13 Ekim 2007 Cumartesi

Mİmarlar Odası Sözlü Tarih Toplantıları-6 Sunuşu_ 2004

Sözlü Tarih Toplantıları – 6
28.03.2004
Raşit Gökçeli Sunuşu


OTURUM BAŞKANI- Bu turun son konuşmasını yapacak olan Raşit Gökçeli, Merkezin 22. Dönem -74-75- Sayman Üyesi, daha doğrusu Raşit değişmez Sayman Üye. Raşit Gökçeli, 23. Dönem -77-78- Sayman üye, 24. Dönem -78-79- Sayman Üye, 25. Dönem -79-80- Sayman Üye. Raşit’in de pek çok yerde yazılı makaleleri var; ama bu arada da “Demokratik Kitle Örgütleri Üzerine : Bir Örnek Olay, Mimarlar Odası” diye yayınlanmış bir de kitabı var.
Sözü Raşit’e bırakalım.
RAŞİT GÖKÇELİ- Teşekkürler.
Özgeçmişim ile ilgili ve Mimarlar Odasını ilgilendiren birkaç eklenti
E-posta ile gönderdiğim özgeçmişe eklemek istediğim ve Mimarlar Odasını ilgilendirecek bir iki husus var. 1980’den sonra Oda kaydımı İstanbul Şubesine naklettiğim için orada, İstanbul Şubesiyle ilgili oluşan oldukça kapsamlı maceralarım oldu. Bu maceralar da Ali Artun’un sunuşunda bir parça ihsas ettiği, sol kesimlerin Mimarlar Odasını, meslek odalarını algılama biçimleriyle de bir açıdan ilgili idi. Değişik eğilimlere mensup grupların birlikte ve bir arada ve erk kullanarak Oda içerisinde belirli programatik aksları yürütebilmelerini sağlayacak ve kimi çevrelerde “ortak süreç” adı ile hatırlanabilecek bir demokratik yönetim denemesi bunlardan biridir.
Ama bence en önemli olan husus şu idi : 1991 senesinde bir gayret sarf ettik, Aydın Ufuk Yücel ve Mükremin Barut’la birlikte Mimarlar Odası içerisinde sibernetikle ilgili, bilgisayarla ilgili bir mesleki bilimsel çalışma komitesinin oluşturulmasının temellerini attık. Bu çabanın sonucunda Mimarlar Odası içerisinde sibernetikle ilgili, bilgisayarın mesleki açıdan kullanılmasıyla ilgili çok ciddi bir aks açıldı. O yıllarda kullanımı mimarlar arasında yaygınlaşmamış olan CAD tipi programların kursları açıldı. Bu kurslara 5000’i aşkın mimar katılarak sertifika aldı. Autodesk firmasının akredite temsilciliği alındı. Öte yandan Mimarlar Odası içerisinde bilgisayar kullanımı ve kültürü göreceli olarak erken bir tarihte hayata geçti. Ayrıca Mimarlar Odası bu faaliyetlerinden ötürü önemli gelir de sağladı.


1975 -1980 dönemine dönüş
1975 dönemine -1980 dönemi oldukça heyecanlı bir dönem- sadece 1975-1980 açısından bakamıyorum; çünkü tarihe bir baktığınız anda muhakkak normatif bakmak zorundasınızdır. Yani tarih öyle kendiliğinden oluşan her şeyden bağımsız bir olgu filan değildir; siz nasıl bakıyorsanız veya neyi savunmak istiyorsanız veya hangi grup neyi savunmak istiyorsa, tarih bence ona hizmet eden bir disiplindir. Bir kere ilk başta bu hususu vurgulamak istiyorum.
Dolayısıyla tabii Mimarlar Odasının –ki artık Çetin sayesinde çok daha rahat bakabiliyoruz Mimarlar Odasının tarihine- tarihine baktığımızda, bir kere 1971’e kadar olan bölümü ayrı tutmak lazım.
