19 Haziran 2008 Perşembe

Mimarlar Odası 2010 Değişim Vakti

Mimarlar Odası 2010
Değişim Vakti

Başka bir Dünya Başka bir Mimarlık için Yaklaşım Önerileri

Raşit Gökçeli

mayıs 2008

DeMimar oluşumu olarak hantal ve çağdışı kalmış TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin en geç 2010 yılında dönüştürülmesi amacı ile yürütülecek olan çabaların hem program temelinde bir tartışmasını başlatmak hem de olası birlikteliklerin temellerini atmak amacı ile gruba sunulan metin.

(Metin 18.8.2008 tarihinde Salih Şencan ile birlikte DeMimar oluşumundan geri çekilmiştir)
"sol" adına "kefil" olduğumuz yönetimlerin, içerikleri ile edimleri ile tamamen AB güdümünde, dünya bankası güdümünde, "sağ meslekçi" programları ülke içerisinde "korumacılık sosu" ile karışık bir bicimde uygulayan ufak grup çıkar birlikteliklerinden oluştuğunu;

Bizim, ise söz konusu yönetimleri sol kamuoyu katında olumlayan bir çeşit "ilerici meslek odası" spiritüalizminin retorik bileşkeleri olarak bu "toplumsal imaj" (tablo) da pek iğreti bir yer işgal ettiğimizi artık fark etmeliyiz.

Birinci yaklaşım :

Mimarlık kuruluşları, Amerika’dan kaynaklanan neoliberalist söyleme, neokonservatif söyleme çok ciddi bir alternatif oluşturan fikri planda dünya çapında bir muhalefet odağı haline gelen küreselleşme karşıtı entelektüel harekete eklemlenemiyor. Nasıl eklemlenecek? Mimarlık hareketi dünyadaki küreselleşme karşıtı harekete nasıl eklemlenecek? Bakıyoruz mesela, Sınır Tanımayan Doktorlar gibi örgütler var, Sınır Tanımayan Gazeteciler gibi örgütler var. Bunu mimarlık alanında henüz tam ve net göremiyoruz. UİA 2008 in ana temalarından biri olarak seçilen “Transmitting Architecture”, bir başka deyiş ile mimarlığın iletişimi, mimarlığın geniş kitlelere mal edilmesi bence ancak böyle bir optik altında mümkün olabilir.

Mimarlar Odası küreselleşme karşıtı platformlar içerisindeki yerini gerek yurt içinde gerekse yurt dışında almalıdır.

İkinci yaklaşım :

İkinci yaklaşım kültürün özelleştirilmesi ile ilgili olarak mimarların takınacağı tutum ile ilgili. Dünyanın hali bugün iyi değil, dünya birtakım rahatsızlıklar içinde. Küreselleşme ve neoliberalizme karşı olan fikri hareketlerle dünyadaki mimarlık hareketleri eklemlenmeden mimarların sorunlarını çözebilmeleri olası değil. Kültürün özelleştirilmesi meselesi doğrudan küreselleşmeye bağlı olan hadiselerden biridir. Kültür, tanım itibariyle otonom olan, bağımsız olan, kendiliğinden olan, alternatif olan, avangard olan bir kategori. Biz “mimarlık, kültürün ifadesidir” diyoruz. Ama biz hangi kültürün ifadesiyiz. İşte bu dünyadaki çok uluslu şirketler tarafından, dünyadaki küreselleşmenin patronları tarafından rehin alınmış olan kültürü yeniden 18., 19., 20. asrın başlarındaki gibi özerk hale sokmamız lazım, felsefi temellere inmemiz lazım. Kant’ların, Freud’lerin, Marx’ların mirasından bize ulaşan, aydınlanmadan kaynaklanan, sosyal mücadele geleneğinden gelen pratikleri bir kültür vektörü olan mimarlık mesleği ile yeniden buluşturmamız lazım.

Üçüncü yaklaşım :

Mimarlar odası olarak “başka bir mimarlık mümkündür” başlığı altında bir programatik aks açmamız lazım. Kentleşmeyle ilgili sorunlar, dünyanın bir gecekondu gezeni, “planet of slum” haline gelmesi küreselleşmenin geleneksel tarımsal yapıları çökertmesinden kaynaklanmakta. Kimi çevreler ise çok bilinçli olarak yeni kentsel fakirlerden oluşan metropolleri bir tehdit olarak algılıyorlar.

“Gecekondulaşma” metropollerin egemen odakları tarafından tehdit unsuru olarak ele alınıyor. Bir gecekondu gezeni haline gelen dünyamızda, orada yaşamak zorunda bırakılanlar birer potansiyel suçlu imiş gibi değerlendirilmekte. Asimetrik ilişkilerin dünyasında yaşam mücadelesi veren fakirlerin zaman zaman taraf olduğu savaşta direnenleri ya da sadece enformel yollarla hayatlarını idame ettirmeye çalışanları birinci dünyaya karşı bir tehdit olarak algılayan bir egemen düzen var. “Biz metropol olarak bunları nasıl bastırabiliriz?” düşüncesi küreselleşmenin egemenlerinin biricik tasası.

Oysa mimarlar soruna başka türlü bakmalı, “gecekondulaşan metropollerde mimarlar olarak nasıl bir tutum almamız lazım?” sorusunu kendilerine sormalı.

Dördüncü yaklaşım :

Mimarların örgütlenme biçimi ile ilgili. Örneğin, “Küba’daki çıplak ayaklı doktorlar biçiminde çıplak ayaklı mimarlar biçiminde konseptler doğurabilir miyiz, onları yaşatabilir miyiz? Sermayenin mimarları esir alışı, mimarların gittikçe işlevsiz hale gelmesi karşısında daha değişik mimarlık örgütlenmeleri tasarlanabilir mi?” imkansızı isteyen daha gerçekçi ve ayakları yere basan tartışma aksları açabilmeliyiz.

Genç mimar adaylarını ve yeni mezunları kabul kurulları karasabanından bir an için kurtaran, “bir rüya bitti” umutsuzluğundan sıyıran ve kendilerini ifade edebilecekleri yeni alanları meslek örgütü olarak tasavvur etmek örgütlemek çok mu zor çok mu pahalı?

Elli beş trilyonluk bütçeler bürokratik ahmaklıklar ve sermaye tapınıcılığı dışında daha toplumsal amaçlara, edimlere yönlendirilemez mi ?

Nasıl kapitalist dünya çok uluslu şirketler bir network, bir ağ dünyası haline gelmişse, hatta bu ağ dünyası ulus devletleri bir anlamda artık ikinci plana itiyorsa, buna karşılık da bu muhalefet de alternatif network’lar, ağlar halinde örgütleniyor. Örneğin Amerika’da bir alternatif network var ki, 500 tane radyo, bilmem kaç tane televizyonu mevcut. http://www.democracynow.org/ Amerika’da iki milyon kişi bu networku izliyor. İki milyon kişi Amerika için az bir şey değil. Amerika gibi bir yerde böylesi bir network ile veya Znet gibi bilinen, çok önde gelen alternatif network’lar, ağlarla mimarlık hareketi nasıl eklemlenebilir?

Torino’da bence metropol ülkeler dışından en az yüz seksiyon gelecek. Bizim bu network’lere ilişkin eklemlenmemiz, hatta 2008’e doğru bu network’lerle ortak bir bağlantı kurarak, en azından bir etkileşim, iletişim bağlantısı kurarak böyle bir hazırlık içine girmemiz lazım.

Avrupa’nın kendisinde “GATS free” zonlar, yani GATS anlaşmasını tanımayan bölgeler bizatihi Avrupa’nın kendi seçmenleri tarafından seçilmiş olan belediyeler tarafından ilan ediliyor. Bunlar bir mücadele halindeler, Dünya Ticaret Örgütüne, MAI denilen dünya ticaret anlaşmalarına karşılar. “Corporate Watch” gibi “sweet free shop” gibi, yani çokuluslu şirketlerin organize ettiği iş organizasyonuna karşı bilinçli yönelişler, bilinçli karşı koyuşlar var. Bu mücadele alanlarında mimarların bir an önce pozisyon almaları lazım.

