EURO’nun 1990’larda ortaya çıkışının kısa bir tarihçesine göz atarken
Solu çökertme
stratejisinin bir parçası olarak Avrupa Para Birliği
(Küreselleşme, neoliberalizm, Avrupa
sosyalizminin sefaleti v.s.)
Rasit Gökceli, Y.Bölge Plancısı, mimar
Mayıs 2015
Kolonya, Max Planck Enstitüsü
Emeritüs Müdürü, Wolfrang Streeck’in Euro’nun ortak para birimi olarak AB
ülkeleri tarafından kabul edilişi ve Alman Ekonomisinin AB içerisinde başat
konuma gelmesi sürecini inceleyen yazısı bir zamanlar Avrupa Birliği’ne olumlu
gözlerle bakmış olanları esaslı sürprizler ve düş kırıklıkları ile yüz yüze
getiriyor.
Yazı Euro’nun devreye girişi esnasında başlıca AB ülkeleri olan Almanya ve
Fransa’nın beklentilerini irdeliyor. Almanya’nın 1990’larda Avrupa’nın siyasi birlikteliğine öncelik
verir iken parasal birliğe (Euro) o denli sıcak bakmadığını anlatıyor.
Yazıyı okuduğumuzda, Euro’nun kuruluşundan Almanya ve Fransa’nın
beklentilerinin farklı olduğunu, Almanya’daki muhafazakar Kohl hükümetinin
istikrar ve sıkı para politikalarından ödün verileceği endişesini taşıdığını
görüyoruz. Fransa’nın ise AB ekonomisi içerisindeki Almanya Merkez Bankası
Bundesbank’ın hakim konumunu müşterek para birimi sayesinde bir ölçüde
kırabileceği umudunu taşıdığını anlıyoruz. Fransa ve İtalya’nın müşterek para
birimine geçilmesinin bünyesel işsizlik sorunlarını aşmada yardımcı olacağı
beklentisi içerisinde olduklarını da görüyoruz.
Almanya’nın ise 1990’lı dönemde Batı doğu Almanya birleşmesini
hedeflediğinden ve bu konuda diğer Avrupa ülkelerinin desteğine muhtaç
olduğundan isteksizce de olsa Müşterek para birimi Euro’ya geçilmesini kabul
etmek durumunda kaldığını öğreniyoruz.
Euro’nun müşterek para birimi olarak kabul edildiği dönemde Almanya,
ekonomisinin fondamantellerine (temel yapısına)
güvendiği için eninde sonunda AB ekonomilerinin Alman modeline uymak
zorunda kalacağı hesabını yaparak Euro’ya geçilmesini onayladı.
Ancak Doğu Almanya - Batı Almanya birleşmesinin de ekonomik yükünü taşıyan
Almanya müşterek para birimine geçildiğinde AB ülkeleri içerisindeki faiz
oranlarının yüksekliği karşısında zora girdi. Zira Almanya’daki enflasyon son
derece düşük idi. Ayrıca güney Avrupa ülkeleri o dönemde elverişli faiz
oranları ile borçlanabildiler. Almanya sermayesi ise güçlü sendikaların talep
ettiği yüksek ücretlerle baş etme zorunda kaldı. Almanya ekonomisi ancak 2008
krizinden sonra toparlandı. Diğer Avrupa ülkeleri yüksek borçlar ve kırılgan
ekonomileri ile 2008 krizini Almanya kadar rahat atlatamadılar. Almanya yüksek
kalitedeki ürünlerini ihraç edebilme potansiyeli ile krizi rahat atlattı ve
Streek’in makalesinde görülebileceği gibi AB ekonomisi içerisinde başat bir rol
üstlendi.
Ama meselenin özü 1970’lerde başlayan neoliberal dalga idi. Küreselleşme
ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher ile dünyaya kendini empoze ettirmeye
başladı.
Almanya’da sendikalar, Fransa’da Komünist Partisi güçlü konumda idiler.
Neoliberal dalganın Alman sendikalarının ve Fransız Komünist Partisinin
gücünü kırması gerekiyordu.
Böylesi bir bağlamda küreselleşmenin AB bölgesinde hakimiyet kurabilmesi
için müşterek para birimi Euro sanıldığından çok daha önemli bir rol oynadı.