Her ne kadar 1960 sonlarında Oda Yönetimlerindeki bazı mimarlar birtakım değişik bakış açıları getirmek istemiş iseler de Oda Tarihinin 1970’e kadar olan bölümü, mimarların sosyal meselelerle veya planlamayı ilgilendiren bazı disipliner konularla o kadar fazla ilgilendikleri bir dönem değil gibi görünüyor. Örneğim o dönemlerde doğrudan politikaya bulaşmak ihlal edilmemesi gereken bir “tabu” idi.
Ama 1960’larda Türkiye'de şu veya bu şekilde sosyalist hareketin veya ilerici birtakım hareketlerin zemin bulması neticesinde, suya atılan bir taş gibi halka halka toplumun başka kesimlerine söz konusu ilerici eğilim yayıldı. Bu yeni eğilimler yayılırken, üniversitelere, meslek odalarına da sirayet etti. Ali Artun’un da bahsettiği gibi, 1968 dönemlerinde mezun olan insanlar şu veya bu şekilde mesleki ortamda etkili olmaya başladılar. Bence bu insanları bilimsel çalışmalarıyla yönlendiren başka akademisyenler de bu alanda etkili oldular. Tam olarak ne oldu? 1971 senesine doğru gelindiğinde, Mimarlar Odası içerisinde radikal sayılabilecek bir dönüşüm oldu. Ama bu dönüşüm bir de şöyle de ilginçti: Bir yandan 1971’te 12 mart darbesi oldu, arkasından tekrar 1980’de bir askeri darbe daha yaşandı, oldukça kaotik bir dönemden söz ediyoruz, ama aynı zamanda da oldukça heyecanlı bir dönem, çünkü insanların Türkiye'nin genel sorunlarıyla fazlaca ilgilendikleri bir dönem ve dolayısıyla mimarların da bu alanlarda fazlaca at koşturdukları bir dönem. Mimarlar tabii her zaman multidisipliner yaklaşımlarla ilgilendiler, ama o dönemde de bunun etkisi şüphesiz bir başka yoğunlukta hissedildi.
1975 – 1980 döneminin 2000’li yıllara gönderdiği izdüşümler
Ben olaya şöyle bakmak istiyorum: “O dönemde yapılan çalışmaların hangileri bugünkü mimarlık açısından anlamlı?” Aksi takdirde bütün bu yaptığımız tarihsel çabalar, bütün bu tarihsellik dokümantasyonları bir parça havada kalabilir. O zamanki sorunlar bu zamana nasıl aksediyor, akseden bölümleri var mı, yok mu? O zaman Mimarlar Odası içerisinde yapılan bazı önemli çalışmalar, yaşama geçirilen özgün programatik akslar var. Bunlardan bir tanesi tabii mühendis ve mimarlarla ilgili yapılan araştırma. Sonradan Ali Artun ona bir önsöz yazarak fordizmle ilgili bağlantısını da iyice şekillendirdi, böylesine derinlikli bir teorik çalışma. Bu çalışma şu açıdan önemli: Daha sonra yaşadığımız 1980’deki Thatcherizm filan, daha sonra 2000’lere gelirken yaşadığımız globalleşmeyle ilgili başımıza gelen ve hem mimarlık mesleğini uygulamakta çektiğimiz güçlüklerin, hem de kendi mekânımızı -her türlü mekânı, burada sadece üç boyutlu mekânı kastetmiyorum- kullanmamızdaki güçlüklere ilişkin bazı ön bakış açılarını içeriyor. Yani siz globalleşmeyi tam anlamadan, o fordizmin getirdiği, daha sonra sibernetik dönüşümün getirdiği sorunları, deregülasyonun getirdiği sorunları filan anlayamadan, niye plan yapamadığınızı da anlayamaz hale gelebilirsiniz. Çünkü hakikaten bu 1970’li dönemden 2000’li döneme geçerken birçok parametre değişti. Finansa son derece daha bağımlı bir dünyada yaşıyoruz, fiziki üretimle finans üretiminin arasındaki ölçek farklılaştı, makas finans lehine açıldı. Dolayısıyla bir şey planlayabilmeniz için, herhangi bir mekân ya da herhangi bir bina olsun veya bir şehir parçası olsun veya bambaşka bir şey, toplumsal bir proje olsun, planladığınız olgunun bütün boyutlarını kavramazsanız, kısmi bir plancı olma tehlikesi içindesinizdir. Artık bugünün global ve finans ağırlıklı dünyasında ya total plancı olmak zorundasınız ya da bir çeşit sıra kölesi olup, bu globalleşen dünyada, deregülasyona maruz kalan dünyada emeğinizin insafsızca sömürülmesine seyirci kalmak zorundasınız.
