Bir
plancı gözünden
Selçuk
Altun Okumaları
Raşit
Gökçeli, Y. Bölge Plancısı (ODTÜ), Mimar (İTÜ)
Ekim
2019
Selçuk Altun, Ardıç Ağacının
Altında, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2017
Selçuk Altun, Buraları Rüzgâr, Buraları Yağmur, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2017
Selçuk Altun, Annemin
Öğretmediği Şarkılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, İstanbul,
2018
Selçuk Altun, Bizans Sultanı,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2018
Selçuk
Altun’u edebiyat meraklıları OT dergisi, daha önce Cumhuriyet Kitap’taki yazılarından
tanırlar.
Kişisel
olarak ne zaman o yazılara baktı isem hiçbir zaman sıkılmadığım gibi onlar
bende, değindikleri pek farklı edebiyat alıntıları, anektodları dolayısı ile
değişik kaynaklara yönelme dürtüsü uyandırmışlardır.
Aynı hissi
yukarıda sırası ile alıntıladığım Selçuk Altun romanlarını okurken de yaşadım.
İlk okuma
: “Ardıç Ağacının Altında”
Kitap, bir finans yırtıcısının imana
gelip Hulusi Kentmen karakterine bürünmesi görüntüsü altında aslında yirminci
asır Türkiye'sinin esaslı bir analizini sunuyor.
Keşke dış dünya -kerameti kendilerinden
menkul- dışta 'best seller' olmuş yazarlarımızın oryantalist yapıtlarından
değil de Selçuk Altun gibi romancılarımızdan okusa idi Türkiye'yi.
Kitap oldukça cesur pasajlar içeriyor.
(200. sahife ve sonrası; Zihni karakteri).
Kitapta anlatılan Tirebolu'yu okuduktan
sonra düşündüm ki :
Türkiye'miz tarihi boyunca egemenlerin
tüm indirgeyici çabalarına karşın ülkemiz bir kültürler ve milletler potası
(melting pot) olageldi, ve rejim ne olursa olsun bu özelliği de değişmeyecek !
"Ardıç Ağacının Altında"nın
okuyucusu sanırım bu gerçeği idrak edecektir.
Selçuk Altun’un üslubu sürükleyici,
anlatının rastlantısal unsurlarının örüntüyü sürüklemesi doğal.
Esasen, "Rastlantılar en iyi
romancıdır" deyişi Balzac'ın değil midir ?
İkinci ve Üçüncü Okumalar : “Buraları
Rüzgâr,
Buraları Yağmur” ; “Annemin Öğretmediği Şarkılar”
Selçuk Altun’un söz konusu iki
yapıtı bir plancı olarak bende Türkiye’nin DNA’sını çözmüş bir gözlemcinin
roman tekniğinden de başarılı bir biçimde yararlanarak oluşturduğu İstanbul ve
Türkiye çözümlemesi, sentezi izlenimi yarattı.
İki yapıtın karakterlerinin son
derece benzeşmesi Selçuk Altun’un aynı konunun iki varyasyonunu kaleme almayı
tercih ettiğini düşündürdü.
Bunda hiçbir mahzur görmediğim
gibi her iki varyasyona da sürükleyici bir anlatım eşlik edince ortaya ayrı
ayrı ya da her ikisi ilgi ile okunabilecek iki novella ortaya çıkmış.
Ancak söz konusu iki romanda
karakterlerin yanısıra romanın mekanı İstanbul da oldukça ilginç bir bakış
açısı ile anlatılmış.
Örnek mi : Roman
kahramanlarının biriinin ağzından şu Tarlabaşı tasviri: …” Kaleydoskopik biçemli
sokaklarına, delişmen taksici ve seyyar satıcıların itibar etmemesinden
hoşnuttum. Battal pencerelerdeki umutsuz kadınların, aksanlı Türkçe veya
Kürtçeyle çocuklarını azarlayıp rahatladığını görürdüm. Cephesi de soluk küflü
binalardan kavga sesi yükselmeyen hane, “sapık” diye mimlenirdi.”… (Annemin
Öğretmediği Şarkılar, s. 16)
Her iki romanda zengin, bilge,
çok akıllı bir karakter ile hayatta tek başına yolunu bulmuş, kendini toplumun
değişik kulvarlarında bileğinin gücü ile yarattığı fırsatlardan yararlanarak
yol almaya çalışan bir karakter sarmal halinde ve adeta yazarın pek sevdiği bir
değiniş ile “simbioz” halindeki interaksiyon
içerisinde. Romanların örüntüsü / entrikaları içerisinde birbirlerine
asimptotik bir biçimde yaklaşan söz konusu karakterler elbettre hiçbir zaman
tam olarak çakışmamaktalar.