Müşterek para birimine geçildiğinde ülkeler bağımsız olarak paralarını
devalüe edememe durumunda kaldılar. Güçlü para birimi Euro onlara artık o
olanağı vermiyordu.
Bu durumda küreselleşme ortamının
getirdiği delokalizasyon deregülasyon ortamı içerisinde Komünist Partiler ve
Sendikalar işçi sınıfının çıkarlarını gerektiği gibi savunamadılar, sermaye
karşısında teslimiyetçi bir tavır takındılar.
Euro’ya geçilirken Fransa’nın sosyalist başkanı Mitterand ve onun Maliye
Bakanı Delors bilerek ve taammüden (önceden tasarlayarak) işçi sınıfını
savunmalarını sağlayacak ekonomik ortamı ortadan kaldırdılar. Euro işçi
sınıfını işsizlik ve asya ülkelerinin küresel rekabet karşısında savunmasız bıraktı. Nitekim
Mitterand iktidarında Fransız Komünist Partisi giderek küçüldü ve
marjinalleşti.
1981’de iktidara gelen “sosyalist” Mitterand aslında Reagan ve Tacher’in
azgın neoliberal küreselleşme stratejilerinin bir ortağı idi!
“Paranın 5000 yıllık tarihi” adlı eserin yazarı Graeber’den öğrendiğimiz
gibi sağlam para birimlerinin arkasında kuvetli birer ordu ve silahlı güç
vardır.
O halde AB’nin silahlı gücü olmadığı arkasındaki gücün ABD ordusu olduğu
gerçeğine rağmen ve ABD doları’nın senyoritesi mevcut iken ve 1971’den itibaren
ABD doları ile altının ilişkisi Nixon tarafından kaldırılmış iken neden 1990
sonlarında AB içerisinde ABD dolarına alternatif gibi görülebilecek müşterek
para birimi Euro’ya geçildi ?
Bu sorunıun cevabı aşağıda çevirisini sunduğum Sreeck’nın “Almanya İsteksi
Güç” yazısında var.
Müşterek para birimi
Euro, işçi sendikaları ve komünist partilerin mücadele gücünü kırdı. Çünkü
Küreselleşme koşulları içerisinde bireysel devaülasyon olanağı kalmayan
ekonomiler delokalizasyon ve deregülasyon enstrümanları ile işçi sınıfına ölümü
gösterip sıtmaya razı ettiler !
Bu durumda Euro senyoritesi olmasa da arkasında gerçek askeri gücü
bulunduran ABD doları’nın himayesinde 1970’lerde başlayan küreselleşme
dalgasının finansal bir enstrümanı olarak görev gördü.
Avrupa Birliği’nin ve AB sosyalizminin sefaletine dair Euro anlatısı burada bitiyor.
http://www.monde-diplomatique.fr/2015/05/STREECK/52905
Almanya Ekonomisi Avrupa
bünyesi içerisinde nasıl başat güç haline geldi
Wolfrang Streeck,
mayıs 2015
Çeviri: Raşit Gökçeli
Almanya Avrupa
içindeki hegemonik durumunu iki ögeye borçlu : Avrupa parasal birliği ve 2008
krizi. Esasında bidayette Almanya Euro’ya geçilmesini arzulamamıştı.
Almanya’nın ihracata yönelik sanayisi 1970’lerden itibaren Avrupa ülkelerindeki
devalüasyona yönelik ekonomiler karşısında son drece sağlıklı idi. Almanya
diğer Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin sürekli devalüasyon yapmasından
yararlanıyor ve bu sayede nitelikli pazarlara ulaşmada konumsal avantajlar
sağlıyordu. Avrupa içerisinde para birliğini (Euro) arzulayan Fransa idi.
Fransa Euro’ya geçmeyi iki nedenle istedi: Birinci neden Frankın mark
karşısında sürekli devalüasyona uğramasının yarattığı sıkıntılı durumdan kurtulmak, ikinci neden ise Fransa’nın Doğu
Almanya Batı Almanya birleşmesinden sonra doğacak Birleşik güçlü Almanya’yı Avrupa Birliği bünyesinde
bir ölçüde zapt ü rapta alabilmek umudu idi.