1975-1980 Mimarlar Odası Mühendisin Fordist ve Post-Fordist Dönüşüm İçerisindeki Konumunu Adamakıllı İrdeleyen Saha Araştırmaları ve Teorik Araştırmaların Yapıldığı Bir Düşünce Merkezi İdi.
Dolayısıyla o dönemde temelleri atılmış olan tartışmalar sadece Ali Artun’un anımsadığı üç-beş tane solcu kesimin birbirleriyle kapışmasıyla ilişkili değil. Ali Artun’un da anımsattığı gibi, belki de bu dönemdeki mimarların belli bir entelektüel potansiyeli olduğu için –1975-1980 döneminin Mimarlar Odasında Orta Doğu Teknik Üniversitesinin akademik kadrosu da şu veya bu şekilde bu işlerin içerisindeydi, İller Bankasından gelen çok değerli teknisyenler ve plancılar bu işin içerisindeydi- Mimarlar Odası bütün bu sorunlara hem mesleki açıdan hem de bilimsel açıdan bakabildi. Mimarlar Odasının 1975-1980 dönemindeki bu zengin kadrolaşmayı bir daha hatırlatmakta, bu özelliğinin altını çizmekte önemle yarar görüyorum.
Dönemin iz bırakan araştırmalarından bir tanesi “mühendisler ve mimarlar” araştırması, ama bir diğeri mesela “küçük üretimle” ilgili sorunların tartışıldığı çok önemli bir çalışma. Yani Türkiye'de, evet, bir yandan holdingler gelişirken, kapitalizm gelişirken, küçük üretimle ilgili hatırı sayılır nicelikte bir üretim süreci vardı. İnşaat faaliyetlerini de ilgilendiren bu üretim sürecinin ne şekilde izlenebileceğine ilişkin çok ciddi seminerler yapıldı, araştırmalar yapıldı. Her biri dergilerde kitaplarda yayınlandı. Odanın arşivlerinde duruyor bütün bunlar, hiçbiri kaybolmuş değil sanıyorum.
Bir başka aks da tabii bu yerel yönetim meselesiyle ilgili idi. Türkiye’de “yerel yönetimler” ile ilgili ilk kapsamlı seminerler Mimarlar Odası’nın organizasyonu ile yapıldı. “Yerel yönetimin güç yapısı”, “yerel yönetimde emekçi sınıf ve katmanların yönetime ne şekilde katılıp katılamayacağı”, yerel yönetimleri oluşturan güç mekanizmaları tartışıldı ve bütün bunlar da tabii bir plancı formasyonu olan insanlar olarak bir şehri kavramak için çok önemliydi bence. Çünkü mimarlar her zaman, özellikle Ankara'daki mimarlar daha multidisipliner bakış açıları geliştirdiler ve mesleği de bence bu açıdan zenginleştirdiler.
Sistematik olarak tartışılan bir başka sorun ise kırın ve kentin karşılıklı ağırlıkları idi. O dönemde Türkiye kırsal ağırlıklı bir nüfustan kentsel ağırlıklı bir nüfusa doğru evriliyordu. Kentleşen metropol ve şehirlerimizde kırın etkisi, kırda kentin ne tür etkileri olduğu, makroforma etkiler de çok derinlemesine tartışıldı.
1975-1980 Döneminin Araştırmaları ve Meslek Odası Olarak Bunları Ele alış Biçimleri Bugünkü Sorunlara da Nasıl Yaklaşmamız Gerektiği Konusunda Geçerli Bazı Açılımlar Getiriyor.