Bu birinci ikilem.
İkinci ikilem, iki farklı
İstanbul’un, bildiğimiz imarlı, düzgün modern İstanbul’un yanısıra gayrıresmi
sektörün biçimlendirdiği, “gecekondulu, işportalı, dolmuşlu” imar aflarıyla
kendine yaşam alanı açmış, velhasıl enformel sektörün İstanbul’unun yanyana
sarmal ve gene de “simbioz” halindeki müşterek varlıklarının roman karakterleri
aracılığı ile başarılı bir biçimde verilmesi.
Selçuk Altun romanlarını satır
aralarını da es geçmeyerek derinlemesine okursanız birçok kültürel bilgi
yanısıra, Türkiye’nin derin DNA’sına da vakıf olacaksınız.
Bütün bunların yanısıra ben
romandaki hafif polisiye tarzına göndermeleri de benimsedim. Bu tarzın okumayı
daha akıcı ve rahat kıldığını düşündüm. Kitabın post modern olarak
değerlendirilmesi ya da değerlendirilmemesi umurumda değil. Bence önemli olan
yapıtın okuyucuya kültürel planda zenginlik katması, fiksiyonun başarılı olması.
Ancak iyice benimsediğim bir
başka özellik ise bölüm başlarında edebiyatın kalbur üstü şairlerinden yapılan
alıntılar oldu. Neden mi ? Çünkü biz nesirle hiçbir zaman iyi bir şairin tek
bir mısrada ilettiği imgeyi aynı şiddetle vurgulayamayacağımız inancında
olduğumdan.
Dördüncü Okuma : “Bizans
Sultanı”
“Bizans Sultanı”, Selçuk
Altun’un bence epeyce sofistike bir İstanbul güzellemesi.
İstanbul’un 2500 yıllık
tarihinin Osmanlı öncesi Bizans dönemini en ince ayrıntıları ile ele alması, İstanbul’u
bir dünya metropolü olarak Bizans, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti devamlılığında
(continium) ele alması yazarın diğer eserlerinde alttan alta vurguladığı
kültürler, kavimler potası (melting pot) temasını sürdürdüğünü, elden
bırakmadığını gösteriyor.
“Bizans Sultanı” bir ölçüde
polisiye tekniği kullanılmasına karşın İstanbul’a ait, Bizans dönemine ait
derinlemesine bilgileri, anlatının akıcılığını bozmaksızın okuyucuya sunuyor.
Öyle ki, ben yer yer “Ernest
Mamboury”nin İstanbul rehberi, ( Constantinople: Guide Touristique, John A
Rizzo éditeur, 1929 ) ile Reşat Ekrem Koçu’nun kitaplarını anımsamadan
edemedim.
“Bizans Sultanı” ayrıca son
dereceli eğlenceli bir fantezi olarak da okunabilir.
Yazar kitaba, okuyucuya çok
hoş zaman geçirecek anekdotlar serpiştirmiş durumda. Ayrıca mizah unsuru da
fazlası ile mevcut kitapta.
Yazar kendi kendisi ile de
dalga geçmeyi ihmal etmemiş. (Auto derision) tekniğinin başarılı bir uygulaması
ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Kültür dağarcığını
genişletirken aynı zamanda bol bol eğlenmeyi seven okuyucunun “Bizans Sultanı”
ile hoş vakitler geçireceğini düşünüyorum.
Selçuk Altun yazı yazmaktan,
kültürel alandaki bilgilerini okuyucu ile paylaşmaktan yüksünmeyen bir yazar.
Yazıkları ise satır araları ve alt mesajları okuyabilenler için umulmadık
zenginlikler içeriyor.