Euro tasarlanışı
itibari ile içinde çelişkiler barındıran bir yapı görünümünde idi. Fransa ve
İtalya gibi diğer Avrupa ülkeleri Avrupa Merkez Bankası gibi hareket eden Bundesbank
(Almanya Merkez Bankası) tarafından empoze edilen sert parasal politikalara
boyun eğmek zorunda kalmaktan sıkıntı duyuyorlardı. Euro sayesinde bir miktar
dahi olsa parasal egemenliklerine yeniden kavuşabilme umudunda idiler.
Bundesbank’ın sıkı para ve istikrar politikalarının bir ölçüde esnetilmesi
Fransa, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde tam istihdam hedeflerine
yönelebilmek amacı ile bu ülkeler tarafından arzulanmakta idi. Öte yandan dönemin
Fransız Cumhurbaşkanı François Mitterand, onun maliye bakanı Jacques Delors ve
İtalyan Merkez Bankası kendi ülkelerindeki Komünist Partilerine ve sendikalara
esaslı bir darbe indirebilmek amacı ile daha sıkı bir parasal rejime geçmeyi tasarladılar.
Böylelikle paralarını devalüe edemeyen ekonomik iklim içerisindeki “sol” un
ekonomik ve politik hedeflerinden taviz vermeye zorlanacağını tasarladılar. (delokalizasyon ve deregülasyon tehdidi. r.g)
O dönemde Almanya’da Bundesbank ve
ekonomik çevreler genellikle liberaller
ve Keynes karşıtlarından oluşuyordu. Bu çevreler parasal birliğe karşı idiler.
Parasal birliğin Almanya’daki “istikrar
kültürünü” tehlikeye atacağını düşünmekte idiler. Helmut Kohl (dönemin
Almanya Şansölyesi r.g.) Parasal birlikten önce politik birlik sağlanması
taraftarı idi. Ancak Avrupa’daki ortakları aynı görüşte değil idi. O sırada
Almanya’nın birleşmesi gündemde olduğu için, birleşmeyi tehlikeye atmama uğruna
isteksiz de olsa Kohl politik birliğin parasal birliğin ardından geleceği umudu
ile parasal birliğe razı oldu. Kohl’un
kendi politik grubu her şeye rağmen parasal birliğe muhalif idi. Kohl, kendi
politik grubunu ikna etmek için ortak parasal rejimin aslında Almanya ve
Bundesbank modelini izlemek durumunda kalacağı savını ileri sürdü.
Euro’nun kuruluş döneminde Alman
hükümeti Euro’yu kendi seçmenine benimsetmek için, Euro “mark kadar istikrarlı”
(bir döviz r.g.) olacaktır demiştir.
Aynı dönemde Almanya’nın Avrupa’daki ortakları her ne olursa olsun bir çözüm
aradıkları için Almanya parasal birlik anlaşmasını onayladı. Almanya’nın
beklentisi anlaşmanın ekonomik gerçekler ışığında kendi istekleri doğrultusunda
zaten değişime uğrayacağı idi. 1990’lı yıllarda ise OCDE ülkeleri başta ABD
olmak üzere, bütçelerin (sıkı para r.g.) konsolidasyonu ile birlikte parasal-fiinansal
neoliberal bir rejime dönüşeceğini hedeflediler. Dönemin beli başlı kriterleri ekonomilerin
borçlanmasın Gayrisafi Milli Hasılanın % 60’ı ile sınırlandırılması ve kamusal
açığın GSMH’nın % 3’ü aşmaması olmuştur. Zaten söz konusu kriterlere uymayı
beceremeyen ekonomilere finans pazarları tarafından “kuşkulu ekonomiler”
yaftası yapıştırılacağı açıktı.
Günümüzde parasal birliğin meyvelerini
yiyen ekonomiler Almanya, Hollanda, Avusturya ve Finlandiya olmuştur. Gene de
bu ekonomilerin “başarılarının” tam anlamı ile perçinlenmesi 2008 kriziden
sonraya rastlar. Aslında parasal
birliğin (euro r.g.) yürürlüğe girdiği ilk dönemlerde Almanya “Avrupa’nın hasta
adamı” oldu. Çünkü BCE (Avrupa Merkez
Bankası) tarafından, Avrupa ülkelerinin ekonomik durumları göz önünde
tutularak, o dönemde saptanan faiz oranı düşük bir enflasyon seviyesi içindeki Almanya ekonomisi için fazlaca yüksek idi.