Çünkü mimarların başına gelen nedir?

Çokuluslu şirketlerin emrine girmiş olan belediyeler, onların emrine girmiş olan ve artık en temel enfrastrüktürlerin özelleştirildiği fiziksel çevreler. Kamunun malı olması gereken en temel servisler. Diyelim su dağıtımı, buna benzer şeyler, tabii buna barınma da girmekte elbette. Fiziki çevreyi planlayan bir disiplin mensupları olarak bu oluşuma karşı ne tür bir alternatif tasarlayabiliriz? Ne tür eylemler düşünmemiz ve tasarlamamız lazım? Bunu bizimle birlikte dünya mimarlarının da düşünmesi lazım. Çünkü okkanın altına girecek olan mimarlardır netice itibariyle.

Dördüncü yaklaşım, Dünya Sosyal Forumuna nasıl eklemlenebiliriz yaklaşımıdır.

Beşinci yaklaşım :

Beşinci yaklaşımımız küreselleşme düzeninin zayıf bir noktası ile ilgili: İklimsel dönüşüm sonucunda oluşan tehdit. Dünyanın bir ekolojik felakete sürüklenmesinde küreselleşmenin aktörlerinin sorumluluk payını irdeleyen son derece ciddi raporlar, ciddi bilimsel çevrelerden gelmekte. Buna ilişkin elbette bizim bir öngörüde bulunmamız lazım. Nasıl bir kent düşündüğümüz, nasıl bir yapılı çevre düşündüğümüzü mimarlar olarak dünyaya duyurabilir isek herhalde mimarlığı en iyi biçimde tanıtmış oluruz. İklim sorununa bir çare üretmek herhalde sadece ekonomistlere bırakılacak bir konu değil.

Altıncı yaklaşım :

Kentlerde, metropoldeki alternatif grupların, emekçi sınıf ve tabakaların nasıl söz ve karar sahibi olabileceğine ilişkin. Mimarlar Odası’nda otuz yıl önce seminerler yapmışız, 1977, 1978. 1979’da. Zamanında yayına dönüşmüş bu seminerleri 2010 “değişim” döneminde tekrar hatırlarsak iyi olur. Amerika’nın başını çektiği küreselleşme ağının ve çokuluslu şirketler dünyasının hazır başını taşa çarptığı sırada bu tür çabaları yeniden hatırlamanın zamanıdır. Temelde tüketiciyi gözeten bu tür ele alışları mimarla hatırlatmanın tam da zamanıdır.

Yedinci yaklaşım :

Yedinci yaklaşım daha teknik bir konu ile ilgili. Bu konu ile ilgili olarak çok ciddi bir çalışma grubu oluşturulabilir, 2010 “değişim” çağrısı doğrultusunda çok ciddi hazırlıklar oluşturulabilir.

Konu, sürekli mesleki gelişim. Sürekli mesleki gelişim çok ilginç bir konu. Bu konuya Amerika’da biraz başka, Avrupa’da biraz başka bakılır. Oda’nın mevcut tutucu bürokratik yönetimi ise son derece rahatsız edici çalışmalar başlatmış durumda. Dünya Ticaret Örgütü’nün akredite etiği bazı “özel şirketlere” hissedar olarak ülke mimarlarını kapana kıstırma eğiliminde. Bu gidişi durdurarak dünya içerisinde akredite olabilecek alternatifleri oluşturmamız gerekli. Sürekli Mesleki Gelişim ile ilişkin hazırlıklar yapmamız lazım.

Mesleğin eksiksiz ve kusursuz olarak yapılabilmesi; bütün deontolojik kodlarda, dünyada meslek örgütlerinin uygulamalarında yer almakta. Ancak işin bir başka yönü daha var.