Dolayısıyla bugüne 2000 senesine doğru geldiğimizde, GATS meseleleriyle, globalizmin belasıyla örneğin Güven Birkan İstanbul'da uğraşırken, hepimiz birtakım biçimlerde aynı sorunlarla cebelleşir iken, o dönemlerde yapılmış olan o çalışmaların bir altyapı oluşturduğunu, bugün farkedebiliyoruz. En azından yıllar bizlere meseleleri böyle bir formasyon ve disipliner bir bakış açısı içerisinde, bilimsel yaklaşımlarla ele almamız gerektiğini öğretti.
Mimarlar Odası örneği meslek odaları içerisinde veya en azından odalardaki bazı gruplar üzerinde olumlu etkiler uyandırdı.
Bu konuda bir örnek daha vereceğim: 1995 senesinde yani 1975’ten 20 sene sonra- Aladağ’da toplanıldı ve o toplantıda yine benzer sorunlar, mimarlığın krizi tartışıldı. Söz konusu tartışma zabıtları şimdi Fatih Söyler tarafından basıldı, “Aladağ Toplantısı” diye. Bence ciddi bir çalışma, üç gün halinde filan tartışıldı bu sorunlar. Tartışmada Ünal Nalbantoğlu’nun mimarlığa ait bazı felsefi sorunlarını inceleyen, mimarlık ile ilgili çeşitli müelliflerin yaklaşımlarını irdeleyen ele alan katkıları var, Necdet Teymur’un katkıları var, Yücel Gürsel’in, Kenan’ın Güvenç’in Murat Uluğ’un ve benim ve diğer birçok katılımcının katkılarım var. Dolayısıyla 1970-1980 dönemine bu açıdan bakmak lazım. Tüm bu çalışmalardan ötürü bir birikim, bilimsel bir birikimin altyapısının oluşturulduğu bir dönem olarak 1970-1980 dönemine bir kere daha bilinçli bir şekilde bakmamız lazım.
1970-1980 Dönemin Mimarlar Odasının Bazı Önemli Yapısal Özellikleri
O dönemin Mimarlar Odası’nın zikredilmeyi hakkeden başka özellikleri daha vardı tabii. Bu özellikler hep beni düşündürmüştür. Seçimlerle filan uğraşıyordum o dönemlerde, seçim tekniği ile ilgili bazı çalışmalarım mevcuttu. Bu konularla uğraşırken şunun farkına vardım: O dönemde 10 bin mimar vardı, şimdi 35 bin mimar var, bu 10 bin mimarın çok büyük bir kısmı sosyalist filan değil, toplumcu filan da değil; yani geçinmeye çalışan, meslekleri içerisinde bir şeyler yapmaya çalışan meslek insanları. Bu meslektaşların önemli bir bölümü Halk Partili filan olabilirdi, bir kısmı belki Adalet Partili idi. Peki, nasıl oluyordu da böylesi bir kitleye sahip olan Odada arka arkaya bu seçimleri toplumcu niteliği ağır basan bir grup kazanabiliyordu ? Bu olgu 15-20 sene kadar aralıksız sürdü. Söz konusu gruplar nasıl oldu da kazanabildi seçimleri diye baktığımda, iki temel özellik gözüme çarpıyor.
Birincisi, o dönemdeki mimarlık pratiğinin uygulanmasıyla ilgili bayağı somut konularda Oda işlevsel bazı roller üstlenmiş. Bunlar ne; mesela ortak mesleki denetim uygulaması. O dönemde küçük üretici durumunda olan büroların bir yığın mesleki sorunları Oda tarafından çözülmüş. Örneğin müşterilerden nasıl para alacakları, buna karşılık projelerin nasıl vize edileceği gibi birtakım mesleki pratik sorunlar, hatta bunların belediyeyle bazı ilişkileri bazen muhataralı olmakla birlikte çözülmüş. Bu başarılı uygulamalar genel meslektaş kitlesini hoşnut kılmış, en azından antagonistik çatışmalara sürüklememiş söz konusu yönetimlerle. Neticede o günkü Türkiye'nin şartları içerisinde, ideolojik yapısı itibariyle oldukça ekstrem bir noktada duran bir yönetim, hem Oda’yı hem meslek faaliyetlerini başarı ile yürütebildi. Kitlesinin tepkilerini çekmedi, desteğini aldı.
