22 Mayıs 2015 Cuma

Solu çökertme stratejisinin bir parçası olarak Avrupa Para Birliği


EURO’nun 1990’larda ortaya çıkışının kısa bir tarihçesine göz atarken
Solu çökertme stratejisinin bir parçası olarak Avrupa Para Birliği 
(Küreselleşme, neoliberalizm, Avrupa sosyalizminin sefaleti v.s.)
Rasit Gökceli, Y.Bölge Plancısı, mimar
Mayıs 2015

 Kolonya, Max Planck Enstitüsü Emeritüs Müdürü, Wolfrang Streeck’in Euro’nun ortak para birimi olarak AB ülkeleri tarafından kabul edilişi ve Alman Ekonomisinin AB içerisinde başat konuma gelmesi sürecini inceleyen yazısı bir zamanlar Avrupa Birliği’ne olumlu gözlerle bakmış olanları esaslı sürprizler ve düş kırıklıkları ile yüz yüze getiriyor.

Yazı Euro’nun devreye girişi esnasında başlıca AB ülkeleri olan Almanya ve Fransa’nın beklentilerini irdeliyor. Almanya’nın 1990’larda  Avrupa’nın siyasi birlikteliğine öncelik verir iken parasal birliğe (Euro) o denli sıcak bakmadığını anlatıyor.
Yazıyı okuduğumuzda, Euro’nun kuruluşundan Almanya ve Fransa’nın beklentilerinin farklı olduğunu, Almanya’daki muhafazakar Kohl hükümetinin istikrar ve sıkı para politikalarından ödün verileceği endişesini taşıdığını görüyoruz. Fransa’nın ise AB ekonomisi içerisindeki Almanya Merkez Bankası Bundesbank’ın hakim konumunu müşterek para birimi sayesinde bir ölçüde kırabileceği umudunu taşıdığını anlıyoruz. Fransa ve İtalya’nın müşterek para birimine geçilmesinin bünyesel işsizlik sorunlarını aşmada yardımcı olacağı beklentisi içerisinde olduklarını da görüyoruz.
Almanya’nın ise 1990’lı dönemde Batı doğu Almanya birleşmesini hedeflediğinden ve bu konuda diğer Avrupa ülkelerinin desteğine muhtaç olduğundan isteksizce de olsa Müşterek para birimi Euro’ya geçilmesini kabul etmek durumunda kaldığını öğreniyoruz.
Euro’nun müşterek para birimi olarak kabul edildiği dönemde Almanya, ekonomisinin fondamantellerine (temel yapısına)  güvendiği için eninde sonunda AB ekonomilerinin Alman modeline uymak zorunda kalacağı hesabını yaparak Euro’ya geçilmesini onayladı.
Ancak Doğu Almanya - Batı Almanya birleşmesinin de ekonomik yükünü taşıyan Almanya müşterek para birimine geçildiğinde AB ülkeleri içerisindeki faiz oranlarının yüksekliği karşısında zora girdi. Zira Almanya’daki enflasyon son derece düşük idi. Ayrıca güney Avrupa ülkeleri o dönemde elverişli faiz oranları ile borçlanabildiler. Almanya sermayesi ise güçlü sendikaların talep ettiği yüksek ücretlerle baş etme zorunda kaldı. Almanya ekonomisi ancak 2008 krizinden sonra toparlandı. Diğer Avrupa ülkeleri yüksek borçlar ve kırılgan ekonomileri ile 2008 krizini Almanya kadar rahat atlatamadılar. Almanya yüksek kalitedeki ürünlerini ihraç edebilme potansiyeli ile krizi rahat atlattı ve Streek’in makalesinde görülebileceği gibi AB ekonomisi içerisinde başat bir rol üstlendi.

Ama meselenin özü 1970’lerde başlayan neoliberal dalga idi. Küreselleşme ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher ile dünyaya kendini empoze ettirmeye başladı.
Almanya’da sendikalar, Fransa’da Komünist Partisi güçlü konumda idiler.
Neoliberal dalganın Alman sendikalarının ve Fransız Komünist Partisinin gücünü kırması gerekiyordu.

Böylesi bir bağlamda küreselleşmenin AB bölgesinde hakimiyet kurabilmesi için müşterek para birimi Euro sanıldığından çok daha önemli bir rol oynadı.