Bu yön, küreselleşme çağında, iş organizasyonunun postfordist bir aşamasında, emeğin ve bu arada nitelikli emeğin -mimarlar, mühendisler olarak kimimiz nitelikli emeğe giriyoruz- bazı aşınmalara ve yıpranmalara uğraması olgusudur.

Bunlar nedir? Bunlar deregülasyondur, delokalizasyondur, esnek üretimdir. Deregülasyon temelinde, ulus devletinin kurmuş olduğu sistemlerin çökmesidir, yani refah devleti vesaire gibi. Dolayısıyla çalışanların haklarının ve bu arada tabii en çok okkanın altına giren nitelikli çalışanların okka altına gitmesidir.

Delokalizasyon da çok uluslu şirketlerin işlerine geldiği yerde üretim yapması ve bir anlamda ticaret hadlerini -ekonomistlerin dilinden konuşursak- manipüle ederek servet transfer etmeleridir. Bir anlamda drenajdır. Neden drenajdır? Az gelişmiş ülkelerden veya gelişmekte olan ülkelerden metropollere doğru olan bir drenajdır. Bunu tespit etmeniz lazım, bunu çok iyi yorumlamamız lazım
.
Esnek üretim ise emeğin düpedüz her türlü güvenceden yoksun bir statüye indirgenmesidir. (Part time işler, talep edilen formasyonun sürekli nitelik değiştirmesi v.b)

Sürekli mesleki gelişime evet ama bu sürekli mesleki gelişimin işgücünü marjinalleştiren, onu değersizleştiren, insanı insan olmaktan çıkartan, bu precarious dediğimiz, yani emeği artık sağlam nirengi noktası olmaktan çıkartan, toplum içinde yer sahibi olmaktan çıkartan senaryo karşısında mimarların bir sözü olmayacak mıdır?

Düşünün, sürekli ve güvenli bir işe sahip olamıyorsunuz, bir meslek sahibi olamıyorsunuz, emek pazarı içerisinde devamlı bir yerden bir yere savruluyorsunuz, parya şartları altında çalıştırılıyorsunuz.

Sürekli mesleki gelişimin yukarıdaki konular açısından böylesi bir optik içerisinde ele alınması olasılığı var. Bazı Avrupa ülkelerinde böylesi bir gelişmenin ön belirtileri mevcut.

Sürekli mesleki gelişimin yine bazı çokuluslu şirketlerin ürünlerini olmazsa olmaz, vazgeçilmez olarak lanse etme özelliği var. Tüketici hakkı kavramı ile çelişki içeren böylesi örnekleri ABD’de görüyoruz, bunlara çok kritik bir bakış açısıyla bakmamız lazım.

Mimarların şu andaki formasyonlarında zaaflar mevcut, sayısal ve sözel becerilerinde eksiklikler var. Bunları gidermek zorundayız, ama bunları giderir iken de sürekli mesleki gelişimle ilgili felsefemizi ortaya koyabilmemiz lazım.

Sekizinci yaklaşım

Sekizinci yaklaşım iç ve dış (örgüt içi ve dışı) yasal çerçeveyi yeniden kurgulamaktır.
Mimarlık politikaları, Mimarlık yasası, ile ilgili yaklaşımımız alternatif somut önerilerimiz şekillendirilmelidir.

Mevcut kurguyu reddederken mimarlık öğrencilerinden başlayarak, mesleği uygulayan meslektaşlar ile ilgili somut yasal yapılanmalar, yapı yasası, yapı denetimi yasası, sürekli mesleki gelişim, fikir ve sanat eserleri yasası, eğitim ile ilgili yasal yapılanmalar, akreditasyon sorunları, Mimarlar Odası’nın bir sivil toplum kuruluşu olarak değil ama bir hükümet dışı örgüt olarak yasal çerçevede nasıl bir rol yükümleneceği, topluma ve meslektaşa karşı olan yükümlülüklerini nasıl yerine getireceğini, “mesleki sorumluluk sigortası”nı hangi yollarla sigorta ve broker sektörüne benimseteceğini net olarak ortaya koymamız gerekecektir.

Mesleğin uygulanmasında proje tasarımının eğitim ile bağlantılı olduğu, uygulamanın ise “meslek sorumluluğu sigortası” ile ilişkili olduğu ilkesi savunulmalı ve gerekli yasal ve teknik altyapı düzenlenmelidir.

Dokuzuncu yaklaşım :

Dokuzuncu yaklaşım DeMimar‘ın ittifaklar politikası olmalıdır. Yukarıda belirtilen sorunları tartışabileceğimiz tüm meslek insanları, birliktelik kurulabilecek tüm toplumsal oluşumlar potansiyel müttefikimizdir.

Artık yıllardır TMMOB Mimarlar Odası içerisinde “çağdaş toplumcu” etiketini rehin alan “çağdışı” “bürokratik” dar grupçu” “oligarşik” yönetimler için saat saymaya başladı.

Konsüller devri bitecek.

“Başka bir dünya, başka bir mimarlık “ çağrısı Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden de duyulacak.

13 Haziran 2008 Cuma

15 – 16 Haziran 1970 İşçi Direnişini Anarken

15 – 16 Haziran 1970 İşçi Direnişini Anarken Akla Gelenler

Raşit Gökçeli
Haziran 2008


1-1970 yılı dünyada neoliberalist saldırının Türkiye ve Şili darbeleriyle topyekun taarruza geçtiği ve dünya sahnesinde başat rol oynamaya başladığı dönemdir.

Dolayısıyla işçi sendikalarının henüz düzen nezdinde bir ölçüde de olsa ağırlıklı olabildikleri bir zamandır.
Bu dönem (1970), DİSK’in henüz hem toplumda hem egemen kesimde belirli bir ölçüde de olsa muhatap kabul edilebildiği bir zaman dilimidir .
1971 darbesinden sonra bu olanak tamamen kalmıştır.

2- 15-16 Haziran olayları Türkiye toplumsal muhalefet yakın tarihinde 1960 İstanbul Saraçhane mitinginden sonra tamamen işçilerin sahne aldığı bir eylemdir. Küçük burjuva katmanlar bu eylemde ikincil rol oynadılar.

3-1960 – 1970 dönemi işçi önderlerinin M. Ali Aybar’ın kişiliği ve liderliğinde aydınlar ile kitlesel ittifak kurabildikleri çok özel bir dönemdir.

4-1970 yılı dünyada neokonservatizmin neoliberalizmin dünya hakimiyetini kurmaya çalıştığı bir zaman dilimidir 1970 yılı bu bakımdan geleneksel refah devleti ile neoliberalist devlet arasında bir zamansal fay hattıdır.
Böylesi dönemlerde tamamen üstyapısal bir norm denetimi kurumu olan Anayasa mahkemesinin birbiriyle çelişkili kararlar aldığı görülür. Çünkü ne refah devleti tamamen sahneden çekilmiş ne de neoliberalist düzen tamamen hakimiyet tesis etmiştir.
Nitekim Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi bu dönemde çelişkili kararlar alabilmiştir.
Sendikalar yasasında yapılması tasarlanan değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirken öte yandan dönemin Türkiye İşçi partisi tarafından açılan davada, meşhur 141 ve 142. maddelerin iptal istemi (sınıf esaslı parti kurulmasını yasaklayan ve faşist İtalyan ceza yasasından ithal edilen) altıya beş oyla aynı mahkeme tarafından reddedildi. Ardından da 1971 darbesi ertesinde Türkiye İşçi Partisi aynı Anayasa Mahkemesi tarafından bölücülük neden gösterilerek kapatıldı.

Yazı mı Tura mı ?

Yazı mı Tura mı ?

Rahatsız Edici Gerçekler

Raşit Gökçeli

mayıs 2008


Bir metal parayı havaya attığınızda yere yazı ya da tura olarak düşmesi beklenir. Pek nadir olarak paranın yere dik düştüğü de vakidir.

2004, 2006, 2008 Mimarlar Odası Genel Kurulları’nda bizler üç kez üst üste yazı mı tura mı diyerek attığımız parayı dik düşürdük!

Gerçekten de dokuz yüze yakın oy kullanılan bir seçimde listelerin baş başa gelip karma yönetimler oluşması havaya atılan bir paranın yazı tura olarak düşmeyip de dik düşmesi kadar zayıf bir olasılıktır !

Bu duruma nasıl gelindi?

Konu ile ilgili bazı görüşlerimi ilettiğimde benden süreç ile ilgili rahatsızlıklarımı, tümüyle, eksiksiz, kaleme almam istendi. Bana da “peki” demek kaldı.

Ve düşündükçe de beni huzursuz kılan olayların belki sandığımdan daha boyutlu olduklarını, bir şeylerin çok derinlerde “kırılmış” bulunduğunu fark ettim.

“Çift Vitesli Demokrasi” başlıklı yazımda http://www.mimdap.org/w/?p=5701 genel kurul ile ilgili eleştirilerimi DeMimar ve Dimp yazışma gruplarına göndermiş idim. Daha sonra Hasan Kıvırcık Dimp yazışma platformunda okuduğu eleştiri yazısını mimdap.org sitesi bünyesinde kullanmak istedi, ben de olur verdim. Dimp sitesinde yer almamasına karşın, yakın çevremden, “eleştirinin” bazı kötü niyetli” kişilerce kullanılma olasılığı bulunduğunu belirten bazı tepkiler aldım.

Dimp yazışma platformu ile ilgili “bir güvensizlik” içermesi bir yana “bazı kötü niyetli kişilerce kullanılması” olası bir eleştirinin müellifi olmak da, fikirlerimin paylaşılmadığı, hatta bunun ötesinde “gruba zarar verebilecek” nitelikte olduklarının nazik bir üslup ile olsa da ifadesi olmuştur.

Sarıalan toplantısına dönecek olur isek toplantının formatının niteliği icabı önümüzdeki iki yıl içerisinde yapılacak çalışmalar ile ilgili olduğu görülecektir.

Bunun böyle olması de daha sağlıklıdır. Çünkü bu toplantıda şevkli ve inanlı olarak “başka bir dünya, başka bir mimarlık mümkün” bakışı altında mimarlar odası bünyesi içerisinde, Türkiye ölçeğinde birlikte davranacak olan unsurların kendilerine önümüzdeki iki yıl için bir yol haritası ve program çizmeleri beklenir.

Oysa genel kurul ile ilişkin taktik ve stratejinin ve en nihayetinde listelerin oluşturulma biçimi ile ilgili olarak grubun önemli bir kısmının katkısı sınırlı olmuştur.

Dolayısı ile “İstanbul Büyükkent Şube ile Oda Genel Kurulu özgül değerlendirmesinin“ daha önce süreçte aktif olarak bulunanlar tarafından yapılması gerekir idi.

Bunun yapılmamış olması, hem demokratik bir eksikliktir hem de süreç ile ilgili eleştiride bulunacak olanları, “Sarıalan” toplantısından beklenen farklı ve ileriye dönük bir değerlendirme olduğu için tatsız bir ikilem içerisinde bırakmaktadır.

Sırf bu nedenle bile sürecin “değerlendirilmesi”nin yapılmadığına inanan biri olarak “Sarıalan” toplantısında yararlı bir katkıda bulunmamın olası olmadığını düşünmekteyim.

İstanbul Büyükkent Şubesi ile ilgili değerlendirmelerimin nerede ise tamamını “çift vitesli demokrasi” yazısı içerisinde yaptım. Ama gene de "sol" adına "kefil" olduğumuz yönetimlerin, içerikleri ile edimleri ile tamamen AB güdümünde, dünya bankası güdümünde, "sağ meslekçi" programları ülke içerisinde "korumacılık sosu" ile karışık bir bicimde uygulayan ufak grup çıkar birlikteliklerinden oluştuğunu;
bizim, ise söz konusu yönetimleri sol kamuoyu katında olumlayan bir çeşit "ilerici meslek odası" spiritüalizminin retorik bileşkeleri olarak bu "toplumsal imaj" (tablo) da pek iğreti bir yer işgal ettiğimizi artık fark etmeliyiz.