İkincisi ise her şeye rağmen Mimarlar Odası içerisinde o dönemde bir iç demokrasinin mevcut olması. O döneme baktığımızda, zaman zaman karşılaşılan kimi sekter tutumlara karşın “Danışma Kurullarının” Çelen Birkan’ın hatırladığı biçimiyle başarılı bir işlev gördüğünü hatırlamamız lazım. Söz konusu “Danışma Kurullarına” gerçekten son derece yetkin uzmanlar, meslek adamları katıldılar, çok önemli katkılar koydular ve bu insanlara da o zamanki mevcut yönetimler ikincil bir gözle bakmadı, yönetimin içerisinde onlara hakikaten eşit söz hakkı vermeye çalıştı. Hatta bu açıdan -anekdota geçelim şimdi- bize ne denildi; ÇBS denildi. ÇBS ne demekti; “çizgisi belirsiz sosyalistler” demekti. (Gülüşmeler)
İşte dönemin Mimarlar Odasının özgünlüğünü oluşturan iki temel özellik...
Dönemin Sona erişi
Sonraları bir başka sıkıntı daha yaşadık; 1980’in sonlarına doğru Oda içerisinde “kurumsallaşma” etiketi altında aslında meslek kurumunun asli sorunları ile aslında pek ilgili olmayan, sanki Mimarlar Odası bir devlet örgütüymüş yahut da bir partinin ilçe ve bucakları açılıyormuşçasına gibi –açılması hakikaten gerekenli olanların dışında ilave- gelişigüzel birtakım şubeler açıldı. Oysa yatay örgütlenmenin mesleki birikime dayalı ve mesleki ihtisaslaşmaya dayalı yapılması ve bu mesleki ihtisaslaşmaya dayalı birikimin Mimarlar Odasının sevk ve idari mekanizmasında etkili olması lazımdı. Bütün bunları neden anlatıyorum? Bugünkü anlatıyı doğrudan ilgilendirmiyor görünebilir. Ancak 1992’lerde Umut İnan ile bazı tartışmalarımız oldu, o zaman “Mimarlık Yasasının” öne sürüldüğü dönemlere ait tartışmalar bunlar. 1992’de İlhan Arguvanlıgil’le ilgili Kadıköy bölgesinde yapılan bu tartışmalarda ve neticede yayımlanan beyaz kitapta yeni bir “Meslek Odası” ile ilgili bir model ortaya kondu. Umut İnan tezlerini anlattı. Biz onları irdeledik ve elbette haklı tarafları olduğunu gördük. Kısacası yapı sigortası ve meslek sorumluluğu sigortası çerçevesinde hem meslek adamının haklarını kollayan hem mesleğin uygulanması esnasında kamu çıkarlarını gözeten bir Meslek Odası modelini Umut İnan’ın modeline alternatif olarak önermekle birlikte artık Meslek Odası’nın eski yapısının ciddi dönüşümlere tabi tutulması gereği de açıkça ortaya çıkmış bulunuyordu. Mimarlar Odası’nın yeniden yapılanması konusu üzerinde şiddetle düşünme gereği 1990’larda artık ortaya çıkmıştı.
Ancak bu da yeterli değildi.35 bin tane mimarı günün koşullarına göre, sektör içerisinde birtakım anlamlı işlevlerle donatmanın gereği yani meslek içi formasyon, meslek içi eğitim boyutlarını içeren bir Meslek Odasının tasarlanması gündeme gelmiş oldu.

Mesleğin Krizi ve son sözler
Burada ciddi başka bir krizle karşı karşıyayız, yani mesleğin ne şekilde uygulanabileceği bugün de belli değil. Üstelik mesleğin birçok fonksiyonlarını başka disiplinler ele geçiriyor. Deniz Bartın’ın Mimarlık Dergisinde yayımlanan -Yapı Kredinin İnşaat Bölümünün başında görev yürüten Deniz Bartın- son açıklamalarını okuyun. Deniz Baytın şunları anlatıyor: “Bir project manager’in -bir proje yöneticisinin- artık mimar olmasına gerek yok; dışarıdan birtakım şirketleri mecburen kullanmak zorundayız, müşteri bunu istiyor” diyor, “Bu koşullarda ancak bazı yerli proje bürolarının formasyon elde etmesine ve bu süreçlere katılmalarına gayret sarfebiliyoruz ancak” diyor.
“O zaman biz ne yapacağız, yani Türkiye içerisinde mesleğin uygulanması ne şekilde gelişecek?” diye baktığımız zaman, bir meslek kurumu olarak bu sorunlara ilişkin bazı yeni akslar geliştirmek zorunda olduğumuzu görüyoruz.
1975 – 1980 döneminin mesleğin ve sektörün sorunlarına kapsamlı bir bakış açısı getiren özelliklerini anımsıyorum. Bugünkü kriz ortamında o dönemi bir daha hatırlamamız ve o dönemin düşünce üretebilen niteliklerine yeniden kavuşmamız gerektiğine inanıyorum. Somut olarak neler yapmamız lazım? Örneğin yapı sigortası ve meslek sorumluluğu sigortası alanlarında risk mühendisliği konusunda meslektaşları formasyona tabi tutmamız lazım. İpotek bankacılığına geçmek üzere olduğumuz için, bu alanda da meslektaşları hazırlıklı kılmamız gerek.
Mimarlık müfredatı 4 seneden 6 seneye mi çıkacak, 4 seneden sonra mezun kaç sene sonunda mesleği uygulamaya hak kazanacak?” diye bakacağımıza, bu mezunları hakikaten sektör içerisinde nasıl işlevli bir hale sokabileceğimizi düşünmemiz lazım. 1975’lerde elbette bu kadarını göremezdik, yani 2000 senesinde globalizmin bu denli cesamet kazanacağını tam olarak kavramak mümkün değildi. Birtakım önseziler mevcuttu, onlara ilişkin ön çalışmalar yapıldı. Mühendis ve mimarın fordist ve post fordist iş organizasyonundaki konumu ile ilgili araştırmalar yapıldı Ama artık bugün bu konuda birtakım somut çareler filan üretilmesi lazım. Bu açıdan da 1975-1980 dönemi orijinal teorik yaklaşımları olan bir dönem olarak belki bugünkü dönemlere örnek gösterilebilir.
Söylemek istediğim son söz mekânı algılamada eksik kaldığımızdır. Bir mekânı planlama söz konusu olduğunda başta finansal boyutlar var işin içinde, ıskaladığımız görmediğimiz felsefi boyutlar var. Globalizm, insanla ilgili 19 ve 20. yüzyıllarda kabul ettiğimiz bütün paradigmaları tek tek yıkıyor. Ekonomiyle ilgili paradigmaları, psikolojiyle ilgili paradigmaları, felsefeyle ilgili paradigmaları tek tek yıkarken biz ne tür bir insan olduk: Hem 3 boyutlu mekânımızı kaybettik, hem “n” boyutlu mekânımızı kaybettik. Bu duruma ilişkin yeni bir tartışma başlatmak zorundayız.
Ciddi olarak düşünelim. Niye dünyada sınır tanımayan gazeteciler örgütü var, sınır tanımayan doktorlar örgütü var da sınır tanımayan mimarlar örgütü bu kadar net olarak yok?
Elbette kimi çabalar yok değil. Ancak yeni teorik ve pratik çabalar sarf etmemiz gerek düşünüyorum. 2004’lerden 1975’e bakarken işte bunları düşünüyorum. Total plancı olmayı amaçlamamızı sıra kölesi olmayı mühendis ve mimarlar olarak reddetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Şu anda başka bir şey söyleyemeyeceğim.
Teşekkürler. (Alkışlar)

Hiç yorum yok: