tartıştığımız meselenin çıkış yolu da böylesi bir sentetik bakış açısı içerisinde aranmalıdır.

İşte parametreleri bir yandan nitelikli emeğin eğretileşmesi diğer yandan  sürekli mesleki gelişime olan bir analiz mimarlığın dönüşümünü irdelememizi olası kılar.

Tam bu noktada sürekli mesleki gelişimle ilgili bir tehlikeye de işaret etmek gerekmekte: Türkiye dönüşürken, son birkaç sene içinde, süratle bir klasik ulus-devlet modelinden belki biraz daha değişik, neo-kapitalist bir modele doğru yol alırken birçok yapıyı yönetişim ilkelerine göre yeniden organize ediyoruz. Bir düşünün, Kamu İhale Kanununu, bütün bu kanunları, ulusal mesleki yeterlilik kurumlarını bir akla getirin: Ortaya çıkan birtakım yeni kurumlar göreceksiniz. Bu kurumların kuruluş ilkelerine bakınız: Yasalarla kurulan bu kurumların yönetim kurullarını falan incelediğinizde bir “governance” yönetişim ilkesi ile karşılaşacaksınız.

Dolayısıyla, ne tür değişimler ile karşı karşıyayız; bizim Oda olarak karşı karşıya geldiğimiz ilginç noktalardan bir tanesi söz konusu bu alanlarda.

Biz, Oda olarak eski yapı ile eski örgütlenme biçimi ile, eski, geleneksel mesleki denetim işlevlerini yürüterek devam edebilecek miyiz?

Şimdiye kadar meslek alanının inhisarında olduğunu varsaydığımız birçok edim artık mültidisipliner ve artık sadece mimarların yer almadığı, hatta mimarların bir bakıma içerisinde marjinal bir konumda kaldıkları bir ortam bir sektörel uygulama söz konusu.

 İki tane örnek. Diyelim ki, birincisi şu anda çok revaçta olan gayrimenkul değerlendirme eksperliği.
.
Odamız bu alanda bir kurs açtı ve kurs en çok rağbet gören kurs oldu. Çünkü çok önemli; Mortgage Yasası çıktı, bu konuda inanılmaz bir iş alanı açılacak. Bunlara bir bakın, pratikte durum ne oluyor; bu alanın bir meslek odası, Değerleme Uzmanları Odası, kuruluyor. Aynı şekilde, yapı denetiminde daha başlamadı bu, ama gündeme gelmek üzere. Peki, o durumda, bizim bu sürekli mesleki eğitim nasıl olacak; yani biz nerelerde olacağız? Odamız bu gelişmelerin neresinde kalacak? Bizim bildiğimiz klasik, oda tipi örgütlenmeleri mi devam edecek?  Yoksa başka türlü, yeni ekonomik düzene uyan daha değişik Meslek Birlikleri formuna mı geçeceğiz?

Alternatif mesleki örgütlenme biçimleri

Biz, şimdiye kadar ne yaptık; odalarda örgütlenip faaliyet yürüttük. İnşaat Mühendisleri Odası, Makine Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası vesaire. Şimdi böyle değil ki. Diyelim ki çok büyük bir iş alanı açacak olan gayrimenkul değerlendirme veya yarın öbür gün iş güvenliği, öbür gün yapı denetimi, başka gün başka alanlarda da benzerleri çıkacak bunların. Öyle kurumsal yapılar karşımıza çıkacak ki, bunlar “governnance” yönetişim tipi yapılar biçiminde, bu mantık, bakış ve politik kurgu ile dizayn edilmiş yasalarla önümüze gelecekler. Bu politik kurguyla ilintili daha kompozit, değişik meslek kuruluşları ortaya çıkacak. Bunun da farkına varmamız lazım diyorum.

Sunduğum yazı bu sorunları ele almakta.

Sanki mimarlar için, tanrı bir daha ölüyor.

Bu böyle olunca, “Biz ne yapacağız?” diye baktığımızda, bir başka perspektif daha dikkatimi çekiyor. Bütün bunları bir an için bir kenara koyalım. Bu “yeni durumu” araştırmamız lazım; hakikaten, biz bu yeni dünyada nerede duruyoruz? Konumumuzu irdeler iken meslek politikamızı duruşumuzu, toplumsal dayanak noktalarımızı belki de ittifaklarımızı yeni baştan tasarlamamız lazım.

Hep düşündüğüm bir şey var: Mesela, neden Sınır Tanımayan Doktorlar var, neden Sınır Tanımayan Gazeteciler var; fakat neden Sınır Tanımayan Mimarlar yok?

Sınır ötesinden sorunlar bir heyüla gibi üzerimize geliyor; GATS yoluyla, sınır tanımayanlar geliyor bu tarafa da, onu tartışmıyorum. Demek istediğim, demin sözünü ettiğim, dünyadaki bu küreselleşme karşıtı harekete mimarlar neden eklemlenemiyor? Çünkü tartışmamız gereken çok önemli bir nokta, nitelikli emeğin eğretileşmesi ve bu noktada bizim nerede duracağımız meselesi. Ancak bu noktanın bağlantıları ortaya konulursa…

Meslek Odası olarak mimarlar olarak nerede duracağız?

Tabii, bir başka dünya da var, belki onun da farkına varmak lazım. Bizim Mimarlar Odası tarihinde de bir dönemde böylesi arayışlar oldu. 1971’den sonra böyle bir paradigma arayışı yaşandı. Meslek Odası sosyal meselelerle biraz ilgilenir gibi oldu. Belki biraz naif biçimde ilgilendi. Belki de değil.  Ama ben, Umut İnan’ın 1992 yılında ortaya koyduğu sorunsaldan sonra, Meslek Odası’nın sorunlara en azından meslekli alandaki kimi sorunlara biraz naif bir biçimde yaklaşmış olduğunu düşünmeye başladım. Yani o zaman, Umut İnan’ın sorduğu o sorulara cevap vermeye çalışırken aklım başıma gelmeye başladı.

Bir de şu da var: Sistemin dışına çıkmak mümkün değil. Bugün, dünyayı bir çeşit gecekondular gezeni olarak tanımlayan bir görüş var. Müthiş bir eşitsizlik hüküm sürüyor neokapitalist, küreselleşmiş dünyada. Yoksulların oluşturduğu, yüzlerce kilometre boyunca uzayan giden bölgeler, devasa metropolitan alanlar, yokluk bölgeleri var. Bunlarla ilgili neler yapılabilir; ona da bakmamız lazım. Mimarlar Odası Türkiye Seksyonu olarak hazırlanmakta olduğumuz Torino 2008’le UİA Genel Kurulu ile ilgili bir yazı yazmıştım, orada önerdiğim şeylerden bir tanesi, bizim bu konularda yeni bir şeyler önermemiz gerektiğiydi. Yani küresel fakirleşme ile ilgili ne düşünüyoruz; bunu ortaya koymamız lazım. Bizim, nitelikli emeğin bir grubu olarak, nitelikli bir emek grubu olarak nereye bağlıysak, hangi kuruma bağlıysak -bugün Mimarlar Odasına, yarın hiç tahmin etmediğiniz başka bir meslek grubuna bağlı bulabiliriz kendimizi- dünyadaki bu muhalif harekete nasıl eklemleneceğiz; onu bulmamız lazım. Çünkü dünyanın bu neo-kapitalist salınımının artık tam devam edemeyeceğini, küreselleşme karşıtı yeni bir hareketin ortaya çıkmakta olduğunu düşünüyorum.

Dünya, yeni baştan, “Çok çeşitli kısıtlar dolayısıyla, ekolojik kısıtlar, enerji kısıtları, finansal kaos tehlikeleri karşısında ne yapabiliriz?” diye tekrar ciddi olarak düşünmeye başlıyor. Azmanlaşmış finans hareket ve uygulamaları, “Carry trade” ler, “hedge fon”lar, söz konusu finans pratiklerinin oluşturduğu toplumsal çalkantılar, bunlara bağlı olarak, bildiğimiz bütün sosyal düzenin, 1945’ten sonra ortaya çıkan sosyal düzenin dekonstrüksiyona uğraması, sosyal şantiyelerin dekonstrüksiyonundan söz ediyor muhalif akımlar. İnsanların emekli olma meseleleri, emeklilik fonlarının nasıl yönetileceği vesaire.

 Tüm bu gelişmeler bizi meslek alanımızda doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor. Çünkü insanlar ne yapıyor; insanlar konut alıyorlar, şehir oluşturuyorlar, bir şehir içerisinde yaşamaya çalışıyorlar.
Kimileri orada prestij bölgeleri inşa ediyor, kimileri zengin mahalleleri inşa ediyor, kimileri büyük müzeler inşa ediyor. Bütün bunlar olurken kentler değişiyor kentsel dönüşümler gerçekleşiyor, mutenalaşma hareketleri oluyor. Bir patırtı gürültü var. Yani o şehir dediğimiz yer, yapılı çevremiz öyle asude ve dingin bir yer değil.

Nitelikli emek olarak yani mimar ve plancılar olarak konum belirlememiz gerekirse politik tercihler, mesleki de olsalar, gündeme gelmek zorunda.

Sermaye ne yapıyor; getirisini maksimize etmeye çalışıyor. Yani siz, gidip, son derece başarılı bir yenilenme hareketi, son derece başarılı bir restorasyon hareketi yapmaya kalkışsanız belki sermayenin işine gelmeyecek. Çünkü sermaye, neticede bunu piyasada, borsada tedavül eden tahvillere dönüştürmeyecek mi; dönüştürecek.

Bunun için de, ACE’nin, UIA’nın yaptığı birtakım çabalar var. Ama bunların ne kadarı politik çevreler tarafından gerçek anlamda dinleniliyor, dinlenilmiyor; o tartışma konusu. Bunun karşılığını da söylemek lazım; UIA ve ACE, kendi ana stratejisini çizmesi gerekirken, belki ağırlıkla bir Lizbon Stratejisini değil de, çok daha anlamlı, daha sosyal bir strateji etrafında bir tercih yapması gerekiyor, onları düşünmesi gerekiyor. Şimdi, dünyada bunlar tartışılıyor. 1945’ten sonra kurulan bütün bu kurumların, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, vesaire, bütün bunların nasıl bu hale geldiği tartışılıyor. Mesela, Gallbraight’in önerdiği bir Dünya Ticaret Örgütü var ki, hiç böyle değilmiş, son derece daha mantıklıymış. Sonradan, soğuk savaş çıkınca, olaylar öbür tarafa kaymış, birdenbire dönmüş.

Bunlara ilişkin de hem felsefi, hem sosyal birtakım düşünceler üretmek lazım diye düşünüyorum. Ama tabii, bunların izdüşümleri içerisinde, biz, meslekte ne yapacağız, sürekli mesleki gelişimi ne yapacağız, diplomalarımızı nasıl savunacağız; onları da düşünmemiz lazım. Ben, academia’nıın da diplomalarını yeterince savunmadığını düşünüyorum, o konuda yanlış yaptığını düşünüyorum.
YÖK, diplomaları geçersiz kıldı. Buna karşı yeterli direnç gösterilmiyor diye düşünüyorum ve bunun acısını çekeceğiz diye düşünüyorum. Çünkü 100 bin dolara, 150 bin dolara verilen özel okul diplomalarının dünya piyasalarında ne kadar “competitive” rekabetçi olacağından pek o kadar emin değilim. İşin erbabı, herhalde bunları 5-10 sene sonra tartışacak, onları göreceğiz. Ama bu anlamda, kamusal alan, kamusala dönüş, korumacılığa dönüş gibi birtakım kavramları yeni baştan irdelememiz gerekecek diye düşünüyorum.

Bu aşamada insanın kafası hakikaten karışıyor. Tabii, orada da çok ayrı bir tartışma var, “STK mı, hükümet dışı örgüt mü?”  tartışması. O apayrı bir tartışma, ona şimdi burada girmeyelim. Yani bu nasıl olacak, bilemiyoruz; ama bir şeyler var, etkiler var. Nerede görüyorsunuz bunu; en azından ekolojik çıkışlarda, Kyoto meselelerinde, şurada, burada…

Arkalarında  bir devlet yok, arkasında bir süper güç yok, ama o fikri hareketler o kadar güçlü gelişiyor ki, ister istemez, politikacılar bunlardan kaçamıyorlar. En azından seçim dönemlerinde kaçmıyorlarmış gibi görünmeyi yeğliyorlarlar.

Dolayısıyla, bence, meslek grubu olarak durumumuz muallakta.

Eğer bu gelişmeleri çok iyi kavrayamazsak, bunlara ilişkin çok teknik bazı tedbirler alamazsak -ki alınacak tedbirler var- alanımızı başkalarına kaptırabiliriz. Bir bakarız ki, Mimarlar Odası yok, mesela, Gayrimenkul Eksperleri Odası var veyahut başka bir şey var. Ulusal Mesleki Yeterlilik Kurumu gibi kurumlar var, biz yokuz. Eğer kafi derecede uyanmazsak başımıza bunlar gelebilir. Yani bizim mimar olmamız, mimarlığın en yüce meslek olması, iç mimarların alt disiplin olması, şehircilerin alt disiplin olarak algılanmaları gibi hurafelerle avunacağımıza, esas tehlikelere bakalım. Sürekli mesleki gelişimi nasıl ele alacağımıza, bu mesleki uygulamayla ilgili işlevsel, asli fonksiyonlarımızı nasıl reforme edeceğimize falan hep birlikte bakmak durumundayız. Tüm mimarlık kuruluşları olarak hep birlikte.

Ülkemizde mimarlık böylesine bir görüntü çiziyor. Tamam, birkaç fakültede, çok başarılı işler yapan, çok becerikli insanlar olabilir. Dünyadaki en yüksek ayarda uzman yetiştiren insanlar olabilir. Ama bu, toplam içinde ne kadar?

Meslekteki başarılı istisnalar genel resmin belirleyicisi değil gibime geliyor. Olmadığı da şuradan belli: Bütün bu insanların varlığına rağmen, etkili olamıyoruz. Türkiye'de çok kabiliyetli, çok müthiş mimarlar yok mu; var. Ama yatırımcı pozisyonundaki karar verici gidiyor, Sabancı veya Koç Müzesi’nin karşısında bina yaptırırken yabancı mimar arayışına girebiliyor.







                       Kentlerimizde Çevresel Sorunlara Çözüm Ararken…

Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar


Gayrımenkul Değerlerin Menkul Değerlere Dönüştürülmesi
ve
İkincil Piyasaların Çevreyi Koruma Amaçlı Vergilendirilmesi için Bir Model Önerisi

Raşit Gökçeli, Y. Bölge Plancısı, mimar

haziran 2005


Giriş

Dünya’da

Değişen bir dünya’da maddi ve manevi nirengi noktaları ortadan kalkmaktadır. Aydınlanma ve modernleşmenin dünyası boşlukta. Bildiğimiz felsefi, sosyolojik, ekonomik paradigmalar terk edilmekte. Kendimizi ve sosyal ilintilerimizi yitirmenin eşiğinde bulunuyoruz. Ulus, parti, sınıf, iş organizasyonu, mesleki beceri gibi kategoriler yok olmaya yüz tutuyor. Finansal sermayenin küresel imparatorluğu, neocon düşünce mihrakları, yeni küresel imparatorluğun Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, İMF, gibi kuruluşları, Yeni ekonomik ve ticari bölgeler, GATS, TRIPS gibi merkez ve çevre ülkelerinin nerede ise tümünü bağlayan antlaşmalar, deregülasyon (kuralsızlaşma)  /  (kuralsızlaşmanın kurallaşması) uygulamaları insanlığı şimdiye kadar karşı karşıya kalmadığı bir düzenin cenderesi içerisine almakta.

Bu düzen yalnızca ekonomik ve sosyal kuralları koymakla yetinmemekte. İnsanın kendisini de dönüştürerek “yeni bir insan tipi”, yaratmayı amaçlamakta. Dayanışma, sosyal eşitlik, fırsat eşitliği kültür, kültürel ve çevresel miras gibi değerler yok sayılmakta. Bireyci rekabetçi atomize parçacıklardan oluşan sosyal boyutu sıfıra, tüketici boyutu sonsuza teğet androidler’den oluşan bir toplumun temelleri atılmakta.

Küreselleşen dünyamızda merkez ya da çevrede olmanız da söz konusu değişmeden nasibinizi almayı engellememekte. Elbette merkez ülkeleri – çevre ülkeleri; kuzey – güney ikilemi süregelmekle birlikte merkezde bir fakir ya da çevrede globalleşmenin bir ajanı olarak bir varlıklı olmanız söz konusu. Dahası Çevre’de olup da ulus devletten çok finans imparatorluğuna bağlı bir metropol kent tanımlamak, böylesi bir kavramı tasavvur etmek olası.

Çevre ve Kent bu değişmenin neresinde ?

Dünyamızı oluşturan yüz milyonlarca yıl oluşturan jeolojik ekolojik çevresel dengeler son iki yüz yıl içerisinde inanılmaz bir hızla bozuldu. Dünyamız, finans imparatorluğu’nun akıl almaz bencil ve ufuk yoksunu politikaları yüzünden ekolojik bir felaketin eşiğinde. Biyosferin tahribi, küresel ısınma, canlı varlık çeşitliliğinin tehlikeye düşmesi, ormanların, kullanılabilir su kaynaklarının kirlenmesi ve yok edilmesi, GDO’ların gelişigüzel kullanılması, enerji kaynaklarının tüketilmesi, dönüşebilir enerji kaynaklarına çok uluslu şirketlerin kısa vadeli çıkarları uğruna yeterince süratle geçilmemesi insanlığın geleceğini tehlikeye atmış durumda.

İnsanlığın yerleşim alanları da bu dönüşümden nasibini almış durumda. Geleneksel insan yerleşimleri son iki yüzyılda kırsal olmaktan çıkarak kentsel olmaya başladı. Ayrıca kırsal alanlar da geleneksel tarımdan “agro industrial” ziraat işletmelerine geçiş süreci içerisinde farklılaştı.

Sonuç olarak insan yerleşimleri ister kentsel ister kırsal olsun çevresel sakıncalar içeren sistemlere dönüştü. İnsanlar enerji tüketimini maksimize eden mal, hizmet, sermaye akımlarını en üst düzeye çıkarmayı amaçlar iken  çevresel ve ekolojik kısıtları göz ardı etti. Elimizde tahrip edilmiş yaşam çevreleri, ıslah edilmeye, yenilenmeye ve belki de yeni baştan kurulmaya inşa edilmeye muhtaç insan yerleşimleri kaldı.
Önümüzdeki yüzyılın en önemli sorunu bir yandan 10 milyara varacak ve o noktada bir doyum noktasına varacağı umulan insan nüfusunu doyurmak, barındırmak, iş bulmak bir yandan bu amaçları sağlayabilecek enerji, kent, ve ekonomik planları oluşturabilecek siyasi ve sosyal sistemleri kurabilmek olacaktır.

Öte yandan küreselleşen dünyada sermayenin ve çok uluslu şirketlerin oluşturduğu sistem, getirdiği sömürü düzeni dolayısı ile dünya çapında eleştirilere uğramaktadır.

Davos’ta toplanan “Dünya Ekonomik Forumu” küreselleşen sermayenin sorunlarını tartışır iken alternatif bir muhalefet odağı “Dünya Sosyal Forumu”, “gezegenimiz satılık bir ticari mal değildir” ve “başka bir dünya mümkündür” sloganları altında Sao Paulo’da toplanmıştır.

Fikirsel öncülüğü Yurttaşların Desteklenmesi İçin Finansal sermayenin vergilendirilmesi (ATTAC) grubu tarafından yapılan bu hareket kısa zamanda dünya ölçüsünde bir muhalefeti kapsayan ve çok değişik alanları içeren bir fikir tankı niteliğini almıştır.

Alternatif Dünya hareketinin mesleğimizi ilgilendiren önemli temalarından biri küresel iklim değişikliği ve su ile enerji kaynaklarının tükenmesi ile ilgili olanlarıdır.

Enerji ve su tüketimini yirminci yüzyıldan çok farklı bir biçimde tasarlamak zorunda olacak olan bir dünya düzeni kapıdadır. Pahalı su ve enerji kaynaklarını kısıtlı olarak kullanmak zorunda kalacak olan ekonomilerin yapacakları tercihler yapı üretiminde ve kentlerin makro formlarında gerçekleşecek dönüşümlerin habercisidir.



Türkiye’de Tehditler - Fırsatlar

Türkiye 2005 yılına tümden değişen bir dünya içerisinde giriyor. Türkiye’nin nüfusunun 100 milyon noktasında doyuma ulaşacağı ve o esnada da kentleşme oranının en az yüzde 80-85 dolaylarında olacağı varsayılabilir. Bu değişim ülkemizde de sosyal formasyonu, kenti, planlama disiplinlerini ve mesleğimizin  içinde yer aldığı yapı sektörünü hızla yeniden yapılandırmaktadır.

Ülkemizdeki kentleşme ve gelişmişlik seviyesi hem şansımızı hem şanssızlığımızı oluşturuyor. Milli gelirimizin düşük olması kentlerimizin genellikle imar düzeninin dışında şekillenmiş olmaları (örneğin İstanbul’un %60’ına yakın bir bölümü kaçak yapılaşmanın ürünüdür.) bunca yatırımın ve servetin boş çaba olduğu, kentlerimizin nerede ise baştan başa yeniden oluşturulması gerektiğini ortaya koymakta.

Ancak aynı durum bir olanağa da kapı açmakta. Kısıtlı olanaklarla imarsız ve kalitesiz oluşan kentlerimiz bir yenilenmeye de tam bu durumlarından ötürü adaylar.

Kalitesiz altyapı, sağlıksız çevre koşulları, deprem riski, imar dışı yapılaşma kentlerimizi aynı zamanda bir yenilenmenin de adayı ve taliplisi haline dönüştürüyor!

Bu yenilenme kuşkusuz Türkiye’nin ister AB’ye girsin ister girmesin geçirmekte zorunda olduğu değişimler ile ilgilidir.

Kuşkusuz AB tasavvuru kapitalizmin bir küreselleşme projesidir. Türkiye bu projeye kapitalizmin üretim fazlasını tüketmeye aday bir tüketici rezervuarı mantığı içerisinde ve vahşi kapitalizmin deregülasyon işlemlerine tabi tutularak dahil edilecektir.

Yasalaşması gerçekleştirilemeyen “Kamu Yönetimi Temel Kanunu”, Tasarlanan “Çevre ve Bölge Kalkınma Ajansları”,”Gelir İdaresi Başkanlığı”, Mahalli İdareler ile ilgili düzenlemeler, “Planlama ve İmar Yasası”, Kamu İhale Kanunu ve daha birçok yasada gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi düşünülen değişiklikler hep birbirine bağlı olup kamu alanını ve merkezi devleti daraltan bir bakış açısına sahiptir.

Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye’nin uymak durumunda kalacağı müktesebat, GATS (Hizmetler ve Tarifeler ile ilgili Genel Antlaşması’nın) getirdiği yükümlülükler, ve nihayet ülkemizin hukuki yapısının baştan ayağa yenilenmesi bu doğrultuda köklü bir değişim süreci geçirmekte olduğumuzun göstergeleridir.

"Büyükşehir Belediye Kanunu", "Belediye Kanunu" ve "Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu" ile hukukumuza giren Stratejik Plan, ülkemizin planlama iklimini değiştirecek kararlar getiriyor. Yakında yürürlüğe girecek "İl Özel İdaresi Kanunu" ile birlikte; nüfusu 50 000'in altında olan belediyeler dışında tüm kamu kurumları stratejik plan yapmakla yükümlü. Uygulama başarılı olursa ülkemizde önemli dönüşümler yaşanacaktır. (bkz. http://www.stratejikplan.net/ ) Kamu İhale Yasası, İmar Yasası, ve mesleğimizi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren daha bir çok temel yasa değişim arifesindedir.

İFK (İpotekli Finans Kurumu) ile uzun vadeli borçlanarak konut edinme sistemi, mali ve bankacılık sistemimize girmek üzeredir. Bunun anlamı gayrımenkul değerlerin menkul değerlere dönüştürülmesi sistematiğinin ve tekniğinin ülkemizde yerleştirilmesidir.

Sonuç olarak kentlerimiz adeta yeniden üretilmek durumu ile karşı karşıyadırlar.

Devasa kaynakların seferber edilmesini gerektiren söz konusu yeni kentsel yapılanma, finansal kaynakların harekete geçirilmesini aynı zamanda bunlar yapılır iken çevresel faktörlerin dikkate alınmasını gerektirecektir.

Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar ve Kentleşme

DİE 2000 bina sayımına göre ülkemizde yaklaşık 16 milyon dolayında konut 8 milyon dolayında bina mevcuttur.  Yine bu yapıların dörtte üçünü konutların oluşturduklarını bilmekteyiz. Özellikle kentsel bölgelerde yer alan yapıların önemli bir kısmı son 20 – 30 yıl içerisinde inşa edilmiş olmalarına karşın ilk fırsatta yapı stokunun çok önemli bir bölümünün değiştirilmesi gerektiği açıktır. Kişi başına milli gelirimiz 10.000 $’a çıktığı anda konut sahibi olanların en az yüzde ellisinin yeni konut edinmek üzere harekete geçeceklerini varsaymak olasıdır. Bunun yanı sıra VII. Ve VIII. beş yıllık plan dönemlerinde varsayılan konut talebinin ancak yarısının piyasa tarafından karşılanabildiği bilinmektedir.