Müşterek para birimine geçildiğinde ülkeler bağımsız olarak paralarını devalüe edememe durumunda kaldılar. Güçlü para birimi Euro onlara artık o olanağı vermiyordu.

Bu durumda  küreselleşme ortamının getirdiği delokalizasyon deregülasyon ortamı içerisinde Komünist Partiler ve Sendikalar işçi sınıfının çıkarlarını gerektiği gibi savunamadılar, sermaye karşısında teslimiyetçi bir tavır takındılar.

Euro’ya geçilirken Fransa’nın sosyalist başkanı Mitterand ve onun Maliye Bakanı Delors bilerek ve taammüden (önceden tasarlayarak) işçi sınıfını savunmalarını sağlayacak ekonomik ortamı ortadan kaldırdılar. Euro işçi sınıfını işsizlik ve asya ülkelerinin küresel rekabet  karşısında savunmasız bıraktı. Nitekim Mitterand iktidarında Fransız Komünist Partisi giderek küçüldü ve marjinalleşti.

1981’de iktidara gelen “sosyalist” Mitterand aslında Reagan ve Tacher’in azgın neoliberal küreselleşme stratejilerinin bir ortağı idi!

“Paranın 5000 yıllık tarihi” adlı eserin yazarı Graeber’den öğrendiğimiz gibi sağlam para birimlerinin arkasında kuvetli birer ordu ve silahlı güç vardır.

O halde AB’nin silahlı gücü olmadığı arkasındaki gücün ABD ordusu olduğu gerçeğine rağmen ve ABD doları’nın senyoritesi mevcut iken ve 1971’den itibaren ABD doları ile altının ilişkisi Nixon tarafından kaldırılmış iken neden 1990 sonlarında AB içerisinde ABD dolarına alternatif gibi görülebilecek müşterek para birimi Euro’ya geçildi ?

Bu sorunıun cevabı aşağıda çevirisini sunduğum Sreeck’nın “Almanya İsteksi Güç” yazısında var.

Müşterek para birimi Euro, işçi sendikaları ve komünist partilerin mücadele gücünü kırdı. Çünkü Küreselleşme koşulları içerisinde bireysel devaülasyon olanağı kalmayan ekonomiler delokalizasyon ve deregülasyon enstrümanları ile işçi sınıfına ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler !

Bu durumda Euro senyoritesi olmasa da arkasında gerçek askeri gücü bulunduran ABD doları’nın himayesinde 1970’lerde başlayan küreselleşme dalgasının finansal bir enstrümanı olarak görev gördü.

Avrupa Birliği’nin ve AB sosyalizminin sefaletine dair  Euro anlatısı burada bitiyor.
















http://www.monde-diplomatique.fr/2015/05/STREECK/52905

Almanya İsteksiz güç
Almanya Ekonomisi Avrupa bünyesi içerisinde nasıl başat güç haline geldi

Wolfrang Streeck, mayıs 2015
Çeviri: Raşit Gökçeli

Almanya Avrupa içindeki hegemonik durumunu iki ögeye borçlu : Avrupa parasal birliği ve 2008 krizi. Esasında bidayette Almanya Euro’ya geçilmesini arzulamamıştı. Almanya’nın ihracata yönelik sanayisi 1970’lerden itibaren Avrupa ülkelerindeki devalüasyona yönelik ekonomiler karşısında son drece sağlıklı idi. Almanya diğer Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin sürekli devalüasyon yapmasından yararlanıyor ve bu sayede nitelikli pazarlara ulaşmada konumsal avantajlar sağlıyordu. Avrupa içerisinde para birliğini (Euro) arzulayan Fransa idi. Fransa Euro’ya geçmeyi iki nedenle istedi: Birinci neden Frankın mark karşısında sürekli devalüasyona uğramasının yarattığı sıkıntılı durumdan  kurtulmak, ikinci neden ise Fransa’nın Doğu Almanya Batı Almanya birleşmesinden sonra doğacak  Birleşik güçlü Almanya’yı Avrupa Birliği bünyesinde bir ölçüde zapt ü rapta alabilmek umudu idi.
Euro tasarlanışı itibari ile içinde çelişkiler barındıran bir yapı görünümünde idi. Fransa ve İtalya gibi diğer Avrupa ülkeleri Avrupa Merkez Bankası gibi hareket eden Bundesbank (Almanya Merkez Bankası) tarafından empoze edilen sert parasal politikalara boyun eğmek zorunda kalmaktan sıkıntı duyuyorlardı. Euro sayesinde bir miktar dahi olsa parasal egemenliklerine yeniden kavuşabilme umudunda idiler. Bundesbank’ın sıkı para ve istikrar politikalarının bir ölçüde esnetilmesi Fransa, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde tam istihdam hedeflerine yönelebilmek amacı ile bu ülkeler tarafından arzulanmakta idi. Öte yandan dönemin Fransız Cumhurbaşkanı François Mitterand, onun maliye bakanı Jacques Delors ve İtalyan Merkez Bankası kendi ülkelerindeki Komünist Partilerine ve sendikalara esaslı bir darbe indirebilmek amacı ile daha sıkı bir parasal rejime geçmeyi tasarladılar. Böylelikle paralarını devalüe edemeyen ekonomik iklim içerisindeki “sol” un ekonomik ve politik hedeflerinden taviz vermeye zorlanacağını tasarladılar.  (delokalizasyon ve deregülasyon tehdidi. r.g)

O dönemde Almanya’da Bundesbank ve ekonomik çevreler genellikle  liberaller ve Keynes karşıtlarından oluşuyordu. Bu çevreler parasal birliğe karşı idiler. Parasal birliğin Almanya’daki “istikrar  kültürünü” tehlikeye atacağını düşünmekte idiler. Helmut Kohl (dönemin Almanya Şansölyesi r.g.) Parasal birlikten önce politik birlik sağlanması taraftarı idi. Ancak Avrupa’daki ortakları aynı görüşte değil idi. O sırada Almanya’nın birleşmesi gündemde olduğu için, birleşmeyi tehlikeye atmama uğruna isteksiz de olsa Kohl politik birliğin parasal birliğin ardından geleceği umudu ile parasal birliğe razı oldu.  Kohl’un kendi politik grubu her şeye rağmen parasal birliğe muhalif idi. Kohl, kendi politik grubunu ikna etmek için ortak parasal rejimin aslında Almanya ve Bundesbank modelini izlemek durumunda kalacağı savını ileri sürdü.

Euro’nun kuruluş döneminde Alman hükümeti Euro’yu kendi seçmenine benimsetmek için, Euro “mark kadar istikrarlı” (bir döviz r.g.)  olacaktır demiştir. Aynı dönemde Almanya’nın Avrupa’daki ortakları her ne olursa olsun bir çözüm aradıkları için Almanya parasal birlik anlaşmasını onayladı. Almanya’nın beklentisi anlaşmanın ekonomik gerçekler ışığında kendi istekleri doğrultusunda zaten değişime uğrayacağı idi. 1990’lı yıllarda ise OCDE ülkeleri başta ABD olmak üzere, bütçelerin (sıkı para r.g.) konsolidasyonu ile birlikte parasal-fiinansal neoliberal bir rejime dönüşeceğini hedeflediler.  Dönemin beli başlı kriterleri ekonomilerin borçlanmasın Gayrisafi Milli Hasılanın % 60’ı ile sınırlandırılması ve kamusal açığın GSMH’nın % 3’ü aşmaması olmuştur. Zaten söz konusu kriterlere uymayı beceremeyen ekonomilere finans pazarları tarafından “kuşkulu ekonomiler” yaftası yapıştırılacağı açıktı.