Oda genel kuruluna gelince;

1-Listenin oluşturulmasında olası sonucun bir, iki belki de en iyi olasılıkla üç kişi ile karşı listeyi delmenin çok yüksek bir olasılığının bulunduğu bir ortamda “Cengiz Bektaş, Emre Madran niteliğindeki isimlerin “bir azınlık” kapanına kısılma tehlikesi, daha iyi hesap edilmeli idi. Nitekim sayın Necip Mutlu tarafından duyurulduğu biçimi ile “üyeler : Kubilay Önal, Cengiz Bektaş, Emre Mardan sıralaması ile kamuoyuna duyuruldu. Cengiz Bektaş ve Emre Madran Kubilay Önal’dan daha fazla oy almalarına rağmen. Bu protokoler nezaketsizlik dahi çoğunluk ekibinin demokrasi kültürü fukaralığını yeterince simgelemektedir.

2-Karşı tarafın “iki kişiyle” delinmesi olasılığını hesap etmemeleri mümkün olamayacağına göre yapacakları “mukabil hamle” öngörülmeli idi. Bu mukabil hamlenin, çoğunluk listesindeki göreceli olarak ilerici olan unsurların “kesilmesi” olacağı öngörülmeli idi. Nitekim Ali Rüzgar liste dışı kaldı, Kubilay Önal ise güçlükle son sırada listeye girebildi. Bu konudaki uyarılar dikkate alınmadı.

3-İstanbul DeMimar’ın bazı önerileri liste aşamasında dikkate alınmadı.

4-Genel Kurul süreci içerisinde Bakırköy BKBT kaynaklı bir oluşumun varlığı göz ardı edildi. Bakırköy delegelerinin bir bölümünden gelen görüşme istekleri, gerekli önem verilmediği için genel kurul sürecini etkileyebilecek çok önemli bir moment heba edildi. Genel Kurul sürecini dizayn ederken Bakırköy kaynaklı oluşuma ayrılacak, tahsis edilecek zaman dilimi, sayın Cengiz Bektaş’ın son dakikada gerçekleşen adaylık süreci kadar değerli idi ve kanımca genel kurul sonucunu etkileyebilirdi. Nitekim sayın Mehmet Bozkurt’un ve Süleyman Birdal’ın bağımsız adaylar olarak aldıkları 309 ve 137 oy manidardır.

5-Bazı isimlerin liste için “sakıncalı” olası yönetim bürosu için “uygun” bulunmaları kitlelere karşı fazlaca “popülist” bir seçim stratejisi bakış açısının egemen hale geldiğini gösterdi. Bu ise eleştirdiğimiz çoğunluk kanadının “merkez büro kadrolarını kuvvetlendirme” stratejisi ile denk düştü. Kanaatimce Dimp’in demokrasi anlayışı açısından bu durum eleştirilmelidir.

6-Mimarlar Odası yönetiminde yıllardır bulunan antidemokratik, oligarşik, sağ eğilimli yönetime karşı yıllardır mücadele veren arkadaşlarımız –tabiri mazur görülsün- “bir çeşit mayın eşeği” muamelesi görerek liste oluşumunda yeterince desteklenmemiştir. Bu durum arkadaşlarımızın yıpranmasına yol açmakla kalmamış, ileride söz konusu arkadaşlarımızın çoğunluk kanadı tarafından “ciddiye alınmamaları” sonucunu da getirecektir.

7-Neticede Sarıalan buluşmasının gerekli ikna süreçleri tüketilmeden “erken” bir tarihte yapıldığı endişesini taşımaktayım.

Umarım yanılıyorumdur.