Bu talebi karşılamakta finansal kaynaklarımızın yetersizliği bir yana ikincil konut trajedisini de yaşamış bulunmaktayız. 1980’li yılların sonuna kadar finansal enstrümanların gelişmemiş olması 1980’lerden sonra sık sık gündeme gelen ekonomik kriz ortamları tasarruf eğiliminin finansal enstrümanlardan çok gayrımenkule yönelmesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle ülkemizde tatil yörelerinde oluşan ve yılda 20 gün civarında kullanılan hatırı sayılır bir konut stoku oluşmuş bulunmaktadır. Bu konuda DİE’de yeterli istatistik bulunmamakla birlikte gerek tatil yörelerindeki kış ve yaz nüfusu arasındaki farklılık gerekse bazı bölgelere ilişkin özel verilerden bu yörelerdeki konutların üçte ikisine yakın bir bölümünün kapasite altı kullanımda oldukları rahatlıkla ifade etmek olasıdır.

Gayrımenkule Dayalı Enstrümanların  Muhtemel Talep Kaynakları ve Alanları

Gayrımenkule dayalı enstrümanlar her türlü yapı için gerekeceği gibi ister mevcut kent bölgelerinde yenilenme ve fonksiyon değişikleri dolayısıyla, ister yeni oluşacak kent bölgelerinde işlev göreceklerdir.

“Konut Finansman Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Taslağı” genel gerekçesi içinde : “Ülkemizde mevcut konut stokunun yarısından fazlası ruhsatsız konutlardan oluşmaktadır. Süregelen iç göçler sonucunda büyük şehirlerde kaçak yapılaşma ve plansız kentleşme önemli bir sorun haline gelmiştir. Konutların çoğunluğunun kaçak olmasının yanı sıra yaklaşık yüzde kırkının tadilat ve tamire ihtiyacı bulunmaktadır. Özellikle deprem tehlikesinin getirdiği riskler dikkate alındığında, zayıf durumdaki konutların güçlendirilmesi önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yandan kişilerin konut sahibi olabilmeleri için kullandıkları finansman kaynakları incelendiğinde, ülkemizde toplam konutların ancak yüzde üçünün kurumsal finansman yöntemleri ile finanse edildiği, bunun dışında konut sahibi olmak isteyen kişilerin ya kendi kaynaklarıyla ya da yakınlardan ödünç almak gibi kurumsal olmayan finansman yöntemleriyle konut alımlarını finanse ettikleri görülmektedir. Ülkemizde bankaların kullandırdıkları konut kredilerinin gayri safi milli hasılamıza oranı sıfıra yakınken, bu oran Latin Amerika ülkelerinde yüzde dört ila yüzde on iki, Orta Doğu ülkelerinde yüzde bir ila yüzde yirmi iki ve Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde yüzde iki ila yüzde elli dokuz arasında değişmekte olup, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde elli üç, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ortalamasında ise yüzde otuz dokuzdur.” denmektedir.

Aynı Gerekçede : “Öte yandan gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında, konut kredisi kullanan kişilere, mevcut durumda ulaşabildiklerinden daha düşük faiz oranları ile ve daha uzun vadelerde kaynak sağlayabilecek tasarruf sahipleri mevcuttur. Tüm dünyada her yıl yaklaşık olarak beş trilyon dolarlık bir kaynak, sermaye piyasaları aracılığıyla konut sahibi olmak isteyen kişilere aktarılmaktadır.

Ülkemizde oluşturulacak konut finansman sistemi finansmanı alacaklarının menkul kıymetleştirilmesini sağlayacak sermaye piyasası kurumlarının ve araçlarının bulunması, tüketiciye kaynak sağlanmasından ilgili alacakların menkul kıymetleştirilmesine kadar olan süreçteki işlem maliyetlerinin düşürülmesi ve sistemin vergisel olarak desteklenmesi gibi ön koşulların yerine getirilmesine bağlıdır.

Bu Kanun ile kurumsal bir konut finansman sistemi oluşturulması ve sistemin başarılı olabilmesi açısından gerekli ön koşulların yerine getirilebilmesi amacıyla, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, 4389 sayılı Bankalar Kanunu, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ve çeşitli vergi kanunlarında değişiklikler yapılmaktadır.” denmektedir.

Türkiye’de ve dünyada İFK (İpotek Finansmanı Kuruluşu) kredilerinin GSYİH içindeki paylarına göz atacak olursak : Uzun vadeli konut kredilerinin GSYİH içindeki payı Türkiye’de halen %0,5 gibi düşük bir seviyededir.Aynı oranın ABD’de %53, AB’de %39 ve diğer gelişmekte olan ülkelerde ortalama %5-15 aralığında olduklarını görmekteyiz.
“Konut Finansman Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin KanunTaslağı”nda İpotek Finansmanı Kuruluşları şu şekilde tanımlanmaktadır:

“Bu kanunla Sermaye Piyasası Kanununda ipotek finansmanı kuruluşları sermaye piyasası kurumu olarak tanımlanmış, faaliyet konuları sayılmış ve bu kuruluşlarla ilgili olarak Sermaye Piyasası Kuruluna detaylı düzenlemeler yapma yetkisi verilmiştir. İpotek finansmanı kuruluşları ve konut finansmanı kuruluşları, konut finansmanından kaynaklanan alacaklara dayalı sermaye piyasası araçlarını yatırımcılara arz edebilecektir. Bu amaçla taslakta, ipotekle teminat altına alınmış alacaklara dayalı olarak ihraç edilecek tüm sermaye piyasası araçları ipotekli sermaye piyasası araçları olarak adlandırılmıştır. İpotekli sermaye piyasası araçları, ipotek teminatlı menkul kıymetler, konut finansmanı fonları ve ipotek finansmanı kuruluşları tarafından ihraç edilen hisse senedi dışındaki sermaye piyasası araçları ve konut finansmanından kaynaklanan alacaklara dayalı olarak veya bu alacakların teminatı altında ihraç edilen diğer sermaye piyasası araçlarıdır. Konut finansmanına yönelik bir menkul kıymetleştirme aracı olarak, özellikle Kıta Avrupa’sında kullanılan ve “covered bond” olarak adlandırılan varlık teminatlı ve ipotek teminatlı menkul kıymetler düzenlenmiştir. Son yıllarda sadece konut finansmanının gelişmiş olduğu ülkelerde değil, kurumsal bir konut finansman sistemi kurma çabasında olan gelişmekte olan ülkelerde de bu araç kullanılmaya başlanmıştır. Ülke düzenlemelerinin birbirleriyle uyumlu olmasının ve konunun ülke mevzuatlarında alt düzenlemeler yerine, kanunlarda ayrıntılı olarak düzenlenmesinin, ipotek teminatlı menkul kıymetlerin uluslararası sermaye piyasalarında satış başarısında etkili olduğu gözlemlenmektedir. Bu aracın en önemli özelliği fon yapısından farklı olarak, menkul kıymetleştirilen varlıkların ihraççının bilançosu içinde kalması ve kredi riskine karşılık ihraççının garanti vermesidir.

Ayrıca, Sermaye Piyasası Kanununa eklenen maddeler ile varlık finansmanı fonları ve konut finansmanı fonları tanımlanmıştır. Konut finansmanı fonları konut alacaklarının menkul kıymetleştirilmesi amacıyla oluşturulmuş, yurtdışında “special purpose vehicle” olarak adlandırılan özel yapılara karşılık gelecek şekilde düzenlenmiştir. Kanunda yer alan konut finansmanı tanımı dışında kalan ve hem konutla hem de diğer alacaklarla ilgili bir menkul kıymetleştirme aracına da ihtiyaç duyulmuş ve konut finansmanı kapsamı dışında kalan alacakların menkul kıymetleştirilmesine imkân vermek amacıyla genel nitelikli menkul kıymetleştirme aracı olarak varlık finansman fonları düzenlenmiştir. Kurulacak olan konut finansmanı sisteminin yukarıda sayılan sosyal ve ekonomik faydaları göz önüne alınarak, bu sistemin temelinde yer alacak ipotek finansmanı kuruluşlarına destek olmak ve yatırımcıların bu ortaklıklara ve bu ortaklıkların ihraç edeceği menkul kıymetlere olan güvenini artırmak amacıyla bu kuruluşlardan Bakanlar Kurulunca uygun görülenlerin ihraç ettiği sermaye piyasası araçlarının geri ödemelerinin dörtyüzmilyon YTL ye kadar olan bölümü için Hazinenin geri ödeme garantisi verebilmesine imkan sağlanmaktadır. Vergi kanunlarında yapılan değişikliklerle sistemin tümü üzerindeki maliyetlerin azaltılması ve sistemin vergisel teşviklerle desteklenmesi amaçlanmıştır. Tasarruf sahiplerinden sağlanan kaynakların konut alıcılarına aktarılmasına kadar olan aşamalarda ortaya çıkabilecek her bir maliyet unsuru, tasarruf sahiplerinden sağlanan kaynağın maliyetine eklenecek ve konut alıcısı tarafından karşılanmak zorunda kalacaktır. Bu kanun ile vergi kanunlarında yapılan değişikliklerle; sistemin işleyişinin gerektirdiği faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ortaya ek vergiler çıkması önlenmekte, ekonomik kalkınmadan, kaçak yapılaşmanın önlenmesine birçok olumlu etki yapacak bu sistemin teşvik edilmesi amacıyla, bu sistemden faydalanan kişilere gelir vergisi indirimi şeklinde vergi avantajları sağlanmaktadır. Bu şekilde kaçak yapılaşmaya yönelebilecek vatandaşların belirli standartları sağlayan ruhsatlı konutları tercih etmelerinin teşvik edilmesi amaçlanmaktadır.”

Öte yandan hayat sigortası ve özel emeklilik fonları alanlarında yeterince gelişme kaydedememiş olan Türkiye’de, bankaların da gayrimenkul mülkiyetlerine sınırlamalar getirilmiş olması, Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarını (GYO) da kurumsal gayrimenkul yatırımı alanında öne çıkartmaktadır.
Uzun vadeli yatırım anlayışına sahip olan ve yüksek risk bilinci taşıyan özel emeklilik fonlarının Türkiye’deki gelişimi, bu fonların enflasyonist etkilere karşı portföylerinde gayrimenkul yatırımlarına yer vermeleri sayesinde gayrimenkul piyasasındaki kurumsal yatırımcı talebini artıracaktır.

Son olarak eklenmesi gereken diğer bir unsur, dünyadaki uygulamalara bakılacak olursa mortgage ile ilgili uygulamaların bireylerin vergi ödemelerinde de avantajlar sağladığı keyfiyetidir. 

Bu konuda Yaman Törüner’in 1.10.2005 tarihli Millyet Gazetesinde yayımlanan “Türk Maliyesi IMFnin alt  Kuruluşu mu ?” yazısından aşağıdaki alıntıyı aktarıyorum:

“Oysa, mortgage kredilerinin gelir vergisi matrahından düşürülmesi halinde, sistem çalışacak ve kısa süre içinde devlet gelirleri şimdikinin birkaç katı artacak. Neden mi?
a) Kişiler yüksek kredi almak için yüksek gelir beyan etmek durumunda kalacaklar. Bu durum, gelir vergisi matrahını artıracak.
b) Yüksek kazanç beyan eden bu kişiler, kazançlarına göre sosyal sigorta primi ödeyecekler. Bu durum, sosyal sigorta gelirlerini artıracak.
c) Mortgage kredisine konu olan emlak gerçek değerinden gösterilmek zorunda. Bu durumda, devletin alım satımlar üzerinden aldığı vergiler yükselecek ve kontrolörlerin bu emlakların değerlerini yeniden incelemelerine gerek kalmayacak.
d) Yine, mortgage kredisine konu olan emlak için yıllık emlak vergisi gerçek değerler üzerinden ödenecek ve belediyelerin vergi gelirleri katlanacak.
e) Mortgage kredisine konu olan emlak emsal gösterilerek, diğer gayrimenkullerin alım satım ve yıllık vergileri de yükselecek. Sonunda, devletin ve belediyelerin gelirleri katlanarak artacak.
f) Konutlarını mortgage kredisi ile satan müteahhitler, satış fiyatlarını düşük gösteremeyecekler. Gelirlerini düşük gösteremedikleri için, masraflarını da gider yazmak ve masrafları için fatura almak zorunda kalacaklar. Böylelikle, hem vergi gelirleri artacak, hem de hiç vergilendirilmeyen bir alan vergilendirilmiş olacak.
g) Giderek kayıt dışı uygulamalar ve değerin düşük gösterilmesi nedeniyle oluşan vergi kaçağı yok olacak.”


Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar ve Sistem İçerisinde Rol alması Tasarlanan Aktörler

Görünen odur ki Ülkemizde henüz gelişmemiş olan Gayrımenkule dayalı enstrümanlar önü açık bir alandır ve çok sayıda ve çeşitlilikte ekonomik ve toplumsal aktörlerin katılımı ile hayata geçirilecek bir sitemdir.

Bu sistemden amaçlanan yalnızca ekonomik getiriler sağlaması değil, aynı zamanda daha sağlıklı kent dokuları oluşturarak yaşam çevresinin de kalitesini yükseltmesidir.

Aktörler


1.Finans Kuruluşları

Bankalar

Sermaye Piyasası Kurulu

İpotek Finansmanı Kuruluşları
Varlık finansmanı fonları
Konut finansmanı fonları

Gayrımenkul Yatırım Ortaklıkları

Aracı Kurumlar

Yatırımcılar
Emeklilik Fonları

Sigorta Şirketleri
            Hayat Sigortası
            Yapı Sigortası
            Meslek Sorumluluğu Sigortası


2.Üretici Kesim

Yönetim Şirketleri
Emlak geliştirme Şirketleri
İnşaat Şirketleri
Danışmanlık Şirketleri





3. Denetim ve Tüketim

Tüketici Örgütleri (Tüketiciyi koruma Derneği)
Belediyeler
Meslek Odaları
Yapı Denetimi Şirketleri
Türkiye gayrimenkul değerleme uzmanları meslek
birliği
Sektörle İlgili Dernek ve Kuruluşlar
Ekspertiz Şirketleri

4.Devlet Kesimi

İlgili Bakanlıklar
Sektörle İlgili Resmi Kuruluşlar


Gayrımenkule Dayalı Enstrümanların Sistem İçerisinde İşlevleri : İFK ve Mortgage

İpotekli Finans Kuruluşlarının verecekleri Mortgage konut kredileri gibi bir finans enstrümanıdır. İpotekli konut kredilerinin bir adı da mortgage“dir. Konut kredileri olan mortgage”ler (finansal araçlar) aynen hazine bonolarında olduğu gibi ikincil piyasalarda el değiştirebilen menkul kıymetlerdir.

Bankalar çeşitli kaynaklardan elde ettiği (mevduat, sendikasyon kredileri v.b) tasarrufları ve uygun fiyatla elde ettiği kredileri konut sahibi olmak isteyenlere kredi olarak verir. Banka birçok müşterisine de konut kredisi verir. Banka tüm bu müşterilerine verdiği bahsi geçen konut kredilerinin teminatını teşkil etmek üzere aldığı ipotekleri menkulleştirerek (yani sermaye piyasalarında işlem görebilecek tahviller haline getirerek) ülkemizde de kurulması planlanan İpotek Finansmanı Kurumuna bir miktar kar marjı ile satar. Bu noktadan sonra İFK SPK üzerinden geçen bu tahviller uzun vadeli fonlara para yatırmaya müsait kuruluşlara (emeklilik fonları, sosyal güvenlik kuruluşları) satar.

Olaya banka açısından baktığımızda, banka vermiş olduğu kredilerin vadesinin dolmasını beklemeden ikincil piyasada değerlendirebiliyor. Böylelikle piyasaya yeniden kredi olarak vermek üzere likit  bir kaynağa, kavuşuyor. Örneğin yıllık yüzde 24 faizle konut kredisi veren banka verdiği kredilerden örneğin 1000 adedini tahvil haline getirerek Merkezi İpotek Kuruluşuna (İFK) yüzde 22 faizle satıyor, Merkezi İpotek Kuruluşu da elinde biriken portföyleri uzun vadeli fonlara para yatırmaya müsait kuruluşlara yüzde 20 faizle satıyor. Kimdir bu kuruluşlar? Emeklilik fonları, Sosyal Güvenlik Kuruluşları (Oyak gibi) Bu kuruluşlar neden bu fonlara yatırım yaparlar? Emeklilik kuruluşları ve Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının aktiflerinde bulunan nakdi, DİBS (Devlet İç Borçlanma Senetleri) ile değerlendirmektedirler. Bugünkü koşullarda en yüksek DİBS faizi yüzde 17 olduğunu kabul edersek bu kuruluşlar ellerindeki nakit fonları yüksek faizle değerlendirebilecekleri bir enstrümana sahip oluyorlar. Bu tip şirket ve kuruluşlar ileriye dönük bu tip uzun vadeli fonlarını halihazırda değerlendirme olanağı kısıtlı olduğundan gelecek getiri oranlarını ancak tahmini verilere dayalı olarak verebilmektedirler. Ancak, 20 yıl vadeli finansal araçlara yatırım yaptıklarında ve bu enstrümanlara ait faiz oranları da baştan belli olduğundan bu tip yatırımcılar için bu fonlar kaçırılmayacak yatırım araçlarıdır. Ayrıca bu tip fonlara ipoteklerinin sağlam olması kaydıyla yabancı kuruluşların da ilgi göstermesi kaçınılmazdır.
Gelişmiş ülkelerdeki konut kredisi enstrümanları ve faizleri daha detaylı incelendiğinde ülkemizde halihazırda uygulanan hazine bonosu faiz oranları gibi değişkenlik göstermektedir. Bu durumda müşteriler faiz oranları düştüğünde kredilerini kapatıp, yeniden (re-financing) daha düşük faizli konut kredisi alabilmektedirler.

Örneğin ABD’de FED faizinin yakın zamana kadar çok düşük düzeyde seyretmesi mortgage sektörünü bir çeşit spekülasyon alanı haline getirmiştir. (Bu bölümde, Gayrimenkul Değerleme Uzmanı Feza Varlık’ın çalışmasından yararlanılmıştır.)







Sistemin bir sakıncası

Bu noktada sistemin önemli bir sakıncasına değinmek gerekecektir. Bu sakınca sistemin menkul kıymet tüketicilerinin niteliğinden gelmektedir. Mortgage sistemi dolayısı ile ekonomi içerisinde oluşacak Gayrımenkule dayalı enstrümanlar belli başlı olarak emeklilik fonları tarafından kullanılacaktır.

Bu durum ise emeklilik sistemlerinden bölüşüm (repartition) değil kapitalizasyon sistemine yönelinmesi anlamına gelmektedir. Oysa sosyal devlet modeli emeklilik alanında bölüşümlü sisteme dayanmaktadır. Kapitalizasyon sistemi görünürde çalışanların emeklilik dönemlerinde daha fazla gelir etmelerini sağlamak iddiasında ise de sistemin sermaye piyasasının risklerine açık olduğu unutulmamalıdır. ABD’de Enron fiyaskosu örneğinde olduğu gibi çalışanların emeklilik fonlarını sadece kapitalizasyon sistemine dayandırmalarının yıkıcı sonuçlar doğuracağı hatırda tutulmalıdır.

Bununla birlikte emeğin kazanımlarının giderek tehdit  altında olduğu bir dünyada, esnek çalışmanın deregülasyonların var olduğu bir ortamda, sosyal devletin yok edilmeye yüz tuttuğu bir konjonktürde, çalışanların yalnızca bölüşüme dayalı emeklilik birikimlerine değil aynı zamanda koruyucu stratejiler geliştirerek kapitalizasyon sisteminde de yararlanmaları gerektiği düşüncesindeyim. Bu noktada emeği temsil eden ve onu tarafında olan sendikalar, meslek kuruluşları, tüketici örgütlerine önemli görevler düştüğünü savunuyorum.

Gayrımenkule dayalı enstrümanlar böylesi bir strateji içerisinde göz önünde bulundurulmalıdır.

Bu stratejilerden bir tanesi ise gayrımenukule dayalı olarak ikincil piyasada tedavül eden menkul değerlerin, (ATTAC grubunun yurttaşların desteklenmesi için sermaye piyasalarının vergilendirilmesi önerisinden esinlenerek) ülkemizde de vergilendirilmesi yönünde bir baskı grubu oluşturmaktır!
                     
Buna bağlı ikinci bir strateji ise, Bu vergilerin oluşturduğu fonların üretilen yapıların çevresel standartlarının yükseltilmesi doğrultusunda mevzuatın dönüştürülmesidir.


İkincil Piyasada Tedavül eden Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar Üzerinde (Tobin Tax) benzeri Finansal Sermayenin Vergilendirilmesi Uygulamasının ve bu Vergilerin Çevre Koruma Amaçlı Projeler Doğrultusunda Kullanılmasının Yaratacağı Faydalar

Henüz oluşmamış bir mali piyasa üzerinde sermaye hareketleri vergisi koyma önerisi ilk bakışta kimilerine fazla ütopik gelecektir.

Ancak “gerçekçi ol, imkansızı iste” döneminin ve tarihin sonuna gelinmediğini de birilerinin kamuoyuna ifade etmesi zamanının da geldiği açıktır.

Kaldı ki henüz gerçekleşmemiş bir sermaye piyasası olmakla birlikte yakın zamanda mortgage sisteminin, İFK’ların hayat bulması ile bugünden tasavvur dahi edemediğimiz fonların oluşacağını şimdiden görmeliyiz. Nitekim “Konut Finansman Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Taslağı” bu gelişmelerin yasa koyucu tarafından da ciddiye alındığının kanıtıdır.

Birçok ülkede Gayrısafi Milli Hasılanın yüzde 10 ila 40’ına varan miktarların söz konusu fonlarda biriktiğini bilmekteyiz.

SPK’da şirketlerin değerinin 85 milyar $ olduğu bir dönemde gayrımenkul yatırım ortaklıklarının değeri hala 1 milyar $ civarında seyretmektedir. Demek ki İFK’larının potansiyel olarak gelişecekleri alanın bakir olduğunu varsayabiliriz.

Gayrımenkul ile ve çevre ile ilgili disiplinler olan mimarlık, çevre mühendisliği ve şehir plancılığı önlerinde açılan ve mesleklerini ilgilendiren ve finans sektörü içerisinde oluşan bu gelişmelere seyirci kalamazlar. Bunlara müdahil olmak, zamanında gerekli önerileri geliştirerek bu önerileri kamuoyuna benimsetmek durumundadırlar.

İFK’ların  ikincil piyasada oluşturacakları fonların binde bir ya da ikilerle ifade edilebilecek bir vergilendirmeye tabi tutulması ve bu fonların çevre koruma amaçlı, oluşacak fonların çok büyük değişiklikler yaşayacak kentlerimizde oluşacak yapılı çevreyi, su, çöp, kanalizasyon, arazi kullanımı ile ilgili standartları, enerji kullanımındaki standartları yukarıya çekecek, etkileri fonların kendi büyüklerine oranla daha yüksek olacaktır.

Ayrıca İFK fonları vergisi gerçekleşecek çevresel koruma projeleri dolayısıyla ekonomi üzerinde inşaat sektörünün yarattığına benzer bir çarpan etkisi de yaratacaktır. Dolayısıyla İFK fonları vergisi, ekonomiyi küçültücü değil tam tersine büyültücü bir etki doğuracaktır.

İFK fonları vergisi çevreci projeleri prestijli hale getirecektir.

İFK fonları vergisi kentleşme konusunda kentleşmenin değişik aktörleri üzerinde yeni bir bilinç oluşturacaktır.

İFK fonları vergisi tüketici örgütlerini, meslek örgütlerini, denetleme mekanizmalarını devreye sokacağından “katılım” süreçlerini demokratikleştirme yönünde de dolaylı bir etki yaratacaktır.

İFK fonları vergisi çalışanları derinden ilgilendiren emeklilik fonları ile ilgisinden ötürü çalışanların örgütlü değişik kesimlerinin bir arada strateji üretmeleri doğrultusunda etki yaratacaktır.

İFK fonları vergisi sermaye piyasasına aykırı durmayan yapısı ile düzenin “içeriden eleştirisi” görevini de yaratacak “fikir (tankları) ortamları oluşmasında da dolaylı bir rol oynayabilecektir.


Son söz mahiyetinde; TMMOB Mimarlar Odası ve TMMOB Yöneticilerin dar ufuklu yetki - yönetmelik tartışmalarını bırakarak bir an önce TMMOB örgütlülüğü altında bütüncül sektör ve meslek politikaları oluşturmaları gereği üzerine:

Önce TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası tarafında 3-4 haziran 2005 tarihinde tertiplenen “AB – GATS : Mühendislik Alanına Etkileri Oturumlarından iki değerli katılımcıdan alıntılar:

1-“Bugün bir şeylere karşı olmak adına hizmet ticaretinden fayda elde etmeme ve koruyucu bir tedbir geliştirmeme politikası bir kenara bırakılmalı, sektörel ve mesleki çatışmalar sonlandırılmalı, sektörün mevcut durumu belirlenmeli, meslek adamlarımızın yaşam alanlarını etkileyecek yeni ilişki teknikleri, (hizmet ticaretinin bileşenlerini karşılıklı etki içerisinde maksimize eden bir matriks şeklinde tasavvur edilebilir) umursatmanın yolları vakit kaybetmeden araştırılmalı ve yapılmalıdır. Sermaye yapıları ve türleri güçlenmeleri yönünde teşvik edilmelidir.”
Şirin Gülcen Eren, Şehir Plancısı.

2-“Bunun yanı sıra sivil toplum örgütleri içinde yer alan mühendis odaları da “yönetişim” modeli içinde demokratik kitle örgütü olma niteliğinden uzaklaştırılarak sadece kar amaçlı projelendirme bazında yer alan AR_GE birimine dönüşmektedir.”
Yrd. Doç.Dr. Berna Güler Müftüoğlu, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Öğretim Üyesi.

Görüldüğü gibi Mimarlar Odası’nın Çevre Mühendisliği Odası’nın ve diğer Odaların sektör gerçeklerini dahi tam olarak değerlendirmeyen yönetmelik ve yetki tartışmalarını bırakarak mevcut küreselleşmenin koşulları içerisinde kullanılabilecek fırsatları soğukkanlılıkla değerlendirmeleri gerekmektedir. Savımız, bütüncül bir kavrayış içerisinde finans sektörünün dahi sunduğu teknik olanaklar kullanılarak yapılabilecek bir şeyler bulunduğudur.

Mühendisler hapsedilmek istendikleri alandan çıkarak daha bütüncül yaklaşımlar sergilemelidirler. Kısacası ya total plancı ya sıra kölesi ilkemi karşısında “total plancı” olmayı seçmelidirler.

Çare Başka Bir Dünya Mümkündür Diyenlerin Birlikteliğindedir

Küreselleşen dünyada sermayenin ve çok uluslu şirketlerin oluşturduğu sistem, getirdiği sömürü düzeni dolayısı ile dünya çapında eleştirilere uğramaktadır.

Fikirsel öncülüğü Yurttaşların Desteklenmesi İçin Finansal sermayenin vergilendirilmesi (ATTAC) grubu tarafından yapılan, on yıl içerisinde dünya ölçüsünde oylum kazanan küreselleşme karşıtı hareket çok çeşitli alanları ve çok değişik inisyatifleri harekete geçirmeyi başarmıştır. Küreselleşmeye dünya çapında alternatif ciddi bir muhalefet olmayı başarmıştır.

Kendi alanımıza dönecek olursak,

-Başka bir dünya mümkün diyen uluslararası alternatif dünyacılara eklemlenerek “Başka bir Mimarlık Mümkün” diyen mimarlar;

-“Toplumun Hizmetinde Mimarlar” geleneğinin varisleri olarak “Mimarlık bir Hak değil bir İhtiyaçtır” diyebilen mimarları;

-Fikirsel alternatifler yaratarak, Sürekli Mesleki Gelişim Merkezlerini, Mesleki Bilimsel Çalışma Komitelerini daha da üretici kılarak toplumun ve üyelerinin gereksinmelerine kendi alanında çözümler getiren TMMOB Odaları;

-İnsanlığın ortak malı olan doğa ve kültürü ve bu kültürün bir parçası olan çevreyi ve mimarlığı küreselleşen kapitalizmin tasallutundan kurtaracak olan güçlerin safında yer alan Mimarlar, Çevre Mühendisleri;

Bütüncül bir toplumsal muhalefet projesinin parçaları olduklarını unutmadan, ancak sektör gerçeklerini göz önünde bulunduran teknik önerileri hayata geçirme becerisini gösteren programlar ile ülke ve toplumsal sahnede yerlerini almalıdır.

Gayrımenkule dayalı enstrümanlardan biri olan ikincil piyasada (borsada) tedavül edecek olan hisse senetlerinin Tobin tax benzeri bir İFK fonları vergisine tabi tutulmaları önerisi böylesi bir bütüncül yaklaşımın ürünüdür.









Nitelikli Emeğin Eğretileştirilmesi

Mimarlık Alanında Dönüşüm Vektörleri

Raşit Gökçeli

Mart 2007





2007 de “Mimar” ve Meslek Örgütünün Halleri

Dünyamız 1970’ lerden başlayarak vahşi neoliberalizmin boyunduruğu altına girdi. Adım adım, yeni kapitalizm 1989’da sosyalist deneyin Sovyetler Birliği’ndeki uygulamasının çökmesinden de yararlanarak hakimiyetini dünya üzerinde kurdu. Teknolojideki gelişmeler üretimin, iş organizasyonlarının dönüşmesine yol açtı. Ancak sibernetik, genetik, nano teknolojik alanlardaki gelişmeler kadar önemli olan bir gelişme de bunların finans dünyasındaki dönüşüm ile paralel yürümesi oldu.

Dünyada ilk kez dünya fiziksel üretimi  finans kapitalin gölgesinde kaldı. Bugünün dünyasında finans transaksiyonları yani akımları, fiziki üretimin kat be kat üzerine çıktı.

Bu gelişme biz fiziki parametreler ile uğraşmak durumunda olan plancı ve mimarları yabancısı oldukları bir ortamın içerisinde bıraktı. Adeta Mimarlar ve plancılar yerçekimini, zemin mukavemet katsayısını, malzemelerin özelliklerini bilmedikleri yeni bir gezegende buldular kendilerini.


İnşa edilen yapılar sayıca büyüklük ve alan olarak gelişti. Kentler, özellikle kent merkezleri, küreselleşen sermayenin “prestij alanlarına” dönüştüler. Köhneleşen merkezi kent bölgeleri mutenalaşma (soylulaşma) yöntemi ile yeni ekonomik düzenin hedeflediği işlevlere kavuşturuldu. İşyeri merkezleri, büyük satıhlı süpermarketler, yüksek gelir grubuna hitabeden butik, rekreasyon ve kültür yapıları, dünyaca meşhur özel müzelerin değişik ülkelerdeki benzerleri, “gated communitirs” denilen en üst gelir gruplarına yönelik ikametgah bölgeleri kentlerdeki gayrımenkul rantını maksimize etti. Yine de finans üretimi göreceli olarak çok daha fazla hacimli olarak gerçekleşti.
 
Öte yandan mimarların geleneksel becerileri, küreselleşen ekonomi içerisinde yapı üretiminin de uymak durumunda olduğu yeni iş organizasyonu içerisinde yeterli kalmamaya yüz tuttu. Mimarların yeni sayısal ve sözel beceriler ile donatılması gündeme gelmeye başladı. Nitelikli emeğin her geçen gün finans kapitalizminin gerek duyduğu yeni beceriler ile donatılması nitelikli emeği bir anlamda eğretileştiren bir faktör oldu.                                                                                                                                                                                                                                              

Gayrımenkul Üretimini İlgilendiren İki temel Faktör

İki temel faktör bu soruna derinlik, oylum kattı.

Bunlardan birincisi fiziki üretimin finans kapital karşısında marjinalleşmesinin yanı sıra gayrımenkulün bizatihi finansa dönüşmesi sonucunu getiren mekanizmalar oluştu.

Bütün üretim sektörleri için geçerli olan bu durum neden inşaat sektöründe daha önemli idi?

Şimdiye kadar likiditeyi oluşturan unsurlar arasında Gayrımenkul özel bir konuma sahip idi. Likid ortamlara intibak etmesinde önemli teknik güçlükler yatmakta idi.

Oysa gerek sibernetikte gerek finans tekniklerinde yaşanan olağanüstü gelişme Gayrımenkul değerlerin “mortgage” ve benzeri teknikler sayesinde direkt likiditesi olan “asset” finans enstrümanlarına dönüşümünü mümkün hale getirdi. Üstelik ikincil piyasa denilen finans enstrümanlarının tedavül ettiği ortamda aynen diğer likiditeler gibi, aynı özellik içerisinde aynı likitlikte. Buna “mortgage” ile ilgili ikincil piyasada oluşan  finans değerlerinin olağanüstü bir hacme ulaşmasını da eklememiz gerekir.

Yani milli servet içerisinde sınırlı bir payı bulunan gayrımenkul, söz konusu finans teknikleri sayesinde  hem direkt likid finans değerlerine dönüştü hem de finans dünyası içerisinde göreceli olarak önem kazandı ! “Mortgage” e dayalı finans değerleri birçok kapitalist ülkede  gayrı safi milli hasılaya yakın büyüklüklere ulaştı !

Gayrımenkul deyim yerinde ise finans çevreleri tarafından ışık hızı ile dolaşıma çıkartılabilen menkul bir değer, enstrüman haline geldi.


Gelelim ikinci faktöre.

İkinci faktör nitelikli bir emek grubu olan mimar ve plancıların iş organizasyonunda ve toplumsal formasyonda değişmekte olan rolleri ile ilgidir.

Nitelikli emeğin post fordist bir iş organizasyonundaki konumu, rolü hayli çetin bir inceleme konusudur. Üstelik plancılık, mimarlık gibi birçok disiplinin ara kesitinde yer alan ihtisas dalları sorunu daha da karmaşık kılmaktadır.

İrdelemeye nitelikli emeğin küreselleşme ortamında genel olarak karşı karşıya kaldığı sorunlardan başlayalım.

Nitelikli emek diğer emek kategorileri gibi küreselleşmenin getirdiği, deregülasyon, delokalizasyon ve üretim süreçlerinin esnekleşmesi ile ilgili gelişmelerden kendi payına düşeni almaktadır.

Küreselleşme, genel olarak ulus devletin egemenlik alanını daraltmakta, özel olarak da sosyal devlet ve veya refah devleti olarak anılan uygulamalarını da güdükleştirmektedir.

Ancak nitelikli emeğin sınırlı da olsa bir kesiminin bizatihi neokapitalizmin uç ve stratejik sektörlerindeki özel ve ikame edilemez üretim alanlarında (bilgi ve teknoloji üretimi) bir nedret konumu ve rantı söz konusudur. Bu durum bir kısım nitelikli emeğin sınıfsal konumunun değişeceğini, sosyal mobilitenin söz konusu nitelikli emek katmanlarında artacağı öngörüsünü ortaya çıkarmaktadır. Bu kesimin “alternatif bir dünya” ile ilgili mücadelede güçler dengesi içerisinde hangi tarafta yer alacağı sorununu ortaya çıkarmaktadır.

Nitelikli emeğin kısmi ayrıcalıklı konumu, delokalizasyon, deregülasyon, ve üretim süreçlerinin esnekleşmesi sonucunda genel anlamda emeğin eğretileşmesi olgusunun zararlı sonuçlarını yaşamakta olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

Bu gelişim hem inşaat sektörünün önemini arttırdı hem de inşaat sektörünün nitelikli emeğini oluşturan mimar ve plancıların hem nicelik hem nitelik olarak özelliklerinde farklılıklar yarattı.

Bir mimar veya plancının geleneksel becerilerinin yanı sıra binanın ekonomik değeri ile ilişkin analizler yürütebilmesi, inşaat ediminin karmaşıklaşan ve adeta bir yatırım projesi niteliği alması ile ilgili olarak proje koordinatörlüğü işlevlerini yürütmesi, gayrımenkul değerlendirme konularında bilgi sahibi olması proje yönetimi alanlarındaki yeni tekniklere hakim olması proje koordinasyonu tekniklerini kullanabilmesi ve proje süre ve maliyetlerini asgariye düşürebilmesi, yapı denetimi, malzeme standartları, iş sağlığı ve benzeri alanlarda bilgi ve beceri sahibi olması gündeme geldi.


Mimar ve plancının esas olarak karşı karşıya kaldığı süreç “nitelikli emeğin eğretileşmesi” konusu derinliğine irdelenmeden kavranamaz.












Hangi Parametrelerin Üzerine Gidebiliriz:  Öneri İnceleme Alanları

İki aks önerilebilir.

Birinci Aks:

Birinci aks nitelikli emeğin giderek sarsılan konumu ile ilgili. Burada noktada “Continuous Professional Formation” Sürekli Meslek Gelişimi olgusu ve mesleğin değişmekte olan yüzü akla gelmekte.

Sürekli Mesleki Gelişim dendiğinde, mesleğin tam ve eksiksiz uygulanmasını amaçlayan ve meslek erbabının hizmetlerinin tüketiciye ulaşmasında “meslek kuruluşunun” bir çeşit kamusal kefalet üstlenmesini içeren uygulamalar bütününden söz açılabilir.

Sürekli Mesleki Gelişim, bir yandan en geniş anlamı ile işgücünün donanımlı hale getirilmesi ve iş organizasyonu içerisinde günün teknolojik koşullarına koşut olarak işlevselliğinin arttırılmasını amaçlar. Çalışanın sosyal konumunu güçlendirmeyi hedefler. Bu özelliği çalışanın ile toplum içerisindeki konumunu güçlendirir. Burada hem nitelikli emeğin statüsünü sağlamlaştırmak hem toplumun refahını aldığı hizmetin kalitesini maksimize ederek yükseltmek amacı söz konusudur.

Ancak Sürekli mesleki Eğitimin bir diğer özelliği ise nitelikli emeği bir anlamda eğretileştirir. Ulusal ya da uluslar arası meslek kuruluşlarının mesleği günün sosyal, ekonomik, teknolojik gelişmelerine koşut olarak tanımlamaya değgin tüm çabalarına karşın küreselleşmenin dinamikleri mesleği ve meslek erbabını gitgide ağırlaşan çalışma koşullarına tabi kılar.

GATS uygulamalarının yol açtığı rekabet koşulları, çok uluslu şirketlerin ve küresel sermayenin deregülasyon, delokalizasyon yöntemleri, esnek işgücü organizasyonları emeği ve bu arada nitelikli emeği giderek destabilize etmektedir.

Nitelikli emeğin ve bu arada meslek erbabının eğitim koşulları ağırlaştırılmaktadır. Mesleği uygulama hakkını elde edebilmek giderek zorlaşan koşulların yerine getirilmesine bağlı tutulmaktadır. Diploma aşınmakta yıpranmakta diploma sahibi olan nitelikli emek de aynı aşınma ve yıpranmadan nasibini almaktadır.

Ülkemizde son zamanlarda yer alan ve mimarlık alanını da doğrudan etkileyen  bazı gelişmelere göz atalım: Şimdiye kadar meslek erbabının yetki alanında olan, bilirkişilik, yapı denetimi, is güvenliği gibi alanlarda farklı örgütlenmeler farklı “meslek odaları” ya da “meslek birlikleri” ortaya çıkmakta  bunların yasal dayanakları merkezi sistemin hiyerarşisinden kopartılarak “governance” yönetişim ilkesine dayalı hale getirilmektedir.

“Gayrımenkul Değerleme Uzmanlığı” Sermaye Piyasası Kurulu’nun otoritesine tabi kılınmakta, “Değerleme Uzmanları Meslek Odası” adında yalnızca mimarları değil ama birçok değişik disiplin mensuplarının da içeren yeni bir yapı yetkili kılınmaktadır. Benzer gelişmeler, yapı denetimi, isyeri güvenliği gibi alanlarda da ortaya çıkmaktadır.

Tek tek ve göreceli bir özerklik içerisinde kamusal görev yürüten meslek kuruluşları yerlerini, farklı meslek gruplarının bir potada eritilmesi ile değişik bir dizge içerisinde ve artık küresel sermayenin esnek  işgücü örgütlenmesi mantığı içerisinde işlev yürütecek yapılara yerlerini bırakmak üzeredirler.

Sürekli Mesleki Gelişim kavramının günümüzdeki yansımaları böylesine “tehditler” içermektedir. Bu koşullar altında meslek alanını ilgilendiren bu dönüşümler hangi fırsatlar yaratılarak dengelenebilecektir?


İkinci Aks:

İkinci aks yapılı çevrenin yer aldığı mekanın barındırdığı farlılıklar ile ilgili. Dünyanın yaşadığı kentleşmeyle ilgili sorunlar, dünyanın bir gecekondu gezeni, “planet of slum” haline gelmesi hadisesi var. Bunu kimi çevreler çok bilinçli olarak bir tehdit olarak algılıyorlar, “gecekondulaşma” metropol odakları tarafından tehdit unsuru olarak tartışılıyor. Adeta bir gecekondu gezeni haline gelen dünyamızda orada yaşamak zorunda bırakılanlar birer potansiyel suçlu imiş gibi.  Asimetrik ilişkilerin dünyasında yaşam mücadelesi veren fakirlerin zaman zaman taraf olduğu savaşta direnenleri ya da sadece enformel yollarla hayatlarını idame ettirmeye çalışanları birinci dünyaya karşı bir tehdit olarak algılayanlar var.  “Biz metropol olarak bunları nasıl bastırabiliriz?” düşüncesi küreselleşmenin egemenlerinin biricik tasası . Halbuki mimarlar soruna başka türlü bakmalı, “gecekondulaşan metropollerde mimarlar olarak nasıl bir tutum almamız lazım?”  sorusunu kendilerine sormalı.

Dolayısı ile meslek kuruluşu, küreselleşme karşıtı harekete, onun oluşturduğu platformlara ne şekilde eklemlenebileceği sorusunu kendine sorabilmeli ve ilk aşamada tüketici haklarını en geniş anlamda hangi mekanizmaları harekete geçirerek koruyabileceğini bilinçli ve programlı bir biçimde bu yönde çaba göstermelidir.

Mesleğin ve mimarlığın dönüşümünde söz sahibi olabilmek için yukarıda değinilen akslar ile ilgili politikalar geliştirilmeli, özellikle nitelikli emeğin eğretileştirilmesi sorunu ön plana alınmalı, küreselleşme karşıtı hareketler ile olası ittifak zeminleri yaratılmalıdır.























(I)