Günümüzde parasal birliğin meyvelerini yiyen ekonomiler Almanya, Hollanda, Avusturya ve Finlandiya olmuştur. Gene de bu ekonomilerin “başarılarının” tam anlamı ile perçinlenmesi 2008 kriziden sonraya rastlar.  Aslında parasal birliğin (euro r.g.) yürürlüğe girdiği ilk dönemlerde Almanya “Avrupa’nın hasta adamı” oldu.  Çünkü BCE (Avrupa Merkez Bankası) tarafından, Avrupa ülkelerinin ekonomik durumları göz önünde tutularak, o dönemde saptanan faiz oranı düşük bir enflasyon seviyesi içindeki  Almanya ekonomisi için fazlaca yüksek idi. Böylesi sanayileşmiş ve ihracat gelirlerine dayanan bir ekonomide (alman ekonomisi r.g.) mücadeleci Alman (r.g.) sendikalarının talep edecekleri ücret artışları, dünyaya egemen olan neoliberal ekonomik ortamda,  Almanya’nın ihracatını  delokalizasyon ve deregülasyon tehlikesi ile baş başa bırakarak  aşağı çekecek, Almanya’dan sermaye kaçışına yol açacaktı. 2000’li yıllardan itibaren alman sendikalarının ücret artışları taleplerinin son derece sınırlı kalmasına yol açan ve dış gözlemcilerin kavrayamadıkları sermaye karşısındaki (r.g.) teslimiyetçi politikaları söz konusu nedene bağlı olmuştur. (bir anlamda Alman sendikaları küreselleşen ekonominin yarattığı deregülasyon ve delokalizasyon ve bunlara bağlı işsizlik tehdidi karşısında sermaye karşısında fazla mücadeleci bir çizgi izleyememişlerdir. r.g.)

Euro’nun ilk döneminde Almanya ekonomisine kıyasla bünyesel olarak enflasyonist olan  Akdeniz Avrupa ülkelerinin ekonomileri, hem reel olarak negatif olan faiz oranlarından  hem de kamusal borçlanmalarının pahasının ciddi olarak düşmesinden yarar gördüler. Söz konusu dönemde Avrupa komisyonu tarafından da ekonomileri desteklenen bu ülkelerin, borç ödeme kapasitelerinin (solvability r.g.) garanti edildiği görüldü. (Euro bölgesi içerisindeki Akdeniz Avrupa devletleri).  Dolayısıyla o dönemde Güney Avrupa ülkeleri ekonomik gelişme yaşarken, Almanya ekonomisi ise durgunluk (stagnation r.g.), yüksek bir işsizlik oranı ve borçlanma ile karşılaştı.

 Söz konusu durum 2008 krizi ile tamamen ters yüz oldu. Neoliberal mitolojinin savladığının aksine “Hartz reformları”nın (2003-2005 yılları arasında sosyal demokrat Alman şansölyesi Shröder döneminde emeğin esnekleştirilmesi doğrultusunda yapılan ve Wolkswagwn CEO’su Hartz’ın önayak olduğu sözde reformlar r.g.) söz konusu ters yüz oluşla pek bir ilgisi olmadı. Söz konusu “reformlar”  (Harz reformları r.g.) kamu harcamalarını özellikle işsizlik sigortasını kısma yönünde düzenlemeler getirdi ve Alman ekonomisinin esas gücünü oluşturan sektörler dışında düşük ücretlerin yaygınlaşmasına yol açtı. Ancak 2008 krizi ile birlikte Alman ekonomisi açısından kurtarıcı olan şu oldu: Alman ekonomisi 2008 döneminde dünya pazarına yüksek kaliteli ürün sunabilecek durumda idi. Dolayısı ile Alman ekonomisi Euro ekonomisi bünyesinde iç talebe bağlı olan ülkelerinkine kıyasla 2008 krizinden ( bütçesel krizler ve toksik krediler) çok daha az zarar gördü. Ayrıca güney avrupa ülkelerinin kamusal borçlarını toplu bir sigorta sistemi içerisinde eritme (mutualiser r.g.) opsiyonu da gerçekleşmediğinden (Avrupa Birliği antlaşmaları böylesi bir olanak sunmuş iken) yüksek oranda borçlanmış olan bu güney ülkeleri çok daha yüksek faiz oranları ödenmek durumunda kaldılar ve bu durum söz konusu ülkelerin (kırılgan ekonomilerini r.g.) nerede ise iflasa sürükledi. İşte Almanya böylesi bir bağlam (kontekst) içerisinde Avrupa’nın yeni egemeni oldu.



Wolfgang Streeck

Kolonya, Max Planck Enstitüsü Emeritüs Müdürü,
“Satın alınmış zaman, Demokratik kapitalizm bünyesinde sürekli ertelenen kriz” Gallimard, 2014 kitabını yazarı.

Yukarıdaki metin, “Tesadüfi Egemenlik” adlı daha uzun bir metnin giriş bölümünü oluşturmakta.

Hiç yorum yok: