4.
Endüstriyel Devrim ve Mimarlık
Giriş
Endüstri 4.0 ve mimarlık ile
ilgili düşüncelerimi ve hayli çetrefil, çok boyutlu bu mesele ile ilgili olarak
ulaştığım sentezi bu kısa kitapta yer alan beş makale ile açıklamaya gayret
ettim.
1-“4. Endüstriyel Devrim ve
Mimarlık / Kriz Yok Dönüşüm Var” adlı
makalemde endüstri 4.0, yapay zeka, planlama ve mimarlık konusuna sentetik
açıdan yaklaşmaya çalıştım.
Konunun felsefe, fen, finans,
yapay zeka ile ilişkisini içinde yaşadığımız neokapitalist düzen ile de
ilişkilendirerek açmaya gayret ettim.
2-“David Harvey Üzerine Temrinler” adlı makalemde, David Harvey’in dahiyane sunuşu “Visualisation of Capital” den yararlanarak kapitalist bir toplumsal formasyonda kentsel rantların sermayenin para-meta-para döngüsü içerisinde modern kentlerin gelişmesinden de yararlanarak ne tür finansal köpükler yarattığını açıklamaya çalıştım.
2-“David Harvey Üzerine Temrinler” adlı makalemde, David Harvey’in dahiyane sunuşu “Visualisation of Capital” den yararlanarak kapitalist bir toplumsal formasyonda kentsel rantların sermayenin para-meta-para döngüsü içerisinde modern kentlerin gelişmesinden de yararlanarak ne tür finansal köpükler yarattığını açıklamaya çalıştım.
Söz konusu olgunun sermayenin
organik yapısı üzerindeki etkilerine işaret ettim.
3- “Gayrımenkulün Menkule Dönüşmesi Süreci” adlı makalemde, dijital teknoloji ile finans teknolojisinin gelişmesi sonucunda yakın zamana kadar likid olmayan bir sermaye türü sermayenin organik kabullenilen gayrımenkulün mortgage (tutsat) ve benzeri tekniklerle ışık hızı ile menkul kıymete dönüşme özelliğini kazanmasını irdeledim.
3- “Gayrımenkulün Menkule Dönüşmesi Süreci” adlı makalemde, dijital teknoloji ile finans teknolojisinin gelişmesi sonucunda yakın zamana kadar likid olmayan bir sermaye türü sermayenin organik kabullenilen gayrımenkulün mortgage (tutsat) ve benzeri tekniklerle ışık hızı ile menkul kıymete dönüşme özelliğini kazanmasını irdeledim.
Gayrımenkulün menkul kıymete
dönüşmesi ile birlikte sermayenin organik kompozisyonunun değişmesini ve bu
durumun planlama disiplinleri üzerindeki muhtemel etkilerini tartıştım.
4- “Kentlerimizde Çevresel Sorunlara Çözüm Ararken…Gayrımenkule Dayalı
Enstrümanlar / Gayrımenkul Değerlerin Menkul Değerlere Dönüştürülmesi ve İkincil
Piyasaların Çevreyi Koruma Amaçlı Vergilendirilmesi için Bir Model Önerisi”
adlı makalemde benzer sorunları 2005 yılında ülkemizde kurulmasına çalışılan
mortgage piyasaı yasası bağlamında tartıştım.
5-
“Nitelikli Emeğin Eğretileştirilmesi / Mimarlık Alanında Dönüşüm Vektörleri”
adlı makalemde ise refah devletini ilmik ilmik çözen neokapitalist düzen
içerisinde prekarizsyon olgusunu ve bu olgunun planlama ve mimarlık mesleği
üzerindeki izdüşümlerini tartışmaya açtım.
4.
Endüstriyel Devrim ve Mimarlık
Kriz
Yok Dönüşüm Var
Raşit
Gökçeli, Y.Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)
2018 -
2019
Gölgemiz aynaya düşmez
bizim
Ne varsa sanal imgede
var
Ön Giriş Niyetine
“Bize Ekmek yoksa size de
huzur yok”
Latin Amerika, Amerika, Avrupa
ülkeleri, Afrika, Ortadoğu ve Asya’da velhasıl gelişmiş, gelişmekte olan, ister
sıcak ister soğuk savaşta olan ister demokrasi ister otoriter rejimler altında
yönetilen tüm dünya ülkelerinde emeği ile geçinen geniş halk yığınlarının mevcut
yönetimlerden talepleri var.
Talepler sokaklarda dile
getirilmekte !
Emekçi halk yığınları daha iyi
yaşam koşulları talep ederek dünyanın belli başlı kentlerinin sokaklarını
arşınlamakta !
Emeği ile geçinen geniş halk
yığınları, eğitim, sağlık, emeklilik, yaşam kalitesi alanlarında düzenin kendilerine
sunduğundan hoşnut değil.
1970’lerden bu yana dünyada süregelen neokapitalist düzen ve küreselleşme, 2. Dünya Savaşı ertesinde kısmen ulaşılan refah devletlerini kemirerek, zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir, orta sınıf ve katmanların giderek milli gelirden daha az pay aldıkları toplumlar yarattı.
1970’lerden bu yana dünyada süregelen neokapitalist düzen ve küreselleşme, 2. Dünya Savaşı ertesinde kısmen ulaşılan refah devletlerini kemirerek, zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir, orta sınıf ve katmanların giderek milli gelirden daha az pay aldıkları toplumlar yarattı.
Sermaye değil insan odaklı
kentler, çevre dostu kentler, doğa ile bütünleşmiş kentler, insan sıcaklığı,
dost ortamlarının egemen olduğu konut alanları, kent makroformları, küresel
iklim değişikliklerine duyarlı kalkınma modelleri, cinsler arsında eşitlik, tüm
dünya halklarının belli başlı talepleri arasında yer almakta.
Bireylerin, emekçilerin
yeteneklerini geliştirmelerine olanak sağlayan iş organizasyonu, iş bölümü
(division of labour) hedefi, fordist ve post fordist istihdam biçimlerinden,
esnek istihdam koşullarından bıkan usanan geniş halk yığınlarının talepleri
arasında yer almakta.
21. yüzyıl dünyasının
kentlerinin semalarında dolaşan hayalet; “zincirlerinizden başka kaybedecek
bir şeyiniz yok” diyen 19. yüzyıl hayaletinin ruh ikizi, 21. yüzyılın hayaleti
diyor ki :
“Bize ekmek yoksa size de
huzur yok”.
Giriş niyetine
Emek – Nitelikli Emek – Yapay
Zeka ile Donanmış Nitelikli Emek
Küreselleşme ve
neokapitalizmin 1970’ler sonrasında parlayan yıldızı sadece emeği değil
nitelikli emeği de eğretileştirdi (bkz: Raşit Gökçeli,
“Nitelikli Emeğin Eğretileştirilmesi”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr. )
Neokapitalistler “tarihin
sonunu” ilan ettiler ve artık toplumsal formasyonun yegane itici gücünün
serbest pazar mekanizması olduğunu savladılar.
19. asrın ve 20. asrın
başlangıcının toplumsal mücadele
pratiği, geleneği çöpe atıldı, toplumun gelişmesi finansal çevrelerin, sermaye
çevrelerinin çok uluslu sermaye şirketlerinin borsa performanslarına
endekslendi.
Emeğin milli gelir
içerisindeki payı göreceli olarak geriler iken bu kez nitelikli emek de aynen
emek gibi toplum içerisinde irtifa kaybına uğradı.
Literatürde prekarite olarak
isimlendirilen bu süreç, nitelikli emeğin eğretileştirilmesi, uzmanlaşmış kadroların,
artmakta olan işgücü verimliliğine karşın uzmanlık ve becerilerine orantılı bir
gelir elde edememeleri ve yaşam standartlarının düşmesine yol açtı.
Neokapitalist devirde, delokalizasyon,
deregülasyon, kemer sıkma (austerity) gibi yöntemlerle sermaye, dünyanın her
yerinde toplum dokusunu ilmek ilmek çözdü. Sendikal haklar, siyasal mücadele
biçimleri giderek kapitalist toplumda etki ve işlevlerini yitirdi.
Ekonominin finanslaşması
sonucunda maddi üretim finansal işlemlerin hacmi karşısında güdük kaldı.
Finans dünyası toplumsal
yapıya, formasyona hakim oldu.
Biz plancıları ilgilendiren
bir aşama ise finans teknikleri ve dijital hesaplama yöntemlerinin giderek
güçlenen bilgisayarlar aracılığı ile gayrımenkulün ışık hızı ile menkul
değerlere dönüşmesi ve bunun sonucunda sermayenin organik yapısının değişime
uğramasıdır. (bkz.: Raşit Gökçeli, “David Harvey Üzerine Temrinler” ve
“Meslekte Dönüşüm / Mimarlar Odası Ankara Şb Yayını – dosya 07, mart 2008”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.
Plancılar olarak hem
sermayenin para – meta – para döngüsü içerisindeki dönüşümü esnasında üretimine
nitelikli emeğimiz ile katkıda bulunduğumuz gayrımenkulün menkul değerlere
dönüşmesinin anlamını kavramamız, hem de emeğin sermaye yapısındaki göreceli
değerinin azalmasından ötürü statümüzde oluşacak değişikliler ile nasıl baş
edeceğimizi düşünmemiz gerekecektir.
Nitelikli emeği tehdit eden bir
diğer sorun : Yapay Zeka
Emeğin ve nitelikli emeğin
başına gelenler sadece neokapitalizmin saldırısı ile sınırlı değil!
Turbun büyüğü heybede !
Emeğin ve özellikle nitelikli
emeğin 4. Sanayi devrimi dolayısı ile karşılaşacağı bir dizi yeni sorun gündeme
geldi.
Nitelikli emek, prekaritenin olgusu
sonucunda toplumdaki gücü ve statüsünü yitiriken bu kez yapay zekanın iş
organizayonunda getirdiği bir dizi yeni sorun ile de karşı karşıya kalmış
durumda.
4. sanayi devrimi çalışmanın,
ücretin yeni baştan tasarlanmasını gündeme getirecektir.
Yeni bir toplum, başka bir
dünyanın eşiğine adım atmış bulunmaktayız.
Birçok geleneksel meslek ve iş
gereksiz hale gelirken, nitelik gerektirmeyen el ve kafa emeği, robotlar,
bilgisayar programları ile ikame edilirken, klasik sendikal ve siyasi
örgütlenmeler 4. Sanayi devrimi dünyasının sorunlarına bambaşka taktik ve
stratejiler geliştirerek yanıt vermek zorunda kalacaklardır.
Halihazır emek, sermaye, ücret,
çalışma düzeni baştan sona değişime uğrayabilecek, vatandaşlık geliri, ya da
kamu mal ve servislerinin herkese, toplumun her kesimine, ulaşılır kılınmasını
sağlayan fiyat indirimleri bizzat mevcut düzenin iktidarları tarafından yakın
bir gelecekte uygulamaya konabilecektir.
Eski dünyanın sendika, parti
örgütleri “başka bir dünyanın mümkün” olduğunu tasarlamak, bu yeni dünyayı
kendi kitlelerine ve topluma anlatmak, yeni yaşam tarzlarını inşa etme
zorunluluğu ile karşı karşıya kalacaklardır.
Dolayısı ile genel geçer,
sistem karşıtı eleştirilerde kriz diye tanımlanan süreçler, sisteme getirilecek
basit düzeltmeler, değişmekte olan dünyayı, farklılaşan bir toplumsal yapıyı
yorumlamakta yetersiz kalmaktadır.
İçine adım attığımız yeni
sanayi 4.0 toplumlarının parametrelerini kavramamız, plancılar olarak,
değişmekte olan toplumların yeni paradigmalarını anlayacak biçimde kendimizi
yeni bilgi ve teknolojilerle donatmalıyız.
Neokapitalizme alternatif
arayışları “kriz çözme” çaba ve yaklaşımları ile değil, toplumsal formasyonu
temelden değiştirecek dönüşümler ile mümkün olacaktır.
Çözüm paradigma
değişikliklerinde ve olası, mümkün, başka bir dünya arayışlarında yatmaktadır.
Özetle 4.sanayi devrimi
dünyasında kriz yok dönüşüm vardır.
Yeni bir dünyayı, mümkün başka
bir dünyayı tasarlayabilmek ise yeni teknolojileri kavramak, 4. Sanayi Devrimi
ile gündeme gelen değişen dünyayı yorumlayabilmeyi gerektirmektedir.
Felsefe, Fen, Finans
alanlarında yaşanan keskin değişimleri kavramayı sağlayan bilgi ve teknoloji
ile donanma gereksinimi emek güçleri için de bir var olma / varoluş sorunu
haline dönüşmüştür.
İncelememizi. sanayi
devrimlerin neler oldukları ve 4. Sanayi devriminin özelliklerini açıklayarak
sürdürelim.
Dört endüstriyel devrim
Makalemizin bu bölümünde,
yaşamakta olduğumuz teknik dönüşümün yaşantımızda, yaşam çevremizde yaratmakta
olduğu, olacağı değişimler ve bu değişimlerin mimarlık ve şehircilik
disiplinlerinde oluşturacakları olasılıklı farklılıkları tartışmaya gayret
edeceğim.
4. endüstri devrimi içerisinde
olduğumuz kabul ediliyor. Sırasıyla sanayi devrimleri :
1.
endüstri devrimi buharlı makinelerin ortaya çıkışı ile toplumsal
üretimin inorganik enerjiden organik enerjiye dayanarak yapılması ile başladı.
Bu dönüşüm kırsal nüfusun
kentlere, fabrikalara göç etmesini, kentlerin merkezlerinin dünya ticareti
aracılığı ile zenginleşmesini tetikledi, merkezde zengin varsıl kesimlerin
periferide kırdan kopan yoksul proleter kitlelerin yer aldığı bir kent
makroformunu oluşturdu.
2.
endüstriyel devrim ise elektrikli aletlerin (buzdolabı, çamaşır
makinesi, bulaşık makinesi v.b) ile binek arabalarının ortaya çıkması ve
bunların doğurduğu yaşam koşullarının kısmi iyileşmesi sonucunda hem kent
makfroformunun hem konut mimarisinin değişerek, çalışan sınıfın, banliyö, uydu kentler
sanayi kentleri gibi mekanlarda yaşam sürmesi ile karakterize edildi. (Amerikan
rüyası, banliyö, uydu kentler )
3.
endüstriyel devrim ise sayısal teknolojinin üretim içerisinde yer
alması ile gündeme geldi.
Bu aşamanın kent makroformu ve
bina yapım biçimi üzerindeki bu yazıyı ilgilendiren etkisi, 2. Endüstriyel
Devrimin toplumsal izdüşümü olan refah devletinin kademe kademe ortadan
kalkması ve giderek emeğin ister niteliksiz ister nitelikli olması giderek
eğretileşmesi olmuştur. (Prekarizasyon olgusu !)
2. endüstriyel devrim kent
makroformunu etkiledi, kentler ulaşımın motorize olması sonucunda merkezi iş
alanları, sanayi, rekreasyon, konut bölgeleri birbirlerinden ayrıştı.
3.endüstriyel devrimin
kentleri çalışanlar ile varsıllaların belirli kent makroform kalıpları
içerisinde, merkez, periferi, merkezi iş bölgeleri, sanayi bölgeleri,
rekreasyon bölgeleri, eğitim, sağlık, v.b. işlevlerin akademik kurallar
çerçevesinde yer aldıkları yerleşmeler biçiminde oluşmadı.
Prekaritenin emeğin statüsünü ve
toplumsal gelirden aldığı göreceli payı kemirmesi sonucunda kentler
iççerisindeki kamusal alanlar yok olmaya ya da azalmaya ya da özelleşmeye
başladı.
Öte yandan, kent merkezleri, küreselleşmenin
ortaya çıkardığı devasa finansal olanaklar çerçevesinde kendilerine has mimari
artifaktlar içeren kült binalar yapılar içeren, dünyada o güne dek rastlanmayan
mimari ve kentsel uygulamaların alanı haline dönüştüler.
3. endüstiyel devrim ile hem
sermaye hem emek artık 1. Ve 2. Endüstriyel devrimin kısıtlarına bağlı
olmaksızın sadece sanal ortamda varolan olağanüstü finans birikimine bağlı
tamamen kaotik birer yapıya büründüler.
(Ekolojik ayak izleri bir
değil birkaç dünyayı yutacak gökdelenler, çöllerin ortasında kurulan azman rüya
kentler ).
3. endüstriyel devrim sayısal
teknolojilerin gelişmesi ve bunlara paralel olarak finans teknolojilerindeki
yenilikler sayesinde fiziki değerler ile fiktif finansal değerler arasındaki
sınırları kaldırıp her biri arasındaki geçişkenliği arttırdı.
Bunun mekansal plancılar olarak
bizi ilgilendiren kısmı, artık gayrımenkul değerlerin de finansal operasyonlar
aracılığı ile anında menkul değerlere dönüşme potansiyeline kavuşmaları oldu.
Artık gayrımenkul de aynen
menkul değerler gibi sermaye hacmını / miktarını doğrudan arttırınca kentlerin
makroformu da sermayenin gelişmesinde birincil önemde rol oynamaya başladı. (bkz. :
Raşit Gökçeli, David Harvey’in “Visualisation of Capital” i üzerine temrinler
makalesi.http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.)
Kol
emeği ve entelektüel emek arasındaki sınırlar muğlaklaşmaya yüz tutar iken bu
kez 4. Endüstriyel devrim ile birlikte yapay zeka devreye girdi.
2008
finans krizi ve giderek derinleşen ekolojik tehditlerin dünya çapında yarattığısiyasi
ve toplumsal istikrarsızlık ortamı sonucundadünya yeni arayışlara girmek
zorunda kaldı.
Bu
arayışlar 4. Endüstriyel devrimin gündeme gelmesi ile yepyeni bir boyut
kazandı.
4.
endüstriyel devrim ile ilgili ilginç bir bakış açısı : teorik fizikçiden al
haberi !
Standford
Üniversitesinden Uluslararası üne sahip teorik fizikçi Shoucheng Zhang, (Shoucheng Zhang: "Quantum Computing, AI and Blockchain:
The Future of IT" | Talks at Google - YouTube) , 4.
Endüstriyel devrim ile ilgili olarak şunları açıklıyor :
“-Artık
teorik buluşlarla bunların pratik ve uygulamada doğrulanmaları arasındaki zaman
giderek kısalmakta ve teorik buluşlar ile bunların uygulama ve pratikteki
izdüşümleri giderek artan alanlarda ve sayılarda gündeme gelmektedir.
-Sayısal
alanda, bilgisayarların mimarisi yakın zamanda değişecek, sıfır, bir, temelli (bir
bit / boolean algebra ) ve endüktif, dedüktif mantık ile çalışan
bilgisayarların yerini kuantik bit esaslı, endüktifdedüktif mantık yanısıra,
monoton olmayan abdüktif mantık esaslı bilgisayarlar alacaktır. Bu
bilgisayarların kapasiteleri ve işlem yapma becerileri şu andakilerin milyonlar
ve milyonlarca kat üzerinde olacaktır. Bu bilgisayarlara entegre edilecek olan
kuantik fizik esaslı çipler bilgisayarların hesaplama güçlerini artırmada
etkili olacaklar, ayrıca kuantik menşeli sayı dizinleri olışturma özellikleri
dolayısı ile ‘hack’ edilemeyecek algoritmalar da yaratacaklar ve dolayısı ile
tam anlamda (secure) güvenilir olacaklardır. (Unhackablechip)
-Yapay
zeka (AI) devreye girecek, güçlü algoritmalar ile şimdiye kadar çözümü zor ve
zaman alan meseleleri çözecektir.”
Yapay
zekanın (reinforcedlearning / deeplearning) derin öğrenme teknolojisi sayesinde
yeni nesil bilgisayarlarda oluşturulan algoritmalar tıptan mühendisliğe, insan
yaşamını ilgilendiren her alanda bugüne dek erişilememiş hedeflere ulaşmayı
olasılıklı hale getirecektir.