Böylesi sanayileşmiş ve ihracat gelirlerine dayanan bir ekonomide (alman
ekonomisi r.g.) mücadeleci Alman (r.g.) sendikalarının talep edecekleri ücret
artışları, dünyaya egemen olan neoliberal ekonomik ortamda, Almanya’nın ihracatını delokalizasyon ve deregülasyon tehlikesi ile
baş başa bırakarak aşağı çekecek,
Almanya’dan sermaye kaçışına yol açacaktı. 2000’li yıllardan itibaren alman
sendikalarının ücret artışları taleplerinin son derece sınırlı kalmasına yol
açan ve dış gözlemcilerin kavrayamadıkları sermaye karşısındaki (r.g.) teslimiyetçi
politikaları söz konusu nedene bağlı olmuştur. (bir anlamda Alman sendikaları
küreselleşen ekonominin yarattığı deregülasyon ve delokalizasyon ve bunlara
bağlı işsizlik tehdidi karşısında sermaye karşısında fazla mücadeleci bir çizgi
izleyememişlerdir. r.g.)
Euro’nun ilk döneminde
Almanya ekonomisine kıyasla bünyesel olarak enflasyonist olan Akdeniz Avrupa ülkelerinin ekonomileri, hem
reel olarak negatif olan faiz oranlarından hem de kamusal borçlanmalarının pahasının
ciddi olarak düşmesinden yarar gördüler. Söz konusu dönemde Avrupa komisyonu
tarafından da ekonomileri desteklenen bu ülkelerin, borç ödeme kapasitelerinin
(solvability r.g.) garanti edildiği görüldü. (Euro bölgesi içerisindeki Akdeniz
Avrupa devletleri). Dolayısıyla o dönemde
Güney Avrupa ülkeleri ekonomik gelişme yaşarken, Almanya ekonomisi ise
durgunluk (stagnation r.g.), yüksek bir işsizlik oranı ve borçlanma ile karşılaştı.
Söz konusu durum 2008 krizi ile tamamen ters
yüz oldu. Neoliberal mitolojinin savladığının aksine “Hartz reformları”nın (2003-2005
yılları arasında sosyal demokrat Alman şansölyesi Shröder döneminde emeğin
esnekleştirilmesi doğrultusunda yapılan ve Wolkswagwn CEO’su Hartz’ın önayak
olduğu sözde reformlar r.g.) söz konusu ters yüz oluşla pek bir ilgisi olmadı.
Söz konusu “reformlar” (Harz reformları
r.g.) kamu harcamalarını özellikle işsizlik sigortasını kısma yönünde
düzenlemeler getirdi ve Alman ekonomisinin esas gücünü oluşturan sektörler
dışında düşük ücretlerin yaygınlaşmasına yol açtı. Ancak 2008 krizi ile
birlikte Alman ekonomisi açısından kurtarıcı olan şu oldu: Alman ekonomisi 2008
döneminde dünya pazarına yüksek kaliteli ürün sunabilecek durumda idi. Dolayısı
ile Alman ekonomisi Euro ekonomisi bünyesinde iç talebe bağlı olan
ülkelerinkine kıyasla 2008 krizinden ( bütçesel krizler ve toksik krediler) çok
daha az zarar gördü. Ayrıca güney avrupa ülkelerinin kamusal borçlarını toplu
bir sigorta sistemi içerisinde eritme (mutualiser r.g.) opsiyonu da
gerçekleşmediğinden (Avrupa Birliği antlaşmaları böylesi bir olanak sunmuş
iken) yüksek oranda borçlanmış olan bu güney ülkeleri çok daha yüksek faiz
oranları ödenmek durumunda kaldılar ve bu durum söz konusu ülkelerin (kırılgan
ekonomilerini r.g.) nerede ise iflasa sürükledi. İşte Almanya böylesi bir bağlam
(kontekst) içerisinde Avrupa’nın yeni egemeni oldu.
Wolfgang Streeck
Kolonya, Max Planck
Enstitüsü Emeritüs Müdürü,
“Satın alınmış zaman,
Demokratik kapitalizm bünyesinde sürekli ertelenen kriz” Gallimard, 2014
kitabını yazarı.
Yukarıdaki metin,
“Tesadüfi Egemenlik” adlı daha uzun bir metnin giriş bölümünü oluşturmakta.