Deep
Learning, ilkesel olarak insan beyninin nöroplastisite özelliğini andıran bir
ilkeye dayanmaktadır. (Kemal Kılıç, Sabancı Üniversitesi).
İnsan
beyninin nöronları ve bu nöronları bağlayan sinapslar ağı deneysel olarak
birbirinden farklı yol ağları oluşturmaktadır.
Bir
alanda devamlı olarak tecrübe kazanılması, aslında nöronları bağlayan sinaps
ağında bazı ağların gelişmesini ve dolayısı ile tecrübe kazanılan alanda başarı
oranının artmasına sebebiyet vermektedir.
Bilgisayar
deep learning uygulamasında sayısız sayısal deneyi hesaplama gücüne dayanarak
analiz etmekte ve insan beyninin nöroplastisite özelliğine paralel bir
uygulamayı makineye yaptırmaktadır.
Shoucheng
Zhang açıklamalarına şöyle devam ediyor :
“-Blockchain
(zincirbloklar) teknolojisi 4. Endüstriyel devrim ile birlikte gündeme gelen ve
tekerleğin icadı kadar anlamlı bir diğer innovatif gelişmedir.”
Blockchain
uygulamasını kabaca şu şekilde izah edebiliriz :
Büyük
bir muhasebe defteri / defter i kebir / kalamoza defteri tahayyül edelim. Bu
defterde ister parasal olsun ister fiziksel olsun her bir girişin bilgisayar
ortamında ve bir (hush ) algoritması ile herksesin kontrol edebileceği,
görebileceği şekilde zincir bloklar ile birbiri ardınca işlendiğini varsayalım.
Bu sistem bir yandan merkezi bir otoriteyi (Merkez Bankaları gibi) gerekli
olmaktan çıkarır iken öte yandan üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmasını da
olanak dışı kılmaktadır !
Bu
sistemde parasal finansal bir tranzaksiyon ya da bir mal hareketi veya örneğin
bir tapu kaydı bir kere sisteme dahil edildiğinde üzerinde artık herhangi bir
tahrifata olanak kalmamaktadır .
Sistem
tarih boyunca mal, hizmet ve para akımında temel esas olan karşılıklı güven
ögesini matematiksel olarak sağlamaktadır !
ABD
dolarının arkasında yazılı olan “In God we Trust” (Tanrıya güveniriz),
yerini “In Mathematic we trust” (Matematiğe güveniriz) ifadesi artık
rahatlıkla yer alabilir!
Bu
sistemin en meşhur uygulamalarından biri sanal / kripto paralardır. Bunlardan
Bitcoin, ethereum, ripley arasında Bitcoin en meşhur olanıdır. SatochiNakamura
adlı (gerçek adı ve kişiliği meçhul) biri tarafından ortaya atılan bitcoin en
ünlü blockchain uygulamalarından biri olupdünya piyasalarında kendine önemli
bir yer edinmiştir.
Blockchain
teknolojisi o denli önemlidir ki klasik devletler ve dünyaca büyük uluslararası
küresel şirketler bu teknolojiyi kendi bünyeleri içerisinde uygulamayı
hedeflemektedir.
Facebook’un
Libra, (kriptopara) ve Calibra (elektronik cüzdan) uygulamasına geçmek için
Amerikan Kongre’sinden izin koparmaya çalışması blockchain teknolojisinin ne
denli önemli olduğunun bir diğer kanıtıdır.
Facebook
yetkililerine güvenmedikleri için izin vermekten kaçınan Amerikan Kongresi’ne
Facebook yetkilileri: Geç kalırsak bu teknolojiyi başkaları (Çin Kastediliyor)
bizden önce kullanıp ön alacak cevabını verdiler !
Bu
satırlar kaleme alınırken bu sefer Çin kendi kripto parasını (currency)
oluşturacağını açıkladı.
Kore
kripto paranın kullanacağı bi serbest ticaret bölgesi oluşturacağını ilan etti.
Suudiler
ise egemen fonlarındaki (sovereignfunds) değerlerin bir bölümü ile Silikon
vadisindeki şirketlere sermaye yatıraracağını bildirdi.
Sonuç
olarak ister kripto olsun ister klasik döviz birimi olsun hangi parasal birimin
dünyada hakim olacağı (parasal senyorite) ünlü antropolog David Graeber’in
“Borcun Tarihi” (An History of Debt)adlı eserinde belirttiği gibi ordusu en
güçlü devlet gücü tarafından belirlenecektir. (Kimin ordusu güçlü ise sikkeyi o
basar).
ShouchengZhang’ın
dikkat çektiği bir diğer nokta ise, blockchain teknolojisinin mal, hizmet ve
parasal akımlarda tatarflar arasında sağladığı güven unsuru dolayısı ile sistem
içerisindeki güvensizliklerden kaynaklanan unsurların yok edilmesi ile sistemin
tümünün (entropisinin) karmaşalık düzeyinin asgariye ineceğidir.
4. endüstriyel devrimin belirgin bir özelliği : sonsuz
sayıda yeni teknolojinin birlikte birarada iç içe gerçekleşmesi durumu
4.
endüstriyel devrimin belirgin bir özelliği gündeme gelen tüm teknolojilerin
birbirleri ile ilşkili bir şekilde sonsuz sayıda uygulamada
kullanılabilmeleridir.
Bu
özellik mimarlık ve şehircilik gibi mekansal disiplinler için de geçerlidir.
Belli
başlı teknolojileri sıralar isek:
-Sayısal
alandaki teknolojiler
-IoT
/ (nesnelerin interneti) Internet of Things
-nanoteknoloji
-genetik
alandaki teknolojiler
-yapay
zeka
-robotik
-finansal
enstrümanlar ile ilgili teknolojiler
Her
alanda kullanılmakta kişisel bilgisayarlar ve akıllı telefonlar ile her türlü
iletişim her türlü ortamda gerçekleştirilebilmektedir.
Sanal
gerçeklik, artırılmış gerçeklik yardımı ile (mixed reality /augmented reality)
karmaşık gerçeklik ortamları yaratılabilmektedir.
Şimdi
bu son teknolojik gelişmelerin mimarlık ve şehircilik gibi mekansal disiplinler
üzerindeki olası etkileri üzerinde duralım:
4.
Endüstriyel Devrimin Mimarlık ve Şehircilik uygulamaları üzerindeki muhtemel
etkileri ve bazı örnekler :
Konuyu
örnekler bazında açıklamakta yarar var. Ancak işe 4. Endüstriyel devrimin
getirdiği ortamın bazı temel niteliklerini tartışmakta yarar görmekteyim.
-İlk
söylenebilecek her bir endüstriyel devrimde olduğu gibi 4. Endüstriyel devrim
sürecinde de toplumsal formasyonun radikal değişimler göstereceğidir.
-Kentlerin
makroformu, tamamen farklılaşacaktır. İnsangücü, istihdam, iş organizasyonu,
ticaret, ulaşım, finans kökten farklılaşacaktır.
-4.
endüstriyel devrim sonucunda geleneksel meslekler dönüşecek, sadece insangücü
gerektiren işler yerini makine ve robotlara bırakacak insan emeği artık daha
fazla uzmanlaşma gerektiren alanlara kayacaktır. Gene çalışma zamanı azalacak,
kafa ve kol emekçileri sadece ücret almayacak ama vatandaşlık geliri de
alacaklar ya da toplum içinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı düşecektir.
-İnsan
ömrü uzayacak, insanların boş zamanları artacak, bu boş zamanlar, spor, sanat,
bilim ve rekreatif faaliyetlere yönelecek, insanların emansipasyonu yönünde
aşamalar kat edilecektir.
4.
endüstriyel devrim sonucunda toplumsal işgücü organizasyonu değişecek toplu iş
mekanları giderek nitelikli işgücü elemanlarının tek tek kendilerine özel
ayrışmış mekanlarda ve fakat ama grup ile irtibatlı bir şekilde çalışacakları
bir düzenlemeye bırakacaktır.
Konut
bölgelerinin de merkezi iş bölgesi, ticaret bölgeleri, sanayi bölgeleri ile
mekansal irtibatı farklılaşacak, iş organizasyonunun değişmesine bağlı olarak
konut bölgeleri de kent merkezinden daha uzakta periferide, daha kırsal bir
ortamda yer alabilecektir.
Konut
bölgelerinde giderek kentsel aktivitelerin dışında da permakültür, kent
bostanlarıv.b. aktiviteler yer alabilecektir. Konut / ikametgah bölgeleri
kullanıcıya daha dost, nesiller arası, birlikteliklere uygun çocuklar ile
yaşlıların da kendilerine yer bulacakları (convivial) dost ve arkadaş ortamları
içeren mekânsal düzenlemelere dönüşecektir.
Konut
bölgeleri ve genel olarak tüm yapılar enerji tüketiminin minimazisyanonuna
uygun biçimde tasarlanacaktır.
Nesnelerin
interneti (IoT) alanındaki gelişmeler, her çeşit sensor / duyargaların
gelişmesi söz konusu amaçları gerçekleştirmeyi olası ve ekonomik kılacaktır.
Ortalama
yaşam süresi uzayacak buna bağlı olarak demografik yapı, aile yapıları
değişecek, bu gelişmelerin hem kent makroformu hem yapıların tasarlanma
süreçleri üzerinde önemli değişikliklere yol açacaği görülecektir.
Üretim
ağırlıklı olarak maddi olmaktan (mal / meta) çıkarak giderek sanal biçime dönüşecektir.
Araştırma ve inovasyon maddi üretrimin yerini alacaktır.
Araştırma
ve inovasyonunyarattığı katma değer maddi üretimin yarattığı katma değerden çok
daha yüksek olacaktır.
Bu
anlamda 4. Endüstriyel devrim sonucunda toplumsal formasyonun değişeceğini
öngörebiliriz.
Nesnelerin
interneti (IoT) değişik tipteki makinelerin
belli bir amaç, program ve hedef doğrultusunda birbilerine bağımlı bir
biçimde çalışabilir duruma gelmelerini sağlayacaktır.
Söz
konusu teknolojik gelişmeler birçok uç teknolojinin birlikte birarada
uygulanması sayesinde hayata geçecek artırılmış gerçeklik (Augmentedreality),yapay
zeka, blockchain teknolojileri kompleks proje ve uygulamalar içerisinde
birarada kullanılacaktır.
Diğer
birkaç önemli boyut :
Verilerin
demokratikleştirilmesi – Veri Enfrastrüktürü – Verilerin Kamu Malı Olması (x)
(bkz .:FrancescaBria, “Rethinking Smart City)
4.
sanayi devrimi her alanda verilerin toplanmasına dayanacaktır. Güçlenen
bilgisayarlar her türlü verinin sonsuz sayıda toplanmasıbı olanaklı kılacaktır.
Bu
verilerin kullanımının herkese açık olması, erişimin demokratik ortamda
sağlanması örneğin akıllı kentlerin hedeflerinden (Barcelona örneği) biri
haline gelmiştir.
Bilgi
ve veri demokratik bir ortamda insanlığın kullanımına açık hale gelecektir.(4.sanayi
devrimi big data) .
BİG
DATA’nın sahibi kim olacak ?
Sayısal teknoloji alanında tröstleşmiş dev
şirketlerin oluşması bunların çok uluslu şirketler biçiminde tüm dünya üzerinde
egemenlik tesis etmeleri sadece bireyleri değil devletleri de rahatsız etmeye
başlamıştır. GAFA olarak tabir edilen Google, Apple, Facebook, Amazon her biri
devlet bütçelerinden büyük , milli gelirleri ile yarışan ciroları ile hem devletlerin kontrolü dışına çıkmakta hem
elde ettikleri gelirlerden vergi ödememektedirler.
Bu durum toplanan verilerin sahipliliğinin basıl
oluşacağı tartışmasını getirmiştir. (IntellectualProperty ) Fikri haklar
tartışması da bu meyanda gündeme oturmuştur.
BigData’nın kamu malı mı özel mal mı sayılacağı
tartışmaları süregelmektedir.
Birkaç Hipotez
Emeğin, nitelikli emeğin , iş organizasyonunun dönüşümünü vurucu bir biçimde
simgeleyen çarpıcı bir metafor:(el emeği,
kol emeği, niteliki emek, makine ile nitelikli emeğin simbioz halinde birarada
bulunması) :
Blockchain
teknolojisi kapsamında Bitcoin imal edenlere “madenci” adı verilmesi !
Hipotez
1 :
Artık insan ve makine bir
çeşit artırılmış gerçeklik kipinde, simbioz halinde bir ve birarada var
olacaklar.
Standford Üniversitesi’nden Douglas
Engelbartduring daha 1962 senesinde kişisel bilgisayarların emekleme
aşamasında, insan ile makinenin simbioz halinde sorunlara çözüm araması
konseptini öngörerek (AI) yapay zeka ile mimarın birlikte ve birarada
çalışabileceğini öngördü. Bu gelişmelerin mimarların mesleklerini uygulamalarında
ve mesleğin uygulanda köklü değişikliklere yol açacağını bildirdi.
Geleceğin mimarı karşılaştığı sorunu (tüm boyutları ile) çözmeye
yoğunlaşacak, çizim kısmına ise (yapay zekanın sağladığı olanaklar
sayesinde,daha az zaman ayıracaktır. (bkz.:https://archinect.com/features/article/149995618/the-architecture-of-artificial-intelligence )
Mevcut bilgisayar teknolojisinden kuantik
bilgisayarlara geçiş / Hipotez 2
Sıfır
– bir esaslı bitlere dayalı mevcut bilgisayar teknolojisi kuantik mimari (qbit)
lere dönüşünce sadece bigisayarların gücü artmayacak, bilgisayar teknolojisinin
kulandığı mantık da farklılaşacaktır.
Şu
andaki indüktif – dedüktif mantık yeri geldiğinde yerini abdüktif –
feshedilebilir monoton olmayan buğulu mantığa bırakacaktır.
Newton
fiziği ile mekanik mühendisliği arasında
nasıl bir bağlantı varsa, mantık ile yapay zeka arasında da benzer bir bağlantı
vardır. (Bkz.: Vedat Kamer, Mantık ve Yapay Zeka, Dr. Öğretim Üyesi, İstanbul
Üniversitesi Felsefe Bölümü, ODTÜ Mezunları İstanbul Derneği’nde konferans)
Akıl yürütme türleri
Formel
dedüktif mantık, informel mantık ve
yapay zekayı dikkate alarak akıl yürütme türlerini dört başılkta ele
alabiliriz. (bkz.: Vedat kamer, İbid.,
s.66)
1.dedüktif
akıl yürütme
2.endüktif
akılyürütme
3.abdüktif
akıyürütme
4.feshedilebilir
(defeasible) akıl yürütme(bkz .: Vedat
Kamer, İbid., s.66)
Sanayi
4.0 döneminin mimarlık mesleğinin uyugulanmasında yol açmakta olduğu bazı
değişiklikler
3.
endüstriyel devrim T cetveli gönye
pergel rapidoyu attı bilgisayar programlarını autocad vs benzeri teknolojileri
mimari çizim pratiğine kattı.
Bilgisayar
esaslı mimari binaların dizayn edilmesi sürecini temelden değiştirecektir.
Modellemeler
sayesinde yapılar inşa edilmeden önce statik, maliyet, işlevsellik açılarından
test edilebilecektir. (Virtüel / sanal modeller).
3D
modelleme, (SLAM / particular simultaneous localisation and mapping)
teknolojileri yapıların imalat sürecini daha ekonomik, verimli ve hızlı
kılacaktır. Bu teknolojinin yatırımcıya sağlayacağı ticari yararlar olacaktır. (bkz.:http://www.bimplus.co.uk/people/why-construction-needs-embrace-fourth-industrial-r/)
Blockchain
teknolojisi ve sistemlerde entropi minimizasyonu
Blockchain (zincirblokları)
teknolojisi nasıl finans dünyasında entropi minimizasyonuna yol açıyorsa, mekanda
da entropiyi minimize eden çözümlerin aranması gerekli olacaktır.
Kentlerde, kamusal alanın
toplam alana oranı arttığı ölçüde entropinin minimize olacağı varsayımı ile
bazı modeller kurulabilir.
Entropinin kentsel alanda
hesaplaması için : (bkz.: Orkan Güzelci, Sinan Mert Şener, A
design evaluation model for architectural competitions: Measuring entropy of
multiple factors in the case of
municipality buildings., ITU A/Z, vol 15, no. 1,)
Teknoloji, emansipasyon,
endüstriyel devrim ilişkisi
1.
Endüstriyel 2.
3. Endüstriyel 4.endüstriyel
devrim devrim devrim
X: teknoloji. Y: Artistik
yaratı; emansipasyon
Teknoloji, artistik yaratı ve
emansipasyon arasında 2. Ve 3. Endüstriyel devrimde azalan artistik yaratı ve
emansipasyonun (fordist ve post fordist üretim teknikleri sonucu) 4. Sanayi
devrimi toplumlarında yeniden yükselişe geçeceği varsayılabilir. (rg)
Dönüşümün
ana parametreleri ve sonuç
(Reçete
: F FFyz)
Bu bölümde, yapay zeka (AI)
alanındaki gelişmeler ve 4. Sanayi devrimi karşısında sıra kölesi değil total plancı olmayı amaçlayan plancıların ne tür
displinleri öğrenmek zorunda oldukları
konusundaki fikirlerimi paylaşacağım.
Brinci
F : Felsefe
Kuşkusuz 4. Sanayi devrimi
süreci içerisinde yer alan total / bütünlüklü plancı sıra kölesi olamak için
felsefenin ipine sarılmak zorundadır.
Felsefe, teknolojinin insanı
başkalaştırdığını bize öğretir.
Platon / Eflatun bundan 2500
yıl önce yazı unsurunun insan beyninin bir protezi olduğu savını öne sürdü (bkz.:
Tacettin Ertuğrul, IDEA, Kadıköy konuşması).
Prometeus efsanesi teknoloji
peşindeki, ateşi tanrılardan alıp insanlara sunan insanın dramını anlatır.
Demek ki insan bilginin
kendisi ile kaybolmaması, ve doğaya egemen olma çabası süreci içerisinde ilk
kez yazıyı bulmuş sonra asırlar boyunca teknolojiyi geliştirerek doğaya hakim
olma sürecini dijital teknoloji devrimine, yapay zekaya kadar vardırmıştır.
4. sanayi devriminde artık
insan zekası ile makine yapay zekasının bir ve birarada bir simbioz içerisinde
birlikte çalışması evresine girildi.
Tıpkı artırılmış gerçeklik
gibi ya da egzoiskeletler gibi insan uzviyetinin beyni de yapay zekanın (deep learning)
derin öğrenme teknikleri ve kendi metabolizmasının nöroplastisite özelliği
dolayısı ile hibrid ve eskisinden daha performanslı zeka biçimlerine
kavuşacaktır.
Platon unutma karşısında
yazının bir ilaç (farmakon) görevi gördüğünü savlamıştı (Tacettin
Ertuğrul, İbid.,). Yapay zeka insan zekasının gücünü artırarak ve
belki de sonsuza dek silinmemesini sağlayarak çağlar boyunca oluşan bilimsel
birikimi bir zirveye taşıyacaktır.
DNA’ların genomu çıkartıldığı
gibi beynin de “connectum” unu elde etme çabalarına nörobilimciler tarafından
şimdiden girişilmiştir.
Böylesi bir teknolojinin
felsefi bir erek (telos) olmaksızın anlamlı bir çıkışa yönelmesi mümkün olamaz.
Makine ile insan zekasının
simbioz içerisindeki varlığı her bir birey, her bir hibrid zeka için de tek ve
benzersiz (unique) olacaktır.
Bir anlamda 19. yüzyılın
insanının emansipasyonunu savlayan, emansipasyon teorisi, 21. Yüzyılın hibrid
zekaları için de geçerli olacaktır. İnsan ve makinenin oluşturacakları her bir
hibrid zeka da emansipe, tek ve benzersiz (unique) olacaktır. (Kurtzweil)
Felsefi yaklaşımlara bir örnek
olarak yapıların ekolojik ayak izlerini asgariye indirmek, kentlerde kamusal
alanların kullanımını maksimize etmek, dar gelirli grruplara yönelik konut inşa
etmek, sistem içerisindeki entropiyi minimize etmeye yönelik her türlü uygulama
gösterilebilir.
İkinci
F : Fen
Fen branşları, mimar ve
plancıların an itibarı ile en fazla donanımlı oldukları alandır.
Yapı fiziğinden, statiğe,
malzeme bilgisinden çizim tekniklerine hesaplama yöntemlerinden çeşitli
mühendislik alanlarına kadar akla gelen her türlü teknik ve bilgi.
Bunlara nanoteknolojideki
gelişmeleri eklemek gerekecektir.
Dijital alandaki olağanüstü
gelişmeler ile yapı inşaat alanındaki teknolojik gelişmelerin bir ve birarada
gerçekleşmesi bugüne dek kimsenin tasavvur edemediği arkitektonik uygulamalrın mimarlık
alanında boy göstermesini olanaklı kıldı.
Üçüncü
F: Finans
Finans alanındaki teknolojik gelişmeleri
kavramadan modern dünyayı, modern kenti kavramak olası değildir.
Gayrımenkulün
menkul kıymete dönüşmesi
Dijital ve finans
teknolojilerindeki gelişmeler öncesinde gayrımenku llikid olma özelliğine sahip
değildi dolayısı ile sermayeye dahil edilmesi teknik zorluklar içermekte idi.
(amortisman hesapları, vs.)
Oysa mortgage (tutsat)
teknikleri ile gayrımenkul ışık hızı ile menkul değere dönüşebildi.
Bu durum bir yandan sermayenin
organik yapısını değiştirir iken (Fiks/sabit sermaye – değişken sermaye oranını
değiştirerek) öte yandan ülke ekonomilerinde önemli servet artışlarına yol
açtı. (bkz.: Raşit Gökçeli,
“David Harvey Üzerine Temrinler” ve “Meslekte Dönüşüm / Mimarlar Odası Ankara
Şb Yayını – dosya 07, mart 2008”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.
Para-Meta-Para döngüsü içerisinde
kent makroformuna bağlı olarak oluşan sermayenin yeniden beslenmesi
Sermaye dönüşüm içerisindeki değer olarak para-meta-para döngüsü
içerisinde sürekli olarak artar iken artış mekanizmasını harekete getiren
mekanizmalardan biri kentsel rant olmaktadır.
Kentsel rant, doğrudan kamusal yatırımlar ya da özel sektör yatırımları
sonucunda oluşsun plancıyı, nitelikli emek mensubu olarak rantı oluşturan
ögelerden biri olarak ilgilendirir.
Plancı ya da mimar kentsel yapıyı oluşturan binaların sadece fiziksel
özellikleri konusunda değil, finansal özellikleri alanında da bilgi sahibi
olmalıdır.(bkz.: Raşit Gökçeli, “David Harvey Üzerine
Temrinler” ve “Meslekte Dönüşüm / Mimarlar Odası Ankara Şb Yayını – dosya 07,
mart 2008”,http://rasitgokceli.blogspot.com.tr içinde.
Reçetenin son bölümü : yz (AI) / Yapay Zeka
Felsefe, fen, finans konularını bütünlüklü bir biçimde ele alma
konusunda tüm bilimsel disiplinlerde olduğu gibi kullanılacak teknikler
arasında yapay zeka giderek daha fazla önem kazanacaktır.
Plancı ya da mimar çözmekle yükümlü olduğu bina, kent parçası ile ilgili
analizlerini yürütürken, elindeki konu ile ilgili hipotezlerini saptayıp, izleyeceği
teknikleri seçip uygulayacağı model ile ilgili gerekli algoritmaları oluşturur
iken artık giderek dijital teknoloji ve yapay zekadan yararlanacaktır.
Aynen bir doktorun teşhiste bulunur iken yapay zeka modellerini
kulandığı gibi.
Yapay zeka nöroplastısite özelliği (deep learning / derin öğrenme)
dolayısı ile giderek araştırılan konu hakkında eldeki sonsuza yakın veriyi
inceleyip muhtemel sonuç ve önerileri kullanıcısına sunacaktır. Kullanıcıya ise
vardığı senteze uygun öneriyi seçmek kalacaktır.
Epilog
Globalleşme ve neokapitalizm sonrasında refah devletlerinin giderek
zemin yitirdiklerine kamusal alanın yerini özel alana bıraktığına,
delokalizasyon, deregülasyon ve kemer sıkma politikaları (Austerity) sonucunda
emek ve özellikle nitelikli emeğin eğretileştiğine (prekarizasyon),
değinmiştim.
Bütün bunlara ek olarak 4. Sanayi devrimi ile birlikte nitelikli emeğin birçok işlevini gerçekleştiren yapay zekanın devreye girmesi söz konusu tabloya hangi yenilikleri getirecektir ?
Bütün bunlara ek olarak 4. Sanayi devrimi ile birlikte nitelikli emeğin birçok işlevini gerçekleştiren yapay zekanın devreye girmesi söz konusu tabloya hangi yenilikleri getirecektir ?
Nitelikli emeğin geleceği bireyin formasyonuna ve sentez becerisine
bağlı olarak kişiye özel olarak farklılaşacaktır.
Felsefe, fen, finans alanlarında donanımlı , yapay zeka sayesinde
gelişen teknolojileri kendi disiplin alanlarında kullanabilenler kazançlı
çıkacaklar, diğerleri iş organizasyonu içerisinde irtifa kaybına
uğrayacaklardır.
Sanayi 4.0’ın yapı taşları
Bir analoji yapmak gerekirse, Felsefe, fen, finans, ve yapay zeka
(FFFyz) ‘yi DNA’nın yapı taşlarına benzetebiliriz (TCGA) .
Söz konusu ögeleri manalı bir sekans içerisinde bir genom dizisi
(string) halinde kullanabilecek olan nitelikli emek erbabı, bunları kendi
disiplinlerinde bunları algoritmalara, uygulamalara dönüştüreceklerdir.
4. sanayi devrimi toplumları bireyin emansipe olmaya yüz tuttuğu,
ekolojik ayak izi sıfıra yaklaşan, hür ve eşitlikçi toplumlar olacaktır.
Felsefe, Fen, finans, yapay zeka (FFFyz) yapı taşlarından oluşan sonsuz
sayıdaki dizini (string) kendilerine özgü koşullara bağlı olarak hayata
geçirebileceklerdir.
Bu satırları salt bir teknoloji
yüceltmesi olarak algılamamak gerekir. Teknoloji, en üst aşamada da olsa
felsefi temellere dayanmadan bie mana ifade etmez. (FFFyz) yapı taşları
analojisinde vurgulamak istediğim nokta en üst teknoloji ile klasik beşeri
ilimler (felsefe) arasındaki bütünlüklü diyalektik ilişkidir.
Son olarak, sanayi 5.0 olarak tanımlanan , “teknolojinin toplumlar
tarafından bir tehdit değil, bir yardımcı olarak algılanması” gerektiği
yaklaşımı önem kazanmaktadır.(bkz.: Esra Kent, Siemens A.S. ChiefSustainabilityofficer,
Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0’a, Türkiye’nin endüstri 4.0 platformu içerisinde)
Son Söz
Sanayi 4.0 ile içine girdiğimiz dönemi bir kriz değil DÖNÜŞÜM aşaması olarak kavramak
gerekmektedir.
David Harvey Üzerine
Temrinler
Raşit
Gökçeli, Yüksek Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)
Temmuz
2017
Giriş
Harvey’in Kentsel Toplumsal
Hareketleri ele alan seçkisi “Asi Şehirler / Şehir Hakkından Kentsel Devrime
Doğru” kitabı Ayşe Deniz Temiz’in sunuşu ve onun çevirisi ile Metis
Yayınları’ndan 2013 yılında yayımlandı.
Kitap, Ayşe Deniz Temiz’in
nitelikli ve yetkin bir sunuşunu, önsöz adına Henri Lefebvre’in Vizyonu adlı
“Şehir Hakkını” irdeleyen, Kentsel Toplumsal hareketler ile ilgili vizyoner bir
makalesini ve bizzat Harvey’in New Left Review, Socialist Register,
dergilerindeki dört yazısı ve Nobel ödüllü Elinor Olstrom’un Radical History
Review 2011 tarihli dergisinin 109. Sayısında yayımlanan
“The Future of Commons” (Ortak / Kamusal Alanların Geleceği) adlı makalesini irdeleyen bir beşinci yazı
(kitapta 3. Bölüm) içermekte.
Harvey, Tüm dünyada tanınan
saygın bir kent kuramcısı. Coğrafya kökenli oluşu biraz sonra değineceğim
olağanüstü sentezlere varması için bir dayanak noktası oluşturmuş.
Özellikle ülkemizde de son
yıllarda Kentsel mücadeleler, gerek ekolojik alanda gerekse düpedüz “Gezi”
olayları gibi kent merkezlerinde kitleselleşmiş hareketler dolayısı ile
gündemin ön sıralarını oluşturdu.
Kişisel olarak ben de ODTÜ’de
1970’lı yılların ortasında “Kentsel Toplumsal Hareketler” adı altında bir ders
sunmaya çalışmış idim. Gene o tarihlerde 1977 ve 1978 yıllarında TMMOB Mimarlar
Odası saymanı ve sekreter yardımcısı olduğum sıralarda “Yerel Yönetimlerde
Emekçi Sınıf ve Tabakaların Yönetime Ağırlık koymasının” yollarını araştıran
iki seminer tertiplediğimizi de anımsıyorum.
Sonraları 1970’lerden itibaren
neoliberalizm dünya üzerinde hakimiyet tesis ederek refah devletlerini giderek
yok etti. Toplumsal eşitsizlikler kent ölçeğinde giderek belirginleşti. Kamusal
alanın giderek yok edilmesi ile toplumlar içerisindeki zengin fakir ayrımı
keskinleşti.
Neoliberalizmin finansal mekanizmaları sonucunda ortaya çıkan işsizlik, iş organizasyonu bünyesindeki emeği ve giderek nitelikli emeği prekarite içine sürükledi. Kent makroformu üzerinde ranta dönük manipülasyonlar neticesinde mutenalaşma (gentrification) sonucunda, kentin merkezindeki ve değerli arsalarındaki ranta dönük arsa ve bölgelerde zenginlere dönük kullanım biçimleri oluştu. Orta sınıflar ve eski kent sakinleri kent merkezindeki prestijli alanlardan sürüldüler. Çalışanların konut, eğitim, sağlık, kültür alanlarında giderek daha az pay almaları yaşam hakkının esasını oluşturan temel hizmetlerin paralı hale getirilmesi kent içerisinde yeni gerilim ve mücadele alanları oluşturdu. Dünyanın çeşitli yerlerinde ve özellikle kentsel mekanlarda her biri kendine özgü mücadele alanları ve yöntemleri neoliberalizmin hüküm sürdüğü kent merkezlerinde ortaya çıkmaya başladı.
Neoliberalizmin finansal mekanizmaları sonucunda ortaya çıkan işsizlik, iş organizasyonu bünyesindeki emeği ve giderek nitelikli emeği prekarite içine sürükledi. Kent makroformu üzerinde ranta dönük manipülasyonlar neticesinde mutenalaşma (gentrification) sonucunda, kentin merkezindeki ve değerli arsalarındaki ranta dönük arsa ve bölgelerde zenginlere dönük kullanım biçimleri oluştu. Orta sınıflar ve eski kent sakinleri kent merkezindeki prestijli alanlardan sürüldüler. Çalışanların konut, eğitim, sağlık, kültür alanlarında giderek daha az pay almaları yaşam hakkının esasını oluşturan temel hizmetlerin paralı hale getirilmesi kent içerisinde yeni gerilim ve mücadele alanları oluşturdu. Dünyanın çeşitli yerlerinde ve özellikle kentsel mekanlarda her biri kendine özgü mücadele alanları ve yöntemleri neoliberalizmin hüküm sürdüğü kent merkezlerinde ortaya çıkmaya başladı.
“Asi Şehirler” kitabında yer
alan Harvey’in makaleleri bu mücadeleleri ele alıyor. Harvey, kentsel
mücadeleler kapsamında kent hakkı için harcanan çabalar ile klasik sol
mücadele arasındaki farklılıklar
üzerinde duruyor, sadece işçi – işveren çelişkisi değil tüketim alanında da
oluşan çelişkilerin (satıcı – alıcı çelişkisi gibi ), önemine değiniyor.
Bu konuda mevcut kuramları
irdelediği gibi kendisi de önerilerde bulunuyor.
Harvey’in
Teorik Bakış Açısı
Harvey’in teorik bakış açısını
anlamadan kentsel mücadele ve şehir hakkı üzerinde yazdıklarını tam anlamı ile
kavramak olanaksızdır.
Harvey “visualisation of
capital” (kapitali ete kemiğe büründürmek olarak çevireceğim. rg) adlı
olağanüstü sunuşunda Marks’ın Kapital’inin özellikle birinci ve ikinci
ciltlerine göndermede bulunarak sermayenin kapitalist sistem içerisindeki
döngüsünü izah ediyor.
Bu izahat sonucunda da kentsel
mücadele, şehir hakkı gibi kavramları, bunların içeriklerini açıklıyor. Sermayenin yapısını, bir anlamda
ayrıntılı bir analize tabi tutuyor, günümüz
finansal tekniklerinin sermaye yapısı ile münasebetlerini irdeleyerek günümüz
kentini ve toplumunu anlamamızı sağlıyor.
Harvey’e
Göre Sermayeyi (Capital) Ete Kemiğe Büründürmek
Aşağıdaki döngülerin şemaları
Harvey’in ocak 2017’de Oxford Üniversitesi, Coğrafya ve Çevre Fakültesinde
verdiği konferansın You Tube üzerindeki kopyasıdır:
Şimdi bu şemalara bakarak
Harvey’in Kapital’in birinci ve ikinci ciltlerine göndermede bulunarak sermaye
döngülerini ne şekilde yorumladığını özetleyerek aktarmaya gayret edeceğim.
Hidrolojik döngü
Sermaye döngüsü (spiral)
ingilizce
Sermaye döngüsü (spiral ) türkçe
İlk şema klasik bir hidrolik
döngüyü göstermekte. Dünyada suyun yerden denize akması buharlaşma vs yollarla
gökyüzüne çıkması, tekrar yağmur v.b. yollarla yere inmesini gösteren USGS (ABD
Jeolojik Araştırma Enstitüsünün ) bir yayını. Harvey burada döngünün jeolojik
zaman içerisinde değişse de kısa zaman içerisinde sabit olduğunu bir sene
önceki doğa olaylarının aşağı yukarı bir sonraki sene de aynen tekrarlanacağını
ifade ediyor.
İkinci şema da bir döngüyü
imliyor. Ancak bu döngü sabit değildir ! Sermayenin sürekli olarak artık değer
ve rant dolayısı ile hacimsel olarak arttığını ve artmak zorunda olduğunu bize
belirtiyor.
Buradaki döngü artık basit bir
döngü değil bir hortum misali spiral bir biçimde ve oylum kazanarak büyüyen
helezoni bir yapıdır !
Harvey’e göre sermayenin
döngüsü sabit ve dairesel değil spiral helezoni ve hortum misali oylum ve hacim
kazanarak süregiden ve ancak krizlerle
sekteye uğrayabilecek kendi içinde canavarlaşan bir yapıdır !
Harvey’in
Sermaye Şemasının Bazı Ayrıntıları
İlk aşama:
İlk altı çizilecek husus
Marks’ın sermayeyi hareket ve dönüşüm
içerisindeki değer olarak kavramsallaştırmasıdır. Yani değer sermaye
döngüsü içerisindeki konumuna bağlı olarak para da olabilir meta da olabilir !
Harvey’in şemasında en altta parasal sermayeyi görrmekteyiz.
Para emek gücünü, üretim
araçlarını ve altyapı ögelerini satın alır. Emek mevcut olup sermaye tarafından
satın alınabilmektedir. Ve üretim süreci içerisinde meta oluşmakta metanın
pazar ekonomisi içerisinde tedavül etmesinin koşulları oluşmaktadır. Değer
başta para biçiminde iken meta biçimine dönüşüyor. (Harvey burada suyun buhara
dönüşmesi analojisini kullanıyor).
Ancak daha önce belirtildiği
gibi hidrolojik döngü oylum kazanmaz iken kapitalist döngü artık değer rant ve
finans teknikleri sayesinde devamlı olarak oylum ve hacim kazanıyor.
Bu aşamada değer emek ve meta
içerisinde yer alarak dönüşmekte metamorfoza / dönüşüme uğramaktadır.
Artık bu aşamada değer ve meta
üretimi içerisinde artık değeri de içermektedir !
Bilinen Para – Meta – Para
formülü, sermayenin hareket-dönüşüm içerisinde değer olmasını ifade etmektedir.
Burada artık değer de meta üretimi ile birlikte gerçekleşmiş olmaktadır
(KIRMIZI KUTU : 1) (Harvey’in anlatımında Türkçe şema içerisindeki
kırmızı kutu ve çizgilere ağırlık vermekteyim.rg)
İkinci aşama:
Değerin para biçiminde
gerçekleşmesi için ise; (KIRMIZI KUTU : 2) metaların pazar içerisinde ihtiyaç
ve isteklerle (insan-tüketicilerin) uyum içerisinde bulunmaları gerekecektir.
Pazar mekanizması ancak bu koşulla işler.
Harvey’e göre bu ihtiyaç ve
istekler bir adım ötede kentlerin makroformunu belirler !
Üçüncü aşama:
Harvey’in şemasında sağda yer
alan dağıtım (KIRMIZI KUTU : 3) artık paranın dağıtımı, döngünün üçüncü ayağını
oluşturmaktadır.
-ücretler
-vergiler
-sanayi karı (industrial profit)
-ticaret karı
Merchant profit)
-rant
-faiz
Ögelerinden oluşan artık para yeniden sermayeye dönüşmek
üzere döndüğünde finans teknikleri ile
rant-faiz-temettü yaratan
sermayeye dönüşmektedir.
Değerlerin
akımının zamanlaması (temporality sorunu) ve kredi finans teknikleri ile
bağlantısı
Sermaye döngüsünün önemli bir
özelliği ise (temporality) / üretim
tüketim ve dağıtım zamanlamalarındaki uyumsuzluklar ve bunların giderilmesidir.
Üretimin çeşitli ögeleri ve
aşamaları değişik uzunluktaki zaman dilimleri içerisinde cereyan eder. Bu
durumda aynen mühendislikteki (critical path method / yöntemindeki zamanlama
gibi) finansal teknikler kullanılır. Sermayedarın üretimin değişik aşamalarında
–üretimin başlangıcı ile satış arasında- yeterli parasal kaynakları bulması
için kredi ve daha sonraları ileri finans teknikleri kullanılır !
Bu teknikler sermayenin
dolaylı yolla artmasını sağladığı için önem arz etmektedir.
Çünkü kredi ve banka
borçlanmaları finansal teknikler ile sermayenin artık değer yanısıra faiz, rant
ve temettü dolayısı ile katlanarak artmasına yol açar.
Mortgage ve seküritizasyon
teknikleri bunlar arasındadır. Kapitalist sistem içerisinde önem arzeden
mortgage sistemi, zaman içerisinde ülke gayrisafi milli hasılalarının % 40’ına hatta
daha da yüksek oranlara varacak miktarlara ulaşmıştır.
Herhangi bir borcu ikincil
piyasada hisse senedi haline dönüştürme yöntemine seküritizasyon denir.
Özellikle emlak edinme
alanında mortgage konusunda oluşan borçlar finans sistemi tarafından üstelik
kaldıraç teknikleri de kullanılarak yani bire on, yüz, bin çoğaltılarak dünya
finans piyasasına sürülmüştür. Zamanla borçluların borçlarını ödeyemez duruma
düşmesi sonucunda toksik hale gelen bu ayıplı hisse senetleri, emeklilik, sigorta
fonları, borsa simsarlarının oluşturdukları fonlar, devletlerin egemen fonları
tarafından alınmış örneğin meşhur 2008 Wall Street finans krizi, İspanyada v.b.
ülkelerdeki krizler ortaya çıkmıştır.
Neokapitalizmin nesiller
arasındaki paylaşıma dayanan emeklilik sistemi yerine kapitalizasyona dayalı
emeklilik sistemi ve buna bağlı fonlar oluşturması da söz konusu krizleri
tetiklemiştir.
Neticede krizler devletlerin
batık banka ve finans şirketlerini kurtarması ile bir kez daha çalışanların
sırtına yüklenmiştir.
Rant yaratan sermaye söz
konusu kredi ve hisse senetlerine dönüştürülen borçlar sayesinde kapitalist
sitemin çarkını döndürmüştür.
Bu borçlar çoğunlukla
kentleşme alanındaki konut v.b yatırımlara verildiği için kentlerin makroformu
da sitem tarafından birebir etkilenmektedir.
İnsan
Sermayesinin Sürekli Artan Niteliğinden
Ötürü Oluşan Dışsallıklar
Şemanın sol tarafında ise
insan emeğinin ve niteliğinin kapitalistin hiçbir dahli olmadığı halde
gelişmesine bağlı olarak oluşan dışsallıklar yer almaktadır.
Ortalama eğitimin artması,
nitelik kazanması toplum içerisinde eş uyumlu davranış biçimlerinin gelişmesi,
emekçinin kültürel birikiminin yükselmesi bunlar arasındadır.
Sistem
Enerjisinin Kaynakları
Harvey’e göre sistemin enerji
kaynakları:
1-Girişimci: Para ile sistem
spiralinin start almasını sağlar döngü sonunda para ve yine para biçiminde
artık değer oluşur.
Değerin yaratılması için hem
meta hem talep gereklidir. Talep yani ihtiyaç ve istek mevcut değil ise
üretilen meta değer kazanmaz . Değerin oluşması için pazarın, emeğin ya da burjuvazinin
talebinin oluşması gerekir. Bu koşullar bir arada buluşmaz ise kriz oluşur zira
değer oluşmamış olur.
2-Değerin para biçiminde
oluşması sistemin içindeki kritik anlardan biridir. (KUTU : 2) Üretilen metanın
bir toplumsal talebinin oluşturulması gerekir. Bazan ücretler düşük kalır talep
oluşmaz . Bu durumda devletin suni talep yaratmak için devreye girmesi
gerekebilir. (Keynes modeli. Devletin büyük altyapı yatırımları oluşturarak
talebi canlandırması; ya da savaş ekonomisi. rg)
3-Dağıtım mekanizması da
sisteme enerji sağlar. Dağıtım finansal sistem marifeti ile güç kazanır ve
oluşur. (Kredi, finans mekanizmaları).
Kredi ve finans sistemleri
borç ve parayı yaratır. Dağıtım sistemi mekanizması içerisinde rant yaratan
sermaye (interest bearing capital) çok önemlidir ve sistem içerisindeki artık
değerin, artık likiditenin, finans sistemi içerisinde oylumlanmasını sağlar. Bir
anlamda büyüyen spiralin motorudurlar.
Dağıtım sisteminde rant
yaratan sermaye olarak dönen para üretime değil hisse senetleri v.b. gelir
getiren diğer finans enstrümanlarına de dönebilir.
Bu durum eninde sonunda hortum
biçiminde oylumlanan spiral döngünün kontroldan çıkması ile finans krizleri
oluşturabilir.
Harvey’e göre Kapital’in
birinci cildi analizin basite indirgenmesi uğruna değerin para biçiminde (value
in money form) gerçekleşmesi üzerine
yoğunlaşır, dağıtım süreci ile ilgilenmez. Ancak Harvey, Marks’ın sermayeyi
bütünselliği içerisinde kavramanın da gerekliliğinden diğer eserlerinde söz ettiğinin
de altını çizer.!
Harvey’in
işaret ettiği diğer bir önemli husus: işçi – patron çelişkisi yanısıra alıcı –
satıcı çelişkisi
Harvey’in, klasik örgütlenme
biçimlerinin yanı sıra şehir hakkı, kentsel toplumsal hareketler, kamusal
alanın yeni baştan halkın yüzde doksan dokuzu tarafından temellük edilmesi,
kent içindeki özel mücadele alanları yaratılması gerekliliği açısından öne
sürdüğü savlardan birisi de işçi – patron çelişkisi yanı sıra modern
toplumlarda satıcı – alıcı çelişkisinin de göreceli olarak daha fazla önem
kazanmasıdır.
Son teknolojik gelişmeler ışığında yapay zeka ve otomasyonun önem kazanması, delokalizasyon gibi süreçler sonucunda birçok sanayi dalının merkez ülkelerden periferi ülkelerine kayması neticesinde klasik proleteryanın göreceli ağırlığını yitirmesi sonucunda işçi patron çelişkisinin yanısıra alıcı satıcı çelişkisi göreceli ağırlık kazandığı iddiasını öne sürer Harvey.
Son teknolojik gelişmeler ışığında yapay zeka ve otomasyonun önem kazanması, delokalizasyon gibi süreçler sonucunda birçok sanayi dalının merkez ülkelerden periferi ülkelerine kayması neticesinde klasik proleteryanın göreceli ağırlığını yitirmesi sonucunda işçi patron çelişkisinin yanısıra alıcı satıcı çelişkisi göreceli ağırlık kazandığı iddiasını öne sürer Harvey.
Örnek olarak jenerik ilaçlar
ile patentli ilaçlar arasındaki astronomik farka işaret eder. Harvey, hiçbir
patron işçi ilişkisinde ulaşılamayacak haksız kazançların alıcı satıcı
ilişkisinde var olabileceğinin, yaratılabileceğinin altını çizer.
Harvey’in
şeması ile ilgili birkaç eklenti
Harvey’in özellikle dağıtım
mekanizmasını irdeler iken, dağıtım mekanizmasının bizzatihi sistemin enerji
kaynaklarından biri olduğunu belirtmesi, artık değerin para biçiminde iken rant
yaratan sermaye biçiminde sistemi yeniden beslemesi (spiral döngü) önemli bir tespit
oluşturmaktadır.
Dağıtımdan üretime sonra rant ve temettüye dönük sermaye döngüsü
içerisinde gerçekleşen pratikte gayrımenkul projeleri modern kent dinamiğini
harekete geçirmiş ve hem kent makroformunu hem de sermayenin spiral gelişimini
tetiklemiştir.
Gayrımenkul yatırımları
Harvey’e göre kapitalist sistemin enerji kaynaklarından birini oluşturmaktadır.
Hem üreticilerin hem tüketicilerin aynı kapitalist finans kurumları tarafından
kredilendirmelerinin altında yatan mantık budur Harvey’e göre.
Sermayenin
Organik Bileşimi Üzerindeki Etki
Kanaatimce gayrımenkul ile
ilgili olarak gelişen mortgage (tutsat) sistemi
sermayenin organik bileşimi üzerinde de etkiler yaratmıştır.
Gayrımenkul satışlarından
oluşan banka borçları mortgage yolu ile
banka ve finans kuruluşları tarafından ikincil piyasada likiditeye
dönüştürülerek, hisse senedi ya da farklı finans enstrümanları olarak ikincil
piyasada, emekli, sigorta fonlar, devlet egemen fonlarına satıldı. Bunlar
kaldıraç efekti ile başlangıç değerlerinden
onlarca yüzlerce kez büyüklükte olarak finans piyasalarına enjekte edildi.
Bu durumda sermayenin sabit
kısmı değişken kısmına göre dolaylı olarak büyüdü. Tabiri caiz ise sermaye yeni
yapısı ile bir kolu yere değen diğer kolu güdük kalan bir biçime dönüştü.
Sabit sermaye makine , üretim
araçları için kullanılan ve amortismana tabi her türlü girdiyi, değişken sermaye ise emek gücünün değerini
ifade eder.
Gayrımenkul yeni finans
teknikleri ile ışık hızı ile menkul değere dönüşünce (seküritizasyon v.b.
yöntemler aracılığı ile) Harvey’in şeması içinde rant yaratan artık sermaye
miktarı da çoğalacaktır. En azından sermayenin sabit kısmı gayrımenkulun
likiditeye dönüşme özelliğinden ötürü finans teknikleri yolu ile olağanüstü
büyüyecektir.
Hipotezler
:
-gayrımenkul fixed cost / sabit paha içine;
a)
amortisman
b)kira
yoluyla girer.
-gayrımenkulün ışık hızı ile menkul değere yani likiditeye dönüşmesi;
a)David
Harvey şeması içinde (interest bearing /
surplus capital) rant yaratan sermaye hacmini arttırır
b) söz
konusu rant yaratan sermayenin akımını hızlandırır
c)kaldıraç
(leverage) etkisi ile artan (surplus), artık kapital hacmi, katlanarak büyür ve finans
sistemi içerisinde ranta dönük (emekli, sigorta, devlet egemen (sovereign)
fonları besler.
d)Söz
konusu finans kredi mekanizmaları sistem içindeki (temporality) zamanlama
uyumsuzlukları sorunlarını bir ölçüde halleder !!! yani üretim ile tüketim üretim sürecinde
satın alma ödeme arasındaki zaman uyumsuzlukları KREDİ sistemi ve finansal enstrümanlar ile
çözüme kavuşturulur.
e)Sermayenin
sabit kısmı finans teknikleri ile geliştirilince, sistem borç verecek kredi verecek potansiyele
ulaşır. Banka finans kuruluşu sisteme para kredi enjekte eder, ayrıca artık
sermayenin bir bölümü de sermayedara üretim sürecine tekrar sokulmaksızın
temettü ve gelir sağlar.
Sonuç
Harvey’in “visualisation of
capital” Kapital’i ete kemiğe büründürme şeması bize hem Kapital’i anlamak için
hem de yeni gelişmekte olan kentsel toplumsal hareketleri, şehir hakkını, kentsel
devrim modelllerini kavramak için bir maymuncuk anahtarı sunuyor.
Sermayenin hareket ve dönüşüm
içerisindeki bir değer olduğu; Meta üretimi – değerin para biçiminde
gerçekleşmesi ve dağıtım döngüsü kavrandıktan sonra ve bu döngünün spiral bir
biçimde bir hortum misali oylumlanarak süregiden başlangıcı sonuç sonucu
başlangıç olan mütemadi bir süreç olduğu anlaşıldıktan sonra artık atılacak
kavramsal adım, bu sürecin kentsel toplumsal hareketler bağlamında yorumlanması
olacaktır.
19. asır, yirminci asır ve
yirmibirinci asırda vukubulan ve tüm dünyaya yayılan kentleşme sürecinin
özellikle kentlerde neden olduğu gelir eşitsizlikleri kapitalist düzen
içerisindeki toplumsal eşitsizliklerin yorumu, sermayenin niteliği, özellikle
gayrımenkul sermayenin likiditeye ışık hızı ile dönüşerek kent makroformunu
etkileyen sermaye hareketlerini nasıl tetiklediği, hepsi Harvey’in bize sunduğu
maymuncuk anahtarı ile çözülebilir.
“Asi Şehirler / şehir Hakkından Kentsel devrime Doğru”
kitabı söz konusu maymuncuk anahtarı ile kentlere dair çeşitli oluşumları,
mücadeleleri yorumluyor, yeni açılımlar sunmaya gayret ediyor.
Beş bölümden oluşan kitapta
Harvey’in çeşitli dergilerde yayımlanan makaleleri yer almakta.
Bunlar : Kent Hakkı / Finans Krizinin Kentsel Kökenleri / Ortak
Alanların (kamusal alanların rg.) Geleceği / Rant Sanatı : Küreselleşme,
Kültürel Üretim ve Monopol/ Finansal Krizin kentsel Kökenleri : Kentin
antikapitalist mücadelede Devreye Sokulması’dır.
Kent ile kentleşme ile
ilgilenenlerin yararlanacağı birçok örnek olay yer almakta seçkide.
Konuya ilgi duyanların yaralanması menfaatleri icabı olacaktır.
Gayrımenkulün
Menkule Dönüşmesi Süreci
Raşit Gökçeli, Y.
Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)
2007
10.3.2007 tarihli, MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ YAYIN
KOMİSYONU YUVARLAK MASA TOPLANTISI “MESLEKTE DÖNÜŞÜM” toplantısındaki Raşit
Gökçeli sunuşu.
(Katılanlar : Prof Dr. Abdi Güzer, Kadri Atabaş, Tonguç
Akış, Raşit Gökçeli)
RAŞİT GÖKÇELİ- Ben, aslında yazılı bir metin de hazırladım;
ama yazılı metni okumayacağım. Zaten sayısal ortamda mevcut o.
Küreselleşme
Şimdi, hadiseye nereden başlayacağım diye baktığımda bir
tuhaf oluyorum; sanki bir körün fili bir yerinden tutmaya çalışması gibi bir
olay. Belki şöyle başlamak mümkün olabilir: Plancılar olarak yahut mimarlar
olarak, fiziki birtakım çevrelerle uğraşan kişiler olarak bizim içinde
bulunduğumuz somut durum ne?
Çünkü en azından kendi görebildiğim bir kısmından başlamak
istiyorum. O kısım da şu: Bir, genel olarak şu anda yaşadığımız küreselleşme
hadisesi, ki 30 senedir dünyada çok fazla başat hale geldi ve artık tekrar o
cycle’ın, yani o döngüsel durumunun biraz üst noktasından geçtik gibime geliyor.
Burada önemli olan nedir; önemli olan şu: Fiziki üretim ile finansal üretim arasında bir ölçeksizlik husule geldi, ortaya çıktı. Yani çok kısa bir dönem içerisinde, fiziki olarak dünyada üretilen değerler ile finans dünyasındaki bu transaction’lardan ötürü dönen hacim arasında inanılmaz bir dengesizlik oluştu ve bu, son birkaç sene içinde giderek artan biçimde devam ediyor. Bu, önemli; bunu fiziki meseleye de bağlayacağım.
Burada önemli olan nedir; önemli olan şu: Fiziki üretim ile finansal üretim arasında bir ölçeksizlik husule geldi, ortaya çıktı. Yani çok kısa bir dönem içerisinde, fiziki olarak dünyada üretilen değerler ile finans dünyasındaki bu transaction’lardan ötürü dönen hacim arasında inanılmaz bir dengesizlik oluştu ve bu, son birkaç sene içinde giderek artan biçimde devam ediyor. Bu, önemli; bunu fiziki meseleye de bağlayacağım.
Bu, neden oldu; şundan oldu: Finans kapital, giderek daha
fazla gelir elde etmeye çalışıyor, hisse senetleri daha fazla kazanç sağlasın
diye bakılıyor. Mesela, dünyada, kimi rakamlara göre, günde 1.5 trilyon dolara,
kimi rakamlara göre bu 6 trilyon dolara kadar ulaşan bir günlük transaction
hacmi var. Bunu fiziki üretimle falan mukayese etmek mümkün değil ve bu olgu
ekonominin normal işleyişini çarpıtmaya başladı. Bu durum eleştirildi. Kimler
tarafından; küreselleşme karşıtı hareketler tarafından. İlk nasıl çıktı bu; Attac
hareketi çıktı, finansal hareketler üzerinden bir vergi alınması kavramı “Tobin
Tax” olarak bilinen Tobin adlı iktisatçının fikrinden yola çıkılarak önerildi;
vatandaşlar için, söz konusu finansal transaction’lar üzerinden bir vergi
alınması fikri öncelikle ortaya çıktı. Ama bu hareket, giderek bir nebula gibi
gelişiyor; bütün toplum alanlarında, bütün katmanlarda, çok değişik
sektörlerde, değişik muhalefet grupları bu alana giriyor. Ekolojistler giriyor,
etnisite giriyor, işgücü meseleleri giriyor, yani her çeşit konu giriyor. Dünya
ölçeğinde bir çeşit “gökkuşağı” muhalefetinden söz edilmekte.
Bu bağlamda tekrar yeni yeni kavramlar gelişiyor. Mesela,
hisse senetleri üzerinden alınacak olan vergilerle ilgili, buradaki kazançların
limite edilmesi, belli bir noktada dondurulmasıyla ilgili kavramlar gündeme
geliyor. Share holded limited operated marjing gibi kavramlar gündeme geliyor.
Bunlar önemli. Neden mi? Çünkü küreselleşme karşıtı Dünya Sosyal Forumu örneği
hareketlerin güçlü bir fikirsel muhalefet odağı oluştuğu ve artık kriz döneminde
girmiş bulunan neoliberalizmi fikri
açıdan sıkıştırdığı somut ve hayata dair alanlarda, halk katılımını içeren
alternatifler ortaya çıkardığı için önemli.
Mimarlık ve planlama –
Gayrımenkulün Menkul hale gelebilmesi
Peki, biz nerede duruyoruz bu olayda; mimarlar nerede,
plancılar nerede duruyor?
Burada, benim gördüğüm olgu ve yapılabilecek ikinci bir
önemli saptama şu: Tabii, biz, şehir plancıları ve mimarlar olarak, daha çok,
inşa edilen bir çevre üzerinde, gayrimenkulle ilgili disiplinleriz. Halbuki, unsur,
gayrimenkul unsuru şu ana kadar çok likid değildi. Yani likiditeye dönüşmesinde
bazı hem kavramsal, hem teknik zorluklar vardı. Halbuki, bu yeni gelişen
teknikler, bir yandan sibernetik teknikler, bir yandan son birkaç on senelerdir
gelişen mortgage uygulamaları, teknikleri şunu getiriyor ortaya: Bu gayrimenkul
unsurunu kolaylıkla likid hale getirebiliyorsunuz.
Bütün bu mortgage ( tutsat )meselesine -mortgage’ı bir örnek
olarak veriyorum- baktığınızda, mortgage’ın temelinde, bu inşa edilen gayrimenkuller
-bu, konut olabilir, başka şey olabilir, ticari şeyler de olabilir- bir çeşit
likiditeye dönüyor. Ne yapıyorsunuz; bankalar bir borç veriyor, o borcun
karşılığında, hisse senetleri anlamında, borsada, ikinci piyasada tedavül
edilebilen birtakım değerler elde ediliyor. Seküritizasyon teknikleri ile. Bu,
o kadar hızlı ve ilginç bir şekilde gelişiyor ki, bunlar, o mortgage
uygulamalarının yer aldığı başat kapitalist ekonomilere baktığınızda, Gayri
Safi Milli Hasılanın neredeyse yüzde 40’ına, eşit hacimler ortaya çıkarıyor.
Yani milli servetin büyümesinde gayrımenkul da aktif olarak ve likid bir
biçimde rol oynuyor.
Yani şimdiye kadar, biz, gayrimenkulü bir sermaye biçimi
olarak ortaya koymakta güçlük çekerken, şimdi öylesi bir güçlük çekmiyorsunuz. Gayrimenkul,
ışık hızıyla likid hale dönüşüyor.
Likit hale dönüştüğü zaman, aynen herhangi bir finans enstrümanı gibi piyasada
tedavül ediliyor. Bence bu, son onyılların bizim disiplinleri ilgilendiren
önemli bir değişim özelliği. Elbette bu olgunun bizim disiplin üzerine etkilerine
tekrar gelmek gerekecek.
İnşa ettiğiniz mekânın orada veya burada olması önemli
değil, 100 katlı olması veya 1 katlı olması önemli değil; onun ne şekilde
likiditeye dönüşmüş olduğu önemli. Çok, çok ilginç bir durum.
Nitelikli emek olarak
mimarlık
Bu olguya bakmak gerekiyor, daha sonra, bir de, “Mimarlar,
şehir plancıları olarak disiplin mensupları olarak bizzat bizim başımıza ne
geldi?” diye bakmamız lazım. Biz, mimarlar, plancılar aslında ne tür bir işgücüyüz?
işgücümüz nitelikli bir emek. Tamam, yaptığımız işin sanat yönü, var, onu da
tartışacağım; ama sonuçta bizim işgücümüz nitelikli bir emek. Nitelikli emeğin
başına ne geldi? Bir kere, genel olarak emeğin başına ne geldi? Küreselleşme hadisesi
içerisinde emeğin başına neler getirdi? deregülasyon getirdi, delokalizasyon getirdi,
bir de emeğin fleksibl esnek hale gelmesi, iş organizasyonlarının esnek hale
gelmesi olguları yaşandı. Post-fordizmin unsurları bunlar, neticede, emek,
genel olarak, prekarious dediğimiz bir hale dönüştü, yani eğreti bir duruma
düştü. “Bu eğretilik bizde ne kadar var, ne kadar yok?” meselesine bakmamız
lazım.
Nitelikli emek. Nitelikli emeğin iki yönü var. Bir, öyle bir
nitelikli emek var ki, bütün bu hadiselerden çok fazla etkilenmiyor. Diyelim ki
Bill Gates; onun çok fazla etkilendiği söylenemez, hatta dünyanın en büyük
servetine konmuş adam. Yine birtakım uç teknolojilerinde üretim yapan beyin
gücü bundan belki çok fazla etkilenmiyor. Tabii, bunların nerede yer alacağı
konusu biraz karmaşık; o spesifik grubun özgül bilinci her bir özel durum için
farklı olabilmekte. Ancak yine de nitelikli emeğin çok daha önemli bir bölümü
eğretileşme olgusuna tabi ve onun kötü sonuçlarına katlanmak durumunda.
“Bu eğretileşme ne şekilde somutlaşıyor ” diye baktığımızda;
artık fili bir tarafından tutmaya çalıştığımızda, hangi noktaları
yakalayabileceğimi düşündüğümde, ilk olarak sürekli mesleki gelişim meselesi, “continuous
professional formation” olgusu bana ilginç gelmekte.
Bakınız mimarın konumu eskisi gibi değil. Şu mimarlık
hadisesine bir bakın. 1920’lerde Sanayi-i Nefise açıldı, şimdiki Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi. O zamanki bir mimar nasıl bir kişi idi;
kalemine hakim bir adamdı, çizdi mi her yerden ses getiriyordu; yani bir
Kuran’ı neredeyse bir yaprağa sığdıracak kadar kalem virtüyozu, güzel resimler çizen
biri idi. Bu yetenekli kişi 50 sene boyunca mesleğini bu tür melekeleriyle
yürüttü. Çok da yetenekli insanlardı, müthiş yapılar inşa ediyorlardı. Ama
şimdi durum farklılaştı. Şimdi, bir mimardan, bir plancıdan sadece yetenek ve
ustalık istenmiyor ki; yeni mimarda sayısal ve sözel birtakım başka beceriler aranılıyor
hatta isteniliyor. İsterse en güzel resimleri çizimleri yapsın, daha değişik
beklentileri mevcut işverenlerin yani sermayenin. Mimardan, “project manager”,
proje yöneticisi olması isteniyor; her gün değişik bir bilgisayar programını
kullanması isteniyor. Dün, Auto-Cad kullanması isteniyordu, bugün Rewit ve
benzeri programlar kullanması, Primavera vesaire kullanması isteniyor.
Bu noktada bu gelişmelere bağlı olarak da, sürekli mesleki
gelişim kavramı gündeme geliyor.
Tabii bu sürekli mesleki gelişimin klasik bir geçmişi de
mevcut. Eskiden de gelen bir geleneği var. Yani klasik mimarlık loncalarının
veyahut mimarlık odalarının hizmeti topluma tam ve mükemmel olarak sunmayı
taahhüt etme, buna karşılık kamudan yetki elde etmeleri olgusu. Sayın Umut
İnan’ın bu konuları ilk olarak bizlere açtığı zamanları, 1992 yılları idi, hatırlıyorum.
Sürekli Mesleki Gelişimin klasik boyutu da önemli. Ancak mimarın dönüşümü,
nitelikli emek olarak kendisinden beklenen yeni işlevler de bir o denli önemli.
Sürekli Mesleki Gelişim olgusunda nelerin üzerinde
duracağız; bunu araştırmamız lazım. Önümüze gelen bu meselelerin ne kadarı bu
klasik formasyondan kaynaklanıyor? Bunu irdelememiz gerekmekte. Hakikaten epey etkilenmiştim sayın Umut
İnan’ın ortaya koyduğu sorunsaldan. Umut
İnan benim gözümü açtı. Umut İnan 1992’de geldi ve bize şunu sordu: “Mimarlar
Odası olarak ne yapıyorsunuz burada? Sendika mısınız? Yoksa topluma, kamu
yararına bir hizmet mi sunuyorsunuz?” diye sordu. Ben, o zaman, bu sorunun cevabını
bulabilmek için günlerce uyuyamadım. Benim bulabildiğim cevap da şuydu: Biz,
ikisiyiz de. Çünkü biz, yapı denetimi yaparak bu toplumda inşa edilen yapıların
sağlıklı şekilde imal edilmesi için gerekli nitelikli emeği garanti ediyoruz; Yani
toplum ve kamu yararına işlev görmekteyiz.
Ama mesleki sorumluluk sigortası meselelerinin de üzerine
giderek ki aslında sendikal bir işlevi de görüyoruz.
Yani her iki işlevi de birlikte Meslek Odası olarak birlikte
ve bir arada yürütüyoruz.
Mesleki Sorumluluk
Sigortası
Mesleki Sorumluluk Sigortası şu anda bence Odanın üzerine
gitmesi gereken kritik noktalardan bir tanesidir. Mesleki Denetim sorunun çözüm anahtarıdır.
Dünya uygulamalarında önemli bir yeri mevcuttur.
Böylesi bir perspektif içerisinde nitelikli emeğin durumu
kendi meslek özelliğimiz içerisinde anlam kazanabilir ve sürekli mesleki
gelişim ile bir bütünsellik içerisinde sağlıklı bir şekilde irdelenebilir.
Tartıştığımız meselenin çıkış yolu da böylesi bir sentetik
bakış açısı içerisinde aranmalıdır.
İşte parametreleri bir yandan nitelikli emeğin eğretileşmesi
diğer yandan sürekli mesleki gelişime olan
bir analiz mimarlığın dönüşümünü irdelememizi olası kılar.
Tam bu noktada sürekli mesleki gelişimle ilgili bir tehlikeye
de işaret etmek gerekmekte: Türkiye dönüşürken, son birkaç sene içinde, süratle
bir klasik ulus-devlet modelinden belki biraz daha değişik, neo-kapitalist bir
modele doğru yol alırken birçok yapıyı yönetişim ilkelerine göre yeniden organize
ediyoruz. Bir düşünün, Kamu İhale Kanununu, bütün bu kanunları, ulusal mesleki
yeterlilik kurumlarını bir akla getirin: Ortaya çıkan birtakım yeni kurumlar
göreceksiniz. Bu kurumların kuruluş ilkelerine bakınız: Yasalarla kurulan bu
kurumların yönetim kurullarını falan incelediğinizde bir “governance” yönetişim
ilkesi ile karşılaşacaksınız.
Dolayısıyla, ne tür değişimler ile karşı karşıyayız; bizim
Oda olarak karşı karşıya geldiğimiz ilginç noktalardan bir tanesi söz konusu bu
alanlarda.
Biz, Oda olarak eski yapı ile eski örgütlenme biçimi ile, eski,
geleneksel mesleki denetim işlevlerini yürüterek devam edebilecek miyiz?
Şimdiye kadar meslek alanının inhisarında olduğunu
varsaydığımız birçok edim artık mültidisipliner ve artık sadece mimarların yer
almadığı, hatta mimarların bir bakıma içerisinde marjinal bir konumda
kaldıkları bir ortam bir sektörel uygulama söz konusu.
İki tane örnek.
Diyelim ki, birincisi şu anda çok revaçta olan gayrimenkul değerlendirme eksperliği.
.
Odamız bu alanda bir kurs açtı ve kurs en çok rağbet gören
kurs oldu. Çünkü çok önemli; Mortgage Yasası çıktı, bu konuda inanılmaz bir iş
alanı açılacak. Bunlara bir bakın, pratikte durum ne oluyor; bu alanın bir meslek
odası, Değerleme Uzmanları Odası, kuruluyor. Aynı şekilde, yapı denetiminde
daha başlamadı bu, ama gündeme gelmek üzere. Peki, o durumda, bizim bu sürekli
mesleki eğitim nasıl olacak; yani biz nerelerde olacağız? Odamız bu gelişmelerin
neresinde kalacak? Bizim bildiğimiz klasik, oda tipi örgütlenmeleri mi devam
edecek? Yoksa başka türlü, yeni ekonomik
düzene uyan daha değişik Meslek Birlikleri formuna mı geçeceğiz?
Alternatif mesleki
örgütlenme biçimleri
Biz, şimdiye kadar ne yaptık; odalarda örgütlenip faaliyet
yürüttük. İnşaat Mühendisleri Odası, Makine Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası
vesaire. Şimdi böyle değil ki. Diyelim ki çok büyük bir iş alanı açacak olan
gayrimenkul değerlendirme veya yarın öbür gün iş güvenliği, öbür gün yapı
denetimi, başka gün başka alanlarda da benzerleri çıkacak bunların. Öyle kurumsal
yapılar karşımıza çıkacak ki, bunlar “governnance” yönetişim tipi yapılar
biçiminde, bu mantık, bakış ve politik kurgu ile dizayn edilmiş yasalarla
önümüze gelecekler. Bu politik kurguyla ilintili daha kompozit, değişik meslek
kuruluşları ortaya çıkacak. Bunun da farkına varmamız lazım diyorum.
Sunduğum yazı bu sorunları ele almakta.
Sanki mimarlar için, tanrı bir daha ölüyor.
Bu böyle olunca, “Biz ne yapacağız?” diye baktığımızda, bir
başka perspektif daha dikkatimi çekiyor. Bütün bunları bir an için bir kenara
koyalım. Bu “yeni durumu” araştırmamız lazım; hakikaten, biz bu yeni dünyada
nerede duruyoruz? Konumumuzu irdeler iken meslek politikamızı duruşumuzu,
toplumsal dayanak noktalarımızı belki de ittifaklarımızı yeni baştan
tasarlamamız lazım.
Hep düşündüğüm bir şey var: Mesela, neden Sınır Tanımayan
Doktorlar var, neden Sınır Tanımayan Gazeteciler var; fakat neden Sınır
Tanımayan Mimarlar yok?
Sınır ötesinden sorunlar bir heyüla gibi üzerimize geliyor;
GATS yoluyla, sınır tanımayanlar geliyor bu tarafa da, onu tartışmıyorum. Demek
istediğim, demin sözünü ettiğim, dünyadaki bu küreselleşme karşıtı harekete mimarlar
neden eklemlenemiyor? Çünkü tartışmamız gereken çok önemli bir nokta, nitelikli
emeğin eğretileşmesi ve bu noktada bizim nerede duracağımız meselesi. Ancak bu
noktanın bağlantıları ortaya konulursa…
Meslek Odası olarak
mimarlar olarak nerede duracağız?
Tabii, bir başka dünya da var, belki onun da farkına varmak
lazım. Bizim Mimarlar Odası tarihinde de bir dönemde böylesi arayışlar oldu. 1971’den
sonra böyle bir paradigma arayışı yaşandı. Meslek Odası sosyal meselelerle
biraz ilgilenir gibi oldu. Belki biraz naif biçimde ilgilendi. Belki de değil. Ama ben, Umut İnan’ın 1992 yılında ortaya
koyduğu sorunsaldan sonra, Meslek Odası’nın sorunlara en azından meslekli
alandaki kimi sorunlara biraz naif bir biçimde yaklaşmış olduğunu düşünmeye
başladım. Yani o zaman, Umut İnan’ın sorduğu o sorulara cevap vermeye çalışırken
aklım başıma gelmeye başladı.
Bir de şu da var: Sistemin dışına çıkmak mümkün değil.
Bugün, dünyayı bir çeşit gecekondular gezeni olarak tanımlayan bir görüş var.
Müthiş bir eşitsizlik hüküm sürüyor neokapitalist, küreselleşmiş dünyada. Yoksulların
oluşturduğu, yüzlerce kilometre boyunca uzayan giden bölgeler, devasa
metropolitan alanlar, yokluk bölgeleri var. Bunlarla ilgili neler yapılabilir;
ona da bakmamız lazım. Mimarlar Odası Türkiye Seksyonu olarak hazırlanmakta
olduğumuz Torino 2008’le UİA Genel Kurulu ile ilgili bir yazı yazmıştım, orada
önerdiğim şeylerden bir tanesi, bizim bu konularda yeni bir şeyler önermemiz
gerektiğiydi. Yani küresel fakirleşme ile ilgili ne düşünüyoruz; bunu ortaya
koymamız lazım. Bizim, nitelikli emeğin bir grubu olarak, nitelikli bir emek
grubu olarak nereye bağlıysak, hangi kuruma bağlıysak -bugün Mimarlar Odasına,
yarın hiç tahmin etmediğiniz başka bir meslek grubuna bağlı bulabiliriz
kendimizi- dünyadaki bu muhalif harekete nasıl eklemleneceğiz; onu bulmamız
lazım. Çünkü dünyanın bu neo-kapitalist salınımının artık tam devam edemeyeceğini,
küreselleşme karşıtı yeni bir hareketin ortaya çıkmakta olduğunu düşünüyorum.
Dünya, yeni baştan, “Çok çeşitli kısıtlar dolayısıyla,
ekolojik kısıtlar, enerji kısıtları, finansal kaos tehlikeleri karşısında ne
yapabiliriz?” diye tekrar ciddi olarak düşünmeye başlıyor. Azmanlaşmış finans
hareket ve uygulamaları, “Carry trade” ler, “hedge fon”lar, söz konusu finans
pratiklerinin oluşturduğu toplumsal çalkantılar, bunlara bağlı olarak,
bildiğimiz bütün sosyal düzenin, 1945’ten sonra ortaya çıkan sosyal düzenin dekonstrüksiyona
uğraması, sosyal şantiyelerin dekonstrüksiyonundan söz ediyor muhalif akımlar. İnsanların
emekli olma meseleleri, emeklilik fonlarının nasıl yönetileceği vesaire.
Tüm bu gelişmeler
bizi meslek alanımızda doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor. Çünkü insanlar
ne yapıyor; insanlar konut alıyorlar, şehir oluşturuyorlar, bir şehir
içerisinde yaşamaya çalışıyorlar.
Kimileri orada prestij bölgeleri inşa ediyor, kimileri zengin mahalleleri inşa ediyor, kimileri büyük müzeler inşa ediyor. Bütün bunlar olurken kentler değişiyor kentsel dönüşümler gerçekleşiyor, mutenalaşma hareketleri oluyor. Bir patırtı gürültü var. Yani o şehir dediğimiz yer, yapılı çevremiz öyle asude ve dingin bir yer değil.
Kimileri orada prestij bölgeleri inşa ediyor, kimileri zengin mahalleleri inşa ediyor, kimileri büyük müzeler inşa ediyor. Bütün bunlar olurken kentler değişiyor kentsel dönüşümler gerçekleşiyor, mutenalaşma hareketleri oluyor. Bir patırtı gürültü var. Yani o şehir dediğimiz yer, yapılı çevremiz öyle asude ve dingin bir yer değil.
Nitelikli emek olarak yani mimar ve plancılar olarak konum
belirlememiz gerekirse politik tercihler, mesleki de olsalar, gündeme gelmek
zorunda.
Sermaye ne yapıyor; getirisini maksimize etmeye çalışıyor.
Yani siz, gidip, son derece başarılı bir yenilenme hareketi, son derece
başarılı bir restorasyon hareketi yapmaya kalkışsanız belki sermayenin işine
gelmeyecek. Çünkü sermaye, neticede bunu piyasada, borsada tedavül eden
tahvillere dönüştürmeyecek mi; dönüştürecek.
Bunun için de, ACE’nin, UIA’nın yaptığı birtakım çabalar
var. Ama bunların ne kadarı politik çevreler tarafından gerçek anlamda
dinleniliyor, dinlenilmiyor; o tartışma konusu. Bunun karşılığını da söylemek
lazım; UIA ve ACE, kendi ana stratejisini çizmesi gerekirken, belki ağırlıkla bir
Lizbon Stratejisini değil de, çok daha anlamlı, daha sosyal bir strateji
etrafında bir tercih yapması gerekiyor, onları düşünmesi gerekiyor. Şimdi,
dünyada bunlar tartışılıyor. 1945’ten sonra kurulan bütün bu kurumların, IMF,
Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, vesaire, bütün bunların nasıl bu hale
geldiği tartışılıyor. Mesela, Gallbraight’in önerdiği bir Dünya Ticaret Örgütü
var ki, hiç böyle değilmiş, son derece daha mantıklıymış. Sonradan, soğuk savaş
çıkınca, olaylar öbür tarafa kaymış, birdenbire dönmüş.
Bunlara ilişkin de hem felsefi, hem sosyal birtakım
düşünceler üretmek lazım diye düşünüyorum. Ama tabii, bunların izdüşümleri
içerisinde, biz, meslekte ne yapacağız, sürekli mesleki gelişimi ne yapacağız,
diplomalarımızı nasıl savunacağız; onları da düşünmemiz lazım. Ben, academia’nıın
da diplomalarını yeterince savunmadığını düşünüyorum, o konuda yanlış yaptığını
düşünüyorum.
YÖK, diplomaları geçersiz kıldı. Buna karşı yeterli direnç gösterilmiyor
diye düşünüyorum ve bunun acısını çekeceğiz diye düşünüyorum. Çünkü 100 bin
dolara, 150 bin dolara verilen özel okul diplomalarının dünya piyasalarında ne
kadar “competitive” rekabetçi olacağından pek o kadar emin değilim. İşin erbabı,
herhalde bunları 5-10 sene sonra tartışacak, onları göreceğiz. Ama bu anlamda,
kamusal alan, kamusala dönüş, korumacılığa dönüş gibi birtakım kavramları yeni
baştan irdelememiz gerekecek diye düşünüyorum.
Bu aşamada insanın kafası hakikaten karışıyor. Tabii, orada
da çok ayrı bir tartışma var, “STK mı, hükümet dışı örgüt mü?” tartışması. O apayrı bir tartışma, ona şimdi
burada girmeyelim. Yani bu nasıl olacak, bilemiyoruz; ama bir şeyler var,
etkiler var. Nerede görüyorsunuz bunu; en azından ekolojik çıkışlarda, Kyoto
meselelerinde, şurada, burada…
Arkalarında bir
devlet yok, arkasında bir süper güç yok, ama o fikri hareketler o kadar güçlü
gelişiyor ki, ister istemez, politikacılar bunlardan kaçamıyorlar. En azından
seçim dönemlerinde kaçmıyorlarmış gibi görünmeyi yeğliyorlarlar.
Dolayısıyla, bence, meslek grubu olarak durumumuz muallakta.
Eğer bu gelişmeleri çok iyi kavrayamazsak, bunlara ilişkin çok teknik bazı tedbirler alamazsak -ki alınacak tedbirler var- alanımızı başkalarına kaptırabiliriz. Bir bakarız ki, Mimarlar Odası yok, mesela, Gayrimenkul Eksperleri Odası var veyahut başka bir şey var. Ulusal Mesleki Yeterlilik Kurumu gibi kurumlar var, biz yokuz. Eğer kafi derecede uyanmazsak başımıza bunlar gelebilir. Yani bizim mimar olmamız, mimarlığın en yüce meslek olması, iç mimarların alt disiplin olması, şehircilerin alt disiplin olarak algılanmaları gibi hurafelerle avunacağımıza, esas tehlikelere bakalım. Sürekli mesleki gelişimi nasıl ele alacağımıza, bu mesleki uygulamayla ilgili işlevsel, asli fonksiyonlarımızı nasıl reforme edeceğimize falan hep birlikte bakmak durumundayız. Tüm mimarlık kuruluşları olarak hep birlikte.
Eğer bu gelişmeleri çok iyi kavrayamazsak, bunlara ilişkin çok teknik bazı tedbirler alamazsak -ki alınacak tedbirler var- alanımızı başkalarına kaptırabiliriz. Bir bakarız ki, Mimarlar Odası yok, mesela, Gayrimenkul Eksperleri Odası var veyahut başka bir şey var. Ulusal Mesleki Yeterlilik Kurumu gibi kurumlar var, biz yokuz. Eğer kafi derecede uyanmazsak başımıza bunlar gelebilir. Yani bizim mimar olmamız, mimarlığın en yüce meslek olması, iç mimarların alt disiplin olması, şehircilerin alt disiplin olarak algılanmaları gibi hurafelerle avunacağımıza, esas tehlikelere bakalım. Sürekli mesleki gelişimi nasıl ele alacağımıza, bu mesleki uygulamayla ilgili işlevsel, asli fonksiyonlarımızı nasıl reforme edeceğimize falan hep birlikte bakmak durumundayız. Tüm mimarlık kuruluşları olarak hep birlikte.
Ülkemizde mimarlık böylesine bir görüntü çiziyor. Tamam,
birkaç fakültede, çok başarılı işler yapan, çok becerikli insanlar olabilir.
Dünyadaki en yüksek ayarda uzman yetiştiren insanlar olabilir. Ama bu, toplam içinde
ne kadar?
Meslekteki başarılı istisnalar genel resmin belirleyicisi
değil gibime geliyor. Olmadığı da şuradan belli: Bütün bu insanların varlığına
rağmen, etkili olamıyoruz. Türkiye'de çok kabiliyetli, çok müthiş mimarlar yok
mu; var. Ama yatırımcı pozisyonundaki karar verici gidiyor, Sabancı veya Koç
Müzesi’nin karşısında bina yaptırırken yabancı mimar arayışına girebiliyor.
Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar
Gayrımenkul Değerlerin Menkul Değerlere Dönüştürülmesi
ve
İkincil Piyasaların Çevreyi Koruma Amaçlı
Vergilendirilmesi için Bir Model Önerisi
Raşit
Gökçeli, Y. Bölge Plancısı, mimar
haziran
2005
Giriş
Dünya’da
Değişen bir dünya’da maddi
ve manevi nirengi noktaları ortadan kalkmaktadır. Aydınlanma ve modernleşmenin
dünyası boşlukta. Bildiğimiz felsefi, sosyolojik, ekonomik paradigmalar terk
edilmekte. Kendimizi ve sosyal ilintilerimizi yitirmenin eşiğinde bulunuyoruz.
Ulus, parti, sınıf, iş organizasyonu, mesleki beceri gibi kategoriler yok
olmaya yüz tutuyor. Finansal sermayenin küresel imparatorluğu, neocon düşünce
mihrakları, yeni küresel imparatorluğun Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası,
İMF, gibi kuruluşları, Yeni ekonomik ve ticari bölgeler, GATS, TRIPS gibi
merkez ve çevre ülkelerinin nerede ise tümünü bağlayan antlaşmalar,
deregülasyon (kuralsızlaşma) / (kuralsızlaşmanın kurallaşması) uygulamaları
insanlığı şimdiye kadar karşı karşıya kalmadığı bir düzenin cenderesi içerisine
almakta.
Bu düzen yalnızca ekonomik
ve sosyal kuralları koymakla yetinmemekte. İnsanın kendisini de dönüştürerek
“yeni bir insan tipi”, yaratmayı amaçlamakta. Dayanışma, sosyal eşitlik, fırsat
eşitliği kültür, kültürel ve çevresel miras gibi değerler yok sayılmakta.
Bireyci rekabetçi atomize parçacıklardan oluşan sosyal boyutu sıfıra, tüketici boyutu sonsuza teğet androidler’den
oluşan bir toplumun temelleri atılmakta.
Küreselleşen dünyamızda
merkez ya da çevrede olmanız da söz konusu değişmeden nasibinizi almayı
engellememekte. Elbette merkez ülkeleri – çevre ülkeleri; kuzey – güney ikilemi
süregelmekle birlikte merkezde bir fakir ya da çevrede globalleşmenin bir ajanı
olarak bir varlıklı olmanız söz konusu. Dahası Çevre’de olup da ulus devletten
çok finans imparatorluğuna bağlı bir metropol kent tanımlamak, böylesi bir
kavramı tasavvur etmek olası.
Çevre ve Kent bu değişmenin neresinde ?
Dünyamızı oluşturan yüz
milyonlarca yıl oluşturan jeolojik ekolojik çevresel dengeler son iki yüz yıl
içerisinde inanılmaz bir hızla bozuldu. Dünyamız, finans imparatorluğu’nun akıl
almaz bencil ve ufuk yoksunu politikaları yüzünden ekolojik bir felaketin
eşiğinde. Biyosferin tahribi, küresel ısınma, canlı varlık çeşitliliğinin
tehlikeye düşmesi, ormanların, kullanılabilir su kaynaklarının kirlenmesi ve
yok edilmesi, GDO’ların gelişigüzel kullanılması, enerji kaynaklarının
tüketilmesi, dönüşebilir enerji kaynaklarına çok uluslu şirketlerin kısa vadeli
çıkarları uğruna yeterince süratle geçilmemesi insanlığın geleceğini tehlikeye
atmış durumda.
İnsanlığın yerleşim
alanları da bu dönüşümden nasibini almış durumda. Geleneksel insan yerleşimleri
son iki yüzyılda kırsal olmaktan çıkarak kentsel olmaya başladı. Ayrıca kırsal
alanlar da geleneksel tarımdan “agro industrial” ziraat işletmelerine geçiş
süreci içerisinde farklılaştı.
Sonuç olarak insan
yerleşimleri ister kentsel ister kırsal olsun çevresel sakıncalar içeren
sistemlere dönüştü. İnsanlar enerji tüketimini maksimize eden mal, hizmet,
sermaye akımlarını en üst düzeye çıkarmayı amaçlar iken çevresel ve ekolojik kısıtları göz ardı etti.
Elimizde tahrip edilmiş yaşam çevreleri, ıslah edilmeye, yenilenmeye ve belki de
yeni baştan kurulmaya inşa edilmeye muhtaç insan yerleşimleri kaldı.
Önümüzdeki yüzyılın en
önemli sorunu bir yandan 10 milyara varacak ve o noktada bir doyum noktasına
varacağı umulan insan nüfusunu doyurmak, barındırmak, iş bulmak bir yandan bu
amaçları sağlayabilecek enerji, kent, ve ekonomik planları oluşturabilecek
siyasi ve sosyal sistemleri kurabilmek olacaktır.
Öte yandan küreselleşen dünyada
sermayenin ve çok uluslu şirketlerin oluşturduğu sistem, getirdiği sömürü
düzeni dolayısı ile dünya çapında eleştirilere uğramaktadır.
Davos’ta toplanan “Dünya Ekonomik
Forumu” küreselleşen sermayenin sorunlarını tartışır iken alternatif bir
muhalefet odağı “Dünya Sosyal Forumu”, “gezegenimiz satılık bir ticari mal
değildir” ve “başka bir dünya mümkündür” sloganları altında Sao Paulo’da toplanmıştır.
Fikirsel öncülüğü Yurttaşların
Desteklenmesi İçin Finansal sermayenin vergilendirilmesi (ATTAC) grubu tarafından
yapılan bu hareket kısa zamanda dünya ölçüsünde bir muhalefeti kapsayan ve çok
değişik alanları içeren bir fikir tankı niteliğini almıştır.
Alternatif Dünya hareketinin
mesleğimizi ilgilendiren önemli temalarından biri küresel iklim değişikliği ve
su ile enerji kaynaklarının tükenmesi ile ilgili olanlarıdır.
Enerji ve su tüketimini yirminci
yüzyıldan çok farklı bir biçimde tasarlamak zorunda olacak olan bir dünya
düzeni kapıdadır. Pahalı su ve enerji kaynaklarını kısıtlı olarak kullanmak
zorunda kalacak olan ekonomilerin yapacakları tercihler yapı üretiminde ve
kentlerin makro formlarında gerçekleşecek dönüşümlerin habercisidir.
Türkiye’de Tehditler - Fırsatlar
Türkiye 2005 yılına tümden değişen bir
dünya içerisinde giriyor. Türkiye’nin nüfusunun 100 milyon noktasında doyuma
ulaşacağı ve o esnada da kentleşme oranının en az yüzde 80-85 dolaylarında
olacağı varsayılabilir. Bu değişim ülkemizde de sosyal formasyonu, kenti,
planlama disiplinlerini ve mesleğimizin
içinde yer aldığı yapı sektörünü hızla yeniden yapılandırmaktadır.
Ülkemizdeki kentleşme ve gelişmişlik
seviyesi hem şansımızı hem şanssızlığımızı oluşturuyor. Milli gelirimizin düşük
olması kentlerimizin genellikle imar düzeninin dışında şekillenmiş olmaları
(örneğin İstanbul’un %60’ına yakın bir bölümü kaçak yapılaşmanın ürünüdür.)
bunca yatırımın ve servetin boş çaba olduğu, kentlerimizin nerede ise baştan
başa yeniden oluşturulması gerektiğini ortaya koymakta.
Ancak aynı durum bir olanağa da kapı
açmakta. Kısıtlı olanaklarla imarsız ve kalitesiz oluşan kentlerimiz bir
yenilenmeye de tam bu durumlarından ötürü adaylar.
Kalitesiz altyapı, sağlıksız çevre koşulları, deprem riski, imar dışı
yapılaşma kentlerimizi aynı zamanda bir yenilenmenin de adayı ve taliplisi
haline dönüştürüyor!
Bu yenilenme kuşkusuz Türkiye’nin ister
AB’ye girsin ister girmesin geçirmekte zorunda olduğu değişimler ile ilgilidir.
Kuşkusuz AB tasavvuru kapitalizmin bir
küreselleşme projesidir. Türkiye bu projeye kapitalizmin üretim fazlasını
tüketmeye aday bir tüketici rezervuarı mantığı içerisinde ve vahşi kapitalizmin
deregülasyon işlemlerine tabi tutularak dahil edilecektir.
Yasalaşması gerçekleştirilemeyen “Kamu
Yönetimi Temel Kanunu”, Tasarlanan “Çevre ve Bölge Kalkınma Ajansları”,”Gelir
İdaresi Başkanlığı”, Mahalli İdareler ile ilgili düzenlemeler, “Planlama ve
İmar Yasası”, Kamu İhale Kanunu ve daha birçok yasada gerçekleştirilen ve
gerçekleştirilmesi düşünülen değişiklikler hep birbirine bağlı olup kamu
alanını ve merkezi devleti daraltan bir bakış açısına sahiptir.
Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye’nin
uymak durumunda kalacağı müktesebat, GATS (Hizmetler ve Tarifeler ile ilgili
Genel Antlaşması’nın) getirdiği yükümlülükler, ve nihayet ülkemizin hukuki
yapısının baştan ayağa yenilenmesi bu doğrultuda köklü bir değişim süreci
geçirmekte olduğumuzun göstergeleridir.
"Büyükşehir Belediye Kanunu",
"Belediye Kanunu" ve "Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu"
ile hukukumuza giren Stratejik Plan,
ülkemizin planlama iklimini değiştirecek kararlar getiriyor. Yakında yürürlüğe
girecek "İl Özel İdaresi Kanunu" ile birlikte; nüfusu 50 000'in
altında olan belediyeler dışında tüm kamu kurumları stratejik plan yapmakla
yükümlü. Uygulama başarılı olursa ülkemizde önemli dönüşümler yaşanacaktır.
(bkz. http://www.stratejikplan.net/ ) Kamu İhale Yasası, İmar Yasası, ve
mesleğimizi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren daha bir çok temel yasa
değişim arifesindedir.
İFK (İpotekli Finans Kurumu) ile uzun
vadeli borçlanarak konut edinme sistemi, mali ve bankacılık sistemimize girmek
üzeredir. Bunun anlamı gayrımenkul değerlerin menkul değerlere dönüştürülmesi
sistematiğinin ve tekniğinin ülkemizde yerleştirilmesidir.
Sonuç olarak kentlerimiz adeta yeniden üretilmek durumu
ile karşı karşıyadırlar.
Devasa kaynakların
seferber edilmesini gerektiren söz konusu yeni kentsel yapılanma, finansal
kaynakların harekete geçirilmesini aynı zamanda bunlar yapılır iken çevresel
faktörlerin dikkate alınmasını gerektirecektir.
Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar ve Kentleşme
DİE 2000 bina sayımına
göre ülkemizde yaklaşık 16 milyon dolayında konut 8 milyon dolayında bina
mevcuttur. Yine bu yapıların dörtte
üçünü konutların oluşturduklarını bilmekteyiz. Özellikle kentsel bölgelerde yer
alan yapıların önemli bir kısmı son 20 – 30 yıl içerisinde inşa edilmiş
olmalarına karşın ilk fırsatta yapı stokunun çok önemli bir bölümünün değiştirilmesi
gerektiği açıktır. Kişi başına milli gelirimiz 10.000 $’a çıktığı anda konut
sahibi olanların en az yüzde ellisinin yeni konut edinmek üzere harekete
geçeceklerini varsaymak olasıdır. Bunun yanı sıra VII. Ve VIII. beş yıllık plan
dönemlerinde varsayılan konut talebinin ancak yarısının piyasa tarafından
karşılanabildiği bilinmektedir.
Bu talebi karşılamakta
finansal kaynaklarımızın yetersizliği bir yana ikincil konut trajedisini de
yaşamış bulunmaktayız. 1980’li yılların sonuna kadar finansal enstrümanların
gelişmemiş olması 1980’lerden sonra sık sık gündeme gelen ekonomik kriz
ortamları tasarruf eğiliminin finansal enstrümanlardan çok gayrımenkule
yönelmesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle ülkemizde tatil yörelerinde oluşan
ve yılda 20 gün civarında kullanılan hatırı sayılır bir konut stoku oluşmuş
bulunmaktadır. Bu konuda DİE’de yeterli istatistik bulunmamakla birlikte gerek
tatil yörelerindeki kış ve yaz nüfusu arasındaki farklılık gerekse bazı
bölgelere ilişkin özel verilerden bu yörelerdeki konutların üçte ikisine yakın
bir bölümünün kapasite altı kullanımda oldukları rahatlıkla ifade etmek
olasıdır.
Gayrımenkule Dayalı Enstrümanların Muhtemel Talep Kaynakları ve Alanları
Gayrımenkule dayalı
enstrümanlar her türlü yapı için gerekeceği gibi ister mevcut kent bölgelerinde
yenilenme ve fonksiyon değişikleri dolayısıyla, ister yeni oluşacak kent
bölgelerinde işlev göreceklerdir.
“Konut Finansman
Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Taslağı” genel gerekçesi içinde : “Ülkemizde mevcut konut
stokunun yarısından fazlası ruhsatsız konutlardan oluşmaktadır. Süregelen iç
göçler sonucunda büyük şehirlerde kaçak yapılaşma ve plansız kentleşme önemli
bir sorun haline gelmiştir. Konutların çoğunluğunun kaçak olmasının yanı sıra
yaklaşık yüzde kırkının tadilat ve tamire ihtiyacı bulunmaktadır. Özellikle
deprem tehlikesinin getirdiği riskler dikkate alındığında, zayıf durumdaki
konutların güçlendirilmesi önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diğer yandan kişilerin konut sahibi olabilmeleri için kullandıkları finansman
kaynakları incelendiğinde, ülkemizde toplam konutların ancak yüzde üçünün
kurumsal finansman yöntemleri ile finanse edildiği, bunun dışında konut sahibi
olmak isteyen kişilerin ya kendi kaynaklarıyla ya da yakınlardan ödünç almak
gibi kurumsal olmayan finansman yöntemleriyle konut alımlarını finanse
ettikleri görülmektedir. Ülkemizde bankaların kullandırdıkları konut
kredilerinin gayri safi milli hasılamıza oranı sıfıra yakınken, bu oran Latin
Amerika ülkelerinde yüzde dört ila yüzde on iki, Orta Doğu ülkelerinde yüzde
bir ila yüzde yirmi iki ve Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde yüzde iki ila
yüzde elli dokuz arasında değişmekte olup, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde
elli üç, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ortalamasında ise yüzde otuz dokuzdur.”
denmektedir.
Aynı Gerekçede : “Öte yandan gerek yurtiçinde gerekse
yurtdışında, konut kredisi kullanan kişilere, mevcut durumda
ulaşabildiklerinden daha düşük faiz oranları ile ve daha uzun vadelerde kaynak
sağlayabilecek tasarruf sahipleri mevcuttur. Tüm dünyada her yıl yaklaşık
olarak beş trilyon dolarlık bir kaynak, sermaye piyasaları aracılığıyla konut
sahibi olmak isteyen kişilere aktarılmaktadır.
Ülkemizde oluşturulacak konut finansman sistemi finansmanı
alacaklarının menkul kıymetleştirilmesini sağlayacak sermaye piyasası
kurumlarının ve araçlarının bulunması, tüketiciye kaynak sağlanmasından ilgili
alacakların menkul kıymetleştirilmesine kadar olan süreçteki işlem
maliyetlerinin düşürülmesi ve sistemin vergisel olarak desteklenmesi gibi ön
koşulların yerine getirilmesine bağlıdır.
Bu Kanun ile kurumsal bir konut finansman sistemi
oluşturulması ve sistemin başarılı olabilmesi açısından gerekli ön koşulların
yerine getirilebilmesi amacıyla, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu, 2499 sayılı
Sermaye Piyasası Kanunu, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, 4389
sayılı Bankalar Kanunu, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ve çeşitli vergi kanunlarında değişiklikler
yapılmaktadır.” denmektedir.
Türkiye’de ve dünyada İFK
(İpotek Finansmanı Kuruluşu) kredilerinin GSYİH içindeki paylarına göz atacak
olursak : Uzun vadeli konut kredilerinin GSYİH
içindeki payı Türkiye’de halen %0,5 gibi düşük bir seviyededir.Aynı oranın
ABD’de %53, AB’de %39 ve diğer gelişmekte olan ülkelerde ortalama %5-15
aralığında olduklarını görmekteyiz.
“Konut Finansman
Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
KanunTaslağı”nda İpotek Finansmanı Kuruluşları şu şekilde tanımlanmaktadır:
“Bu kanunla Sermaye Piyasası Kanununda ipotek
finansmanı kuruluşları sermaye piyasası kurumu olarak tanımlanmış, faaliyet
konuları sayılmış ve bu kuruluşlarla ilgili olarak Sermaye Piyasası Kuruluna
detaylı düzenlemeler yapma yetkisi verilmiştir. İpotek finansmanı
kuruluşları ve konut finansmanı kuruluşları, konut finansmanından kaynaklanan
alacaklara dayalı sermaye piyasası araçlarını yatırımcılara arz edebilecektir.
Bu amaçla taslakta, ipotekle teminat altına alınmış alacaklara dayalı olarak
ihraç edilecek tüm sermaye piyasası araçları ipotekli sermaye piyasası araçları
olarak adlandırılmıştır. İpotekli sermaye piyasası araçları, ipotek
teminatlı menkul kıymetler, konut finansmanı fonları ve ipotek finansmanı
kuruluşları tarafından ihraç edilen hisse senedi dışındaki sermaye piyasası
araçları ve konut finansmanından kaynaklanan alacaklara dayalı olarak veya bu
alacakların teminatı altında ihraç edilen diğer sermaye piyasası araçlarıdır.
Konut finansmanına yönelik bir menkul kıymetleştirme aracı olarak, özellikle
Kıta Avrupa’sında kullanılan ve “covered bond” olarak adlandırılan varlık
teminatlı ve ipotek teminatlı menkul kıymetler düzenlenmiştir. Son
yıllarda sadece konut finansmanının gelişmiş olduğu ülkelerde değil, kurumsal
bir konut finansman sistemi kurma çabasında olan gelişmekte olan ülkelerde de
bu araç kullanılmaya başlanmıştır. Ülke düzenlemelerinin birbirleriyle uyumlu
olmasının ve konunun ülke mevzuatlarında alt düzenlemeler yerine, kanunlarda
ayrıntılı olarak düzenlenmesinin, ipotek teminatlı menkul kıymetlerin uluslararası
sermaye piyasalarında satış başarısında etkili olduğu gözlemlenmektedir. Bu
aracın en önemli özelliği fon yapısından farklı olarak, menkul kıymetleştirilen
varlıkların ihraççının bilançosu içinde kalması ve kredi riskine karşılık
ihraççının garanti vermesidir.
Ayrıca, Sermaye Piyasası Kanununa eklenen maddeler ile varlık
finansmanı fonları ve konut finansmanı fonları tanımlanmıştır. Konut
finansmanı fonları konut alacaklarının menkul kıymetleştirilmesi amacıyla
oluşturulmuş, yurtdışında “special purpose vehicle” olarak adlandırılan özel
yapılara karşılık gelecek şekilde düzenlenmiştir. Kanunda yer alan konut
finansmanı tanımı dışında kalan ve hem konutla hem de diğer alacaklarla ilgili
bir menkul kıymetleştirme aracına da ihtiyaç duyulmuş ve konut finansmanı
kapsamı dışında kalan alacakların menkul kıymetleştirilmesine imkân vermek
amacıyla genel nitelikli menkul kıymetleştirme aracı olarak varlık finansman
fonları düzenlenmiştir. Kurulacak olan konut finansmanı sisteminin yukarıda
sayılan sosyal ve ekonomik faydaları göz önüne alınarak, bu sistemin temelinde
yer alacak ipotek finansmanı kuruluşlarına destek olmak ve yatırımcıların bu
ortaklıklara ve bu ortaklıkların ihraç edeceği menkul kıymetlere olan güvenini
artırmak amacıyla bu kuruluşlardan Bakanlar Kurulunca uygun görülenlerin ihraç
ettiği sermaye piyasası araçlarının geri ödemelerinin dörtyüzmilyon YTL ye
kadar olan bölümü için Hazinenin geri ödeme garantisi verebilmesine
imkan sağlanmaktadır. Vergi kanunlarında yapılan değişikliklerle sistemin tümü
üzerindeki maliyetlerin azaltılması ve sistemin vergisel teşviklerle
desteklenmesi amaçlanmıştır. Tasarruf sahiplerinden sağlanan kaynakların konut
alıcılarına aktarılmasına kadar olan aşamalarda ortaya çıkabilecek her bir
maliyet unsuru, tasarruf sahiplerinden sağlanan kaynağın maliyetine eklenecek
ve konut alıcısı tarafından karşılanmak zorunda kalacaktır. Bu kanun ile vergi
kanunlarında yapılan değişikliklerle; sistemin işleyişinin gerektirdiği
faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ortaya ek vergiler çıkması önlenmekte,
ekonomik kalkınmadan, kaçak yapılaşmanın önlenmesine birçok olumlu etki yapacak
bu sistemin teşvik edilmesi amacıyla, bu sistemden faydalanan kişilere gelir
vergisi indirimi şeklinde vergi avantajları sağlanmaktadır. Bu şekilde kaçak
yapılaşmaya yönelebilecek vatandaşların belirli standartları sağlayan ruhsatlı
konutları tercih etmelerinin teşvik edilmesi amaçlanmaktadır.”
Öte yandan hayat sigortası ve özel emeklilik fonları alanlarında yeterince
gelişme kaydedememiş olan Türkiye’de, bankaların da gayrimenkul mülkiyetlerine
sınırlamalar getirilmiş olması, Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarını (GYO) da
kurumsal gayrimenkul yatırımı alanında öne çıkartmaktadır.
Uzun vadeli yatırım anlayışına sahip olan ve yüksek risk bilinci taşıyan
özel emeklilik fonlarının Türkiye’deki gelişimi, bu fonların enflasyonist
etkilere karşı portföylerinde gayrimenkul yatırımlarına yer vermeleri sayesinde
gayrimenkul piyasasındaki kurumsal yatırımcı talebini artıracaktır.
Son olarak eklenmesi gereken diğer bir unsur,
dünyadaki uygulamalara bakılacak olursa mortgage ile ilgili uygulamaların
bireylerin vergi ödemelerinde de avantajlar sağladığı keyfiyetidir.
Bu konuda Yaman Törüner’in 1.10.2005 tarihli
Millyet Gazetesinde yayımlanan “Türk Maliyesi IMFnin alt Kuruluşu mu ?” yazısından aşağıdaki alıntıyı
aktarıyorum:
“Oysa, mortgage kredilerinin gelir vergisi matrahından düşürülmesi halinde,
sistem çalışacak ve kısa süre içinde devlet gelirleri şimdikinin birkaç katı
artacak. Neden mi?
a) Kişiler yüksek kredi almak için yüksek gelir beyan etmek durumunda kalacaklar. Bu durum, gelir vergisi matrahını artıracak.
b) Yüksek kazanç beyan eden bu kişiler, kazançlarına göre sosyal sigorta primi ödeyecekler. Bu durum, sosyal sigorta gelirlerini artıracak.
c) Mortgage kredisine konu olan emlak gerçek değerinden gösterilmek zorunda. Bu durumda, devletin alım satımlar üzerinden aldığı vergiler yükselecek ve kontrolörlerin bu emlakların değerlerini yeniden incelemelerine gerek kalmayacak.
d) Yine, mortgage kredisine konu olan emlak için yıllık emlak vergisi gerçek değerler üzerinden ödenecek ve belediyelerin vergi gelirleri katlanacak.
e) Mortgage kredisine konu olan emlak emsal gösterilerek, diğer gayrimenkullerin alım satım ve yıllık vergileri de yükselecek. Sonunda, devletin ve belediyelerin gelirleri katlanarak artacak.
f) Konutlarını mortgage kredisi ile satan müteahhitler, satış fiyatlarını düşük gösteremeyecekler. Gelirlerini düşük gösteremedikleri için, masraflarını da gider yazmak ve masrafları için fatura almak zorunda kalacaklar. Böylelikle, hem vergi gelirleri artacak, hem de hiç vergilendirilmeyen bir alan vergilendirilmiş olacak.
g) Giderek kayıt dışı uygulamalar ve değerin düşük gösterilmesi nedeniyle oluşan vergi kaçağı yok olacak.”
a) Kişiler yüksek kredi almak için yüksek gelir beyan etmek durumunda kalacaklar. Bu durum, gelir vergisi matrahını artıracak.
b) Yüksek kazanç beyan eden bu kişiler, kazançlarına göre sosyal sigorta primi ödeyecekler. Bu durum, sosyal sigorta gelirlerini artıracak.
c) Mortgage kredisine konu olan emlak gerçek değerinden gösterilmek zorunda. Bu durumda, devletin alım satımlar üzerinden aldığı vergiler yükselecek ve kontrolörlerin bu emlakların değerlerini yeniden incelemelerine gerek kalmayacak.
d) Yine, mortgage kredisine konu olan emlak için yıllık emlak vergisi gerçek değerler üzerinden ödenecek ve belediyelerin vergi gelirleri katlanacak.
e) Mortgage kredisine konu olan emlak emsal gösterilerek, diğer gayrimenkullerin alım satım ve yıllık vergileri de yükselecek. Sonunda, devletin ve belediyelerin gelirleri katlanarak artacak.
f) Konutlarını mortgage kredisi ile satan müteahhitler, satış fiyatlarını düşük gösteremeyecekler. Gelirlerini düşük gösteremedikleri için, masraflarını da gider yazmak ve masrafları için fatura almak zorunda kalacaklar. Böylelikle, hem vergi gelirleri artacak, hem de hiç vergilendirilmeyen bir alan vergilendirilmiş olacak.
g) Giderek kayıt dışı uygulamalar ve değerin düşük gösterilmesi nedeniyle oluşan vergi kaçağı yok olacak.”
Gayrımenkule Dayalı Enstrümanlar ve Sistem İçerisinde Rol alması Tasarlanan
Aktörler
Görünen odur ki Ülkemizde henüz gelişmemiş
olan Gayrımenkule dayalı enstrümanlar önü açık bir alandır ve çok sayıda ve
çeşitlilikte ekonomik ve toplumsal aktörlerin katılımı ile hayata geçirilecek
bir sitemdir.
Bu sistemden amaçlanan yalnızca ekonomik
getiriler sağlaması değil, aynı zamanda daha sağlıklı kent dokuları oluşturarak
yaşam çevresinin de kalitesini yükseltmesidir.
Aktörler
1.Finans Kuruluşları
Bankalar
Sermaye Piyasası Kurulu
İpotek Finansmanı Kuruluşları
Varlık finansmanı fonları
Konut finansmanı fonları
Gayrımenkul Yatırım Ortaklıkları
Aracı Kurumlar
Yatırımcılar
Emeklilik Fonları
Sigorta Şirketleri
Hayat
Sigortası
Yapı
Sigortası
Meslek
Sorumluluğu Sigortası
2.Üretici Kesim
Yönetim Şirketleri
Emlak geliştirme Şirketleri
İnşaat Şirketleri
Danışmanlık Şirketleri
3. Denetim ve Tüketim
Tüketici Örgütleri (Tüketiciyi koruma
Derneği)
Belediyeler
Meslek Odaları
Yapı Denetimi Şirketleri
Türkiye
gayrimenkul değerleme uzmanları meslek
birliği
Sektörle İlgili Dernek ve Kuruluşlar
Ekspertiz Şirketleri
4.Devlet Kesimi
İlgili Bakanlıklar
Sektörle İlgili Resmi Kuruluşlar
Gayrımenkule Dayalı Enstrümanların Sistem İçerisinde İşlevleri : İFK ve Mortgage
İpotekli Finans Kuruluşlarının verecekleri Mortgage konut
kredileri gibi bir finans enstrümanıdır. İpotekli konut kredilerinin bir adı da
mortgage“dir. Konut kredileri olan mortgage”ler (finansal araçlar) aynen hazine
bonolarında olduğu gibi ikincil piyasalarda el değiştirebilen menkul
kıymetlerdir.
Bankalar çeşitli kaynaklardan elde ettiği (mevduat,
sendikasyon kredileri v.b) tasarrufları ve uygun fiyatla elde ettiği kredileri
konut sahibi olmak isteyenlere kredi olarak verir. Banka birçok müşterisine de
konut kredisi verir. Banka tüm bu müşterilerine verdiği bahsi geçen konut
kredilerinin teminatını teşkil etmek üzere aldığı ipotekleri menkulleştirerek
(yani sermaye piyasalarında işlem görebilecek tahviller haline getirerek)
ülkemizde de kurulması planlanan İpotek Finansmanı Kurumuna bir miktar kar
marjı ile satar. Bu noktadan sonra İFK SPK üzerinden geçen bu tahviller uzun
vadeli fonlara para yatırmaya müsait kuruluşlara (emeklilik fonları, sosyal
güvenlik kuruluşları) satar.
Olaya banka açısından baktığımızda, banka vermiş olduğu
kredilerin vadesinin dolmasını beklemeden ikincil piyasada değerlendirebiliyor.
Böylelikle piyasaya yeniden kredi olarak vermek üzere likit bir kaynağa, kavuşuyor. Örneğin yıllık yüzde
24 faizle konut kredisi veren banka verdiği kredilerden örneğin 1000 adedini
tahvil haline getirerek Merkezi İpotek Kuruluşuna (İFK) yüzde 22 faizle
satıyor, Merkezi İpotek Kuruluşu da elinde biriken portföyleri uzun vadeli
fonlara para yatırmaya müsait kuruluşlara yüzde 20 faizle satıyor. Kimdir bu
kuruluşlar? Emeklilik fonları, Sosyal Güvenlik Kuruluşları (Oyak gibi) Bu
kuruluşlar neden bu fonlara yatırım yaparlar? Emeklilik kuruluşları ve Sosyal
Güvenlik Kuruluşlarının aktiflerinde bulunan nakdi, DİBS (Devlet İç Borçlanma
Senetleri) ile değerlendirmektedirler. Bugünkü koşullarda en yüksek DİBS faizi
yüzde 17 olduğunu kabul edersek bu kuruluşlar ellerindeki nakit fonları yüksek
faizle değerlendirebilecekleri bir enstrümana sahip oluyorlar. Bu tip şirket ve
kuruluşlar ileriye dönük bu tip uzun vadeli fonlarını halihazırda değerlendirme
olanağı kısıtlı olduğundan gelecek getiri oranlarını ancak tahmini verilere
dayalı olarak verebilmektedirler. Ancak, 20 yıl vadeli finansal araçlara
yatırım yaptıklarında ve bu enstrümanlara ait faiz oranları da baştan belli
olduğundan bu tip yatırımcılar için bu fonlar kaçırılmayacak yatırım
araçlarıdır. Ayrıca bu tip fonlara ipoteklerinin sağlam olması kaydıyla yabancı
kuruluşların da ilgi göstermesi kaçınılmazdır.
Gelişmiş ülkelerdeki konut kredisi enstrümanları ve
faizleri daha detaylı incelendiğinde ülkemizde halihazırda uygulanan hazine
bonosu faiz oranları gibi değişkenlik göstermektedir. Bu durumda müşteriler
faiz oranları düştüğünde kredilerini kapatıp, yeniden (re-financing) daha düşük
faizli konut kredisi alabilmektedirler.
Örneğin ABD’de FED faizinin yakın zamana kadar çok düşük
düzeyde seyretmesi mortgage sektörünü bir çeşit spekülasyon alanı haline
getirmiştir. (Bu
bölümde, Gayrimenkul Değerleme Uzmanı Feza Varlık’ın çalışmasından yararlanılmıştır.)
Sistemin bir sakıncası
Bu noktada sistemin önemli
bir sakıncasına değinmek gerekecektir. Bu sakınca sistemin menkul kıymet
tüketicilerinin niteliğinden gelmektedir. Mortgage sistemi dolayısı ile ekonomi
içerisinde oluşacak Gayrımenkule dayalı enstrümanlar belli başlı olarak
emeklilik fonları tarafından kullanılacaktır.
Bu durum ise emeklilik
sistemlerinden bölüşüm (repartition) değil kapitalizasyon sistemine yönelinmesi
anlamına gelmektedir. Oysa sosyal devlet modeli emeklilik alanında bölüşümlü
sisteme dayanmaktadır. Kapitalizasyon sistemi görünürde çalışanların emeklilik
dönemlerinde daha fazla gelir etmelerini sağlamak iddiasında ise de sistemin
sermaye piyasasının risklerine açık olduğu unutulmamalıdır. ABD’de Enron
fiyaskosu örneğinde olduğu gibi çalışanların emeklilik fonlarını sadece
kapitalizasyon sistemine dayandırmalarının yıkıcı sonuçlar doğuracağı hatırda
tutulmalıdır.
Bununla birlikte emeğin
kazanımlarının giderek tehdit altında
olduğu bir dünyada, esnek çalışmanın deregülasyonların var olduğu bir ortamda,
sosyal devletin yok edilmeye yüz tuttuğu bir konjonktürde, çalışanların
yalnızca bölüşüme dayalı emeklilik birikimlerine değil aynı zamanda koruyucu
stratejiler geliştirerek kapitalizasyon sisteminde de yararlanmaları gerektiği
düşüncesindeyim. Bu noktada emeği temsil eden ve onu tarafında olan
sendikalar, meslek kuruluşları, tüketici örgütlerine önemli görevler düştüğünü
savunuyorum.
Gayrımenkule dayalı
enstrümanlar böylesi bir strateji içerisinde göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu stratejilerden bir tanesi ise gayrımenukule dayalı
olarak ikincil piyasada tedavül eden menkul değerlerin, (ATTAC grubunun
yurttaşların desteklenmesi için sermaye piyasalarının vergilendirilmesi
önerisinden esinlenerek) ülkemizde de vergilendirilmesi yönünde bir baskı grubu
oluşturmaktır!
Buna bağlı ikinci bir
strateji ise, Bu vergilerin oluşturduğu fonların üretilen yapıların çevresel
standartlarının yükseltilmesi doğrultusunda mevzuatın dönüştürülmesidir.
İkincil Piyasada Tedavül eden Gayrımenkule Dayalı
Enstrümanlar Üzerinde (Tobin Tax) benzeri Finansal Sermayenin Vergilendirilmesi
Uygulamasının ve bu Vergilerin Çevre Koruma Amaçlı Projeler Doğrultusunda
Kullanılmasının Yaratacağı Faydalar
Henüz oluşmamış bir mali
piyasa üzerinde sermaye hareketleri vergisi koyma önerisi ilk bakışta
kimilerine fazla ütopik gelecektir.
Ancak “gerçekçi ol,
imkansızı iste” döneminin ve tarihin sonuna gelinmediğini de birilerinin
kamuoyuna ifade etmesi zamanının da geldiği açıktır.
Kaldı ki henüz
gerçekleşmemiş bir sermaye piyasası olmakla birlikte yakın zamanda mortgage
sisteminin, İFK’ların hayat bulması ile bugünden tasavvur dahi edemediğimiz
fonların oluşacağını şimdiden görmeliyiz. Nitekim “Konut Finansman Sistemine İlişkin Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Taslağı” bu gelişmelerin yasa
koyucu tarafından da ciddiye alındığının kanıtıdır.
Birçok ülkede Gayrısafi
Milli Hasılanın yüzde 10 ila 40’ına varan miktarların söz konusu fonlarda
biriktiğini bilmekteyiz.
SPK’da şirketlerin
değerinin 85 milyar $ olduğu bir dönemde gayrımenkul yatırım ortaklıklarının
değeri hala 1 milyar $ civarında seyretmektedir. Demek ki İFK’larının
potansiyel olarak gelişecekleri alanın bakir olduğunu varsayabiliriz.
Gayrımenkul ile ve çevre
ile ilgili disiplinler olan mimarlık, çevre mühendisliği ve şehir plancılığı
önlerinde açılan ve mesleklerini ilgilendiren ve finans sektörü içerisinde
oluşan bu gelişmelere seyirci kalamazlar. Bunlara müdahil olmak, zamanında
gerekli önerileri geliştirerek bu önerileri kamuoyuna benimsetmek
durumundadırlar.
İFK’ların ikincil piyasada oluşturacakları fonların
binde bir ya da ikilerle ifade edilebilecek bir vergilendirmeye tabi tutulması
ve bu fonların çevre koruma amaçlı, oluşacak fonların çok büyük değişiklikler
yaşayacak kentlerimizde oluşacak yapılı çevreyi, su, çöp, kanalizasyon, arazi
kullanımı ile ilgili standartları, enerji kullanımındaki standartları yukarıya
çekecek, etkileri fonların kendi büyüklerine oranla daha yüksek olacaktır.
Ayrıca İFK fonları vergisi
gerçekleşecek çevresel koruma projeleri dolayısıyla ekonomi üzerinde inşaat
sektörünün yarattığına benzer bir çarpan etkisi de yaratacaktır. Dolayısıyla
İFK fonları vergisi, ekonomiyi küçültücü değil tam tersine büyültücü bir etki
doğuracaktır.
İFK fonları vergisi çevreci
projeleri prestijli hale getirecektir.
İFK fonları vergisi
kentleşme konusunda kentleşmenin değişik aktörleri üzerinde yeni bir bilinç
oluşturacaktır.
İFK fonları vergisi
tüketici örgütlerini, meslek örgütlerini, denetleme mekanizmalarını devreye
sokacağından “katılım” süreçlerini demokratikleştirme yönünde de dolaylı bir
etki yaratacaktır.
İFK fonları vergisi
çalışanları derinden ilgilendiren emeklilik fonları ile ilgisinden ötürü
çalışanların örgütlü değişik kesimlerinin bir arada strateji üretmeleri
doğrultusunda etki yaratacaktır.
İFK fonları vergisi
sermaye piyasasına aykırı durmayan yapısı ile düzenin “içeriden eleştirisi”
görevini de yaratacak “fikir (tankları) ortamları oluşmasında da dolaylı bir
rol oynayabilecektir.
Son söz mahiyetinde; TMMOB Mimarlar Odası ve TMMOB
Yöneticilerin dar ufuklu yetki - yönetmelik tartışmalarını bırakarak bir an
önce TMMOB örgütlülüğü altında bütüncül sektör ve meslek politikaları
oluşturmaları gereği üzerine:
Önce TMMOB Elektrik
Mühendisleri Odası tarafında 3-4 haziran 2005 tarihinde tertiplenen “AB – GATS
: Mühendislik Alanına Etkileri Oturumlarından iki değerli katılımcıdan
alıntılar:
1-“Bugün bir şeylere karşı
olmak adına hizmet ticaretinden fayda elde etmeme ve koruyucu bir tedbir
geliştirmeme politikası bir kenara bırakılmalı, sektörel ve mesleki çatışmalar
sonlandırılmalı, sektörün mevcut durumu belirlenmeli, meslek adamlarımızın
yaşam alanlarını etkileyecek yeni ilişki teknikleri, (hizmet ticaretinin
bileşenlerini karşılıklı etki içerisinde maksimize eden bir matriks şeklinde
tasavvur edilebilir) umursatmanın yolları vakit kaybetmeden araştırılmalı ve
yapılmalıdır. Sermaye yapıları ve türleri güçlenmeleri yönünde teşvik
edilmelidir.”
Şirin Gülcen Eren, Şehir
Plancısı.
2-“Bunun yanı sıra sivil
toplum örgütleri içinde yer alan mühendis odaları da “yönetişim” modeli içinde
demokratik kitle örgütü olma niteliğinden uzaklaştırılarak sadece kar amaçlı
projelendirme bazında yer alan AR_GE birimine dönüşmektedir.”
Yrd. Doç.Dr. Berna Güler
Müftüoğlu, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Öğretim Üyesi.
Görüldüğü gibi Mimarlar
Odası’nın Çevre Mühendisliği Odası’nın ve diğer Odaların sektör gerçeklerini
dahi tam olarak değerlendirmeyen yönetmelik ve yetki tartışmalarını bırakarak
mevcut küreselleşmenin koşulları içerisinde kullanılabilecek fırsatları
soğukkanlılıkla değerlendirmeleri gerekmektedir. Savımız, bütüncül bir kavrayış
içerisinde finans sektörünün dahi sunduğu teknik olanaklar kullanılarak
yapılabilecek bir şeyler bulunduğudur.
Mühendisler hapsedilmek
istendikleri alandan çıkarak daha bütüncül yaklaşımlar sergilemelidirler.
Kısacası ya total plancı ya sıra kölesi ilkemi karşısında “total plancı” olmayı
seçmelidirler.
Çare Başka Bir Dünya Mümkündür Diyenlerin
Birlikteliğindedir
Küreselleşen dünyada sermayenin ve çok
uluslu şirketlerin oluşturduğu sistem, getirdiği sömürü düzeni dolayısı ile
dünya çapında eleştirilere uğramaktadır.
Fikirsel öncülüğü Yurttaşların
Desteklenmesi İçin Finansal sermayenin vergilendirilmesi (ATTAC) grubu tarafından
yapılan, on yıl içerisinde dünya ölçüsünde oylum kazanan küreselleşme karşıtı
hareket çok çeşitli alanları ve çok değişik inisyatifleri harekete geçirmeyi
başarmıştır. Küreselleşmeye dünya çapında alternatif ciddi bir muhalefet olmayı
başarmıştır.
Kendi alanımıza dönecek olursak,
-Başka bir dünya mümkün diyen
uluslararası alternatif dünyacılara eklemlenerek “Başka bir Mimarlık Mümkün” diyen mimarlar;
-“Toplumun Hizmetinde Mimarlar”
geleneğinin varisleri olarak “Mimarlık
bir Hak değil bir İhtiyaçtır” diyebilen mimarları;
-Fikirsel alternatifler yaratarak,
Sürekli Mesleki Gelişim Merkezlerini, Mesleki Bilimsel Çalışma Komitelerini
daha da üretici kılarak toplumun ve üyelerinin gereksinmelerine kendi alanında
çözümler getiren TMMOB Odaları;
-İnsanlığın ortak malı olan doğa ve
kültürü ve bu kültürün bir parçası olan çevreyi ve mimarlığı küreselleşen
kapitalizmin tasallutundan kurtaracak olan güçlerin safında yer alan Mimarlar,
Çevre Mühendisleri;
Bütüncül bir toplumsal muhalefet
projesinin parçaları olduklarını unutmadan, ancak sektör gerçeklerini göz
önünde bulunduran teknik önerileri hayata geçirme becerisini gösteren
programlar ile ülke ve toplumsal sahnede yerlerini almalıdır.
Gayrımenkule dayalı enstrümanlardan
biri olan ikincil piyasada (borsada) tedavül edecek olan hisse senetlerinin
Tobin tax benzeri bir İFK fonları vergisine tabi tutulmaları önerisi böylesi
bir bütüncül yaklaşımın ürünüdür.
Nitelikli
Emeğin Eğretileştirilmesi
Mimarlık
Alanında Dönüşüm Vektörleri
Raşit Gökçeli
Mart 2007
2007 de
“Mimar” ve Meslek Örgütünün Halleri
Dünyamız 1970’ lerden başlayarak vahşi neoliberalizmin
boyunduruğu altına girdi. Adım adım, yeni kapitalizm 1989’da sosyalist deneyin
Sovyetler Birliği’ndeki uygulamasının çökmesinden de yararlanarak hakimiyetini
dünya üzerinde kurdu. Teknolojideki gelişmeler üretimin, iş organizasyonlarının
dönüşmesine yol açtı. Ancak sibernetik, genetik, nano teknolojik alanlardaki
gelişmeler kadar önemli olan bir gelişme de bunların finans dünyasındaki
dönüşüm ile paralel yürümesi oldu.
Dünyada ilk kez dünya fiziksel üretimi finans kapitalin gölgesinde kaldı. Bugünün
dünyasında finans transaksiyonları yani akımları, fiziki üretimin kat be kat
üzerine çıktı.
Bu gelişme biz fiziki parametreler ile uğraşmak
durumunda olan plancı ve mimarları yabancısı oldukları bir ortamın içerisinde
bıraktı. Adeta Mimarlar ve plancılar yerçekimini, zemin mukavemet katsayısını,
malzemelerin özelliklerini bilmedikleri yeni bir gezegende buldular
kendilerini.
İnşa edilen yapılar sayıca büyüklük ve alan
olarak gelişti. Kentler, özellikle kent merkezleri, küreselleşen sermayenin
“prestij alanlarına” dönüştüler. Köhneleşen merkezi kent bölgeleri mutenalaşma (soylulaşma)
yöntemi ile yeni ekonomik düzenin hedeflediği işlevlere kavuşturuldu. İşyeri
merkezleri, büyük satıhlı süpermarketler, yüksek gelir grubuna hitabeden butik,
rekreasyon ve kültür yapıları, dünyaca meşhur özel müzelerin değişik ülkelerdeki
benzerleri, “gated communitirs” denilen en üst gelir gruplarına yönelik
ikametgah bölgeleri kentlerdeki gayrımenkul rantını maksimize etti. Yine de
finans üretimi göreceli olarak çok daha fazla hacimli olarak gerçekleşti.
Öte yandan mimarların geleneksel becerileri,
küreselleşen ekonomi içerisinde yapı üretiminin de uymak durumunda olduğu yeni
iş organizasyonu içerisinde yeterli kalmamaya yüz tuttu. Mimarların yeni
sayısal ve sözel beceriler ile donatılması gündeme gelmeye başladı. Nitelikli emeğin
her geçen gün finans kapitalizminin gerek duyduğu yeni beceriler ile
donatılması nitelikli emeği bir anlamda eğretileştiren bir faktör oldu.
Gayrımenkul
Üretimini İlgilendiren İki temel Faktör
İki temel faktör bu soruna derinlik, oylum
kattı.
Bunlardan birincisi
fiziki üretimin finans kapital karşısında marjinalleşmesinin yanı sıra
gayrımenkulün bizatihi finansa dönüşmesi sonucunu getiren mekanizmalar oluştu.
Bütün üretim sektörleri için geçerli olan bu
durum neden inşaat sektöründe daha önemli idi?
Şimdiye kadar likiditeyi oluşturan unsurlar
arasında Gayrımenkul özel bir konuma sahip idi. Likid ortamlara intibak
etmesinde önemli teknik güçlükler yatmakta idi.
Oysa gerek sibernetikte gerek finans
tekniklerinde yaşanan olağanüstü gelişme Gayrımenkul değerlerin “mortgage” ve
benzeri teknikler sayesinde direkt likiditesi olan “asset” finans
enstrümanlarına dönüşümünü mümkün hale getirdi. Üstelik ikincil piyasa denilen
finans enstrümanlarının tedavül ettiği ortamda aynen diğer likiditeler gibi,
aynı özellik içerisinde aynı likitlikte. Buna “mortgage” ile ilgili ikincil
piyasada oluşan finans değerlerinin
olağanüstü bir hacme ulaşmasını da eklememiz gerekir.
Yani milli servet içerisinde sınırlı bir payı
bulunan gayrımenkul, söz konusu finans teknikleri sayesinde hem direkt likid finans değerlerine dönüştü
hem de finans dünyası içerisinde göreceli olarak önem kazandı ! “Mortgage” e
dayalı finans değerleri birçok kapitalist ülkede gayrı safi milli hasılaya yakın büyüklüklere
ulaştı !
Gayrımenkul deyim yerinde ise finans çevreleri
tarafından ışık hızı ile dolaşıma çıkartılabilen menkul bir değer, enstrüman
haline geldi.
Gelelim ikinci
faktöre.
İkinci faktör nitelikli bir emek grubu olan
mimar ve plancıların iş organizasyonunda ve toplumsal formasyonda değişmekte
olan rolleri ile ilgidir.
Nitelikli emeğin post fordist bir iş
organizasyonundaki konumu, rolü hayli çetin bir inceleme konusudur. Üstelik
plancılık, mimarlık gibi birçok disiplinin ara kesitinde yer alan ihtisas
dalları sorunu daha da karmaşık kılmaktadır.
İrdelemeye nitelikli emeğin küreselleşme
ortamında genel olarak karşı karşıya kaldığı sorunlardan başlayalım.
Nitelikli emek diğer emek kategorileri gibi
küreselleşmenin getirdiği, deregülasyon, delokalizasyon ve üretim süreçlerinin
esnekleşmesi ile ilgili gelişmelerden kendi payına düşeni almaktadır.
Küreselleşme, genel olarak ulus devletin
egemenlik alanını daraltmakta, özel olarak da sosyal devlet ve veya refah
devleti olarak anılan uygulamalarını da güdükleştirmektedir.
Ancak nitelikli emeğin sınırlı da olsa bir
kesiminin bizatihi neokapitalizmin uç ve stratejik sektörlerindeki özel ve
ikame edilemez üretim alanlarında (bilgi ve teknoloji üretimi) bir nedret
konumu ve rantı söz konusudur. Bu durum bir kısım nitelikli emeğin sınıfsal
konumunun değişeceğini, sosyal mobilitenin söz konusu nitelikli emek
katmanlarında artacağı öngörüsünü ortaya çıkarmaktadır. Bu kesimin “alternatif
bir dünya” ile ilgili mücadelede güçler dengesi içerisinde hangi tarafta yer
alacağı sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Nitelikli emeğin kısmi ayrıcalıklı konumu,
delokalizasyon, deregülasyon, ve üretim süreçlerinin esnekleşmesi sonucunda
genel anlamda emeğin eğretileşmesi olgusunun zararlı sonuçlarını yaşamakta
olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
Bu gelişim hem inşaat sektörünün önemini
arttırdı hem de inşaat sektörünün nitelikli emeğini oluşturan mimar ve
plancıların hem nicelik hem nitelik olarak özelliklerinde farklılıklar yarattı.
Bir mimar veya plancının geleneksel
becerilerinin yanı sıra binanın ekonomik değeri ile ilişkin analizler
yürütebilmesi, inşaat ediminin karmaşıklaşan ve adeta bir yatırım projesi
niteliği alması ile ilgili olarak proje koordinatörlüğü işlevlerini yürütmesi,
gayrımenkul değerlendirme konularında bilgi sahibi olması proje yönetimi
alanlarındaki yeni tekniklere hakim olması proje koordinasyonu tekniklerini
kullanabilmesi ve proje süre ve maliyetlerini asgariye düşürebilmesi, yapı
denetimi, malzeme standartları, iş sağlığı ve benzeri alanlarda bilgi ve beceri
sahibi olması gündeme geldi.
Mimar ve plancının esas olarak karşı karşıya
kaldığı süreç “nitelikli emeğin eğretileşmesi” konusu derinliğine irdelenmeden
kavranamaz.
Hangi
Parametrelerin Üzerine Gidebiliriz:
Öneri İnceleme Alanları
İki aks önerilebilir.
Birinci Aks:
Birinci aks nitelikli emeğin giderek sarsılan
konumu ile ilgili. Burada noktada “Continuous Professional Formation” Sürekli
Meslek Gelişimi olgusu ve mesleğin değişmekte olan yüzü akla gelmekte.
Sürekli Mesleki Gelişim dendiğinde, mesleğin
tam ve eksiksiz uygulanmasını amaçlayan ve meslek erbabının hizmetlerinin
tüketiciye ulaşmasında “meslek kuruluşunun” bir çeşit kamusal kefalet
üstlenmesini içeren uygulamalar bütününden söz açılabilir.
Sürekli Mesleki Gelişim, bir yandan en geniş
anlamı ile işgücünün donanımlı hale getirilmesi ve iş organizasyonu içerisinde
günün teknolojik koşullarına koşut olarak işlevselliğinin arttırılmasını
amaçlar. Çalışanın sosyal konumunu güçlendirmeyi hedefler. Bu özelliği
çalışanın ile toplum içerisindeki konumunu güçlendirir. Burada hem nitelikli
emeğin statüsünü sağlamlaştırmak hem toplumun refahını aldığı hizmetin
kalitesini maksimize ederek yükseltmek amacı söz konusudur.
Ancak Sürekli mesleki Eğitimin bir diğer
özelliği ise nitelikli emeği bir anlamda eğretileştirir. Ulusal ya da uluslar
arası meslek kuruluşlarının mesleği günün sosyal, ekonomik, teknolojik
gelişmelerine koşut olarak tanımlamaya değgin tüm çabalarına karşın
küreselleşmenin dinamikleri mesleği ve meslek erbabını gitgide ağırlaşan
çalışma koşullarına tabi kılar.
GATS uygulamalarının yol açtığı rekabet
koşulları, çok uluslu şirketlerin ve küresel sermayenin deregülasyon,
delokalizasyon yöntemleri, esnek işgücü organizasyonları emeği ve bu arada
nitelikli emeği giderek destabilize etmektedir.
Nitelikli emeğin ve bu arada meslek erbabının
eğitim koşulları ağırlaştırılmaktadır. Mesleği uygulama hakkını elde edebilmek
giderek zorlaşan koşulların yerine getirilmesine bağlı tutulmaktadır. Diploma
aşınmakta yıpranmakta diploma sahibi olan nitelikli emek de aynı aşınma ve
yıpranmadan nasibini almaktadır.
Ülkemizde son zamanlarda yer alan ve mimarlık
alanını da doğrudan etkileyen bazı
gelişmelere göz atalım: Şimdiye kadar meslek erbabının yetki alanında olan,
bilirkişilik, yapı denetimi, is güvenliği gibi alanlarda farklı örgütlenmeler
farklı “meslek odaları” ya da “meslek birlikleri” ortaya çıkmakta bunların yasal dayanakları merkezi sistemin
hiyerarşisinden kopartılarak “governance” yönetişim ilkesine dayalı hale
getirilmektedir.
“Gayrımenkul Değerleme Uzmanlığı” Sermaye
Piyasası Kurulu’nun otoritesine tabi kılınmakta, “Değerleme Uzmanları Meslek
Odası” adında yalnızca mimarları değil ama birçok değişik disiplin
mensuplarının da içeren yeni bir yapı yetkili kılınmaktadır. Benzer gelişmeler,
yapı denetimi, isyeri güvenliği gibi alanlarda da ortaya çıkmaktadır.
Tek tek ve göreceli bir özerklik içerisinde
kamusal görev yürüten meslek kuruluşları yerlerini, farklı meslek gruplarının
bir potada eritilmesi ile değişik bir dizge içerisinde ve artık küresel
sermayenin esnek işgücü örgütlenmesi
mantığı içerisinde işlev yürütecek yapılara yerlerini bırakmak üzeredirler.
Sürekli Mesleki Gelişim kavramının günümüzdeki
yansımaları böylesine “tehditler” içermektedir. Bu koşullar altında meslek
alanını ilgilendiren bu dönüşümler hangi fırsatlar yaratılarak
dengelenebilecektir?
İkinci Aks:
İkinci aks yapılı çevrenin yer aldığı mekanın
barındırdığı farlılıklar ile ilgili. Dünyanın yaşadığı kentleşmeyle ilgili
sorunlar, dünyanın bir gecekondu gezeni, “planet of slum” haline gelmesi
hadisesi var. Bunu kimi çevreler çok bilinçli olarak bir tehdit olarak
algılıyorlar, “gecekondulaşma” metropol odakları tarafından tehdit unsuru
olarak tartışılıyor. Adeta bir gecekondu gezeni haline gelen dünyamızda orada
yaşamak zorunda bırakılanlar birer potansiyel suçlu imiş gibi. Asimetrik ilişkilerin dünyasında yaşam
mücadelesi veren fakirlerin zaman zaman taraf olduğu savaşta direnenleri ya da
sadece enformel yollarla hayatlarını idame ettirmeye çalışanları birinci
dünyaya karşı bir tehdit olarak algılayanlar var. “Biz
metropol olarak bunları nasıl bastırabiliriz?” düşüncesi küreselleşmenin
egemenlerinin biricik tasası . Halbuki mimarlar soruna başka türlü bakmalı, “gecekondulaşan metropollerde mimarlar
olarak nasıl bir tutum almamız lazım?”
sorusunu kendilerine sormalı.
Dolayısı ile meslek kuruluşu, küreselleşme
karşıtı harekete, onun oluşturduğu platformlara ne şekilde eklemlenebileceği
sorusunu kendine sorabilmeli ve ilk aşamada tüketici haklarını en geniş anlamda
hangi mekanizmaları harekete geçirerek koruyabileceğini bilinçli ve programlı
bir biçimde bu yönde çaba göstermelidir.
Mesleğin ve mimarlığın dönüşümünde söz sahibi
olabilmek için yukarıda değinilen akslar ile ilgili politikalar geliştirilmeli,
özellikle nitelikli emeğin eğretileştirilmesi sorunu ön plana alınmalı,
küreselleşme karşıtı hareketler ile olası ittifak zeminleri yaratılmalıdır.
(I)