Roman
Formatında bir Büyükkent Çevre Mahallesi Monografisi
Günümüz
siyasi panoramasını anlamak için…
Ali Dilber; İstanbul
Falcısı, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2011
Raşit
Gökçeli, Yüksek Bölge Plancısı, Mimar
Ağustos
2014
“İstanbul
Falcısı” Ali Dilber’in roman formatında yazdığı bir kitap. Kitap 1970’lerin
başında İstanbul’un periferisinde, Küçükçekmece gölü sırtlarında yeni yeni
kurulan gecekondu mahallelerinin birinde yaşayan oldukça içe dönük, aşırı dinci
bir grubun öyküsü. Gecekondu gerçeği, grubu temsil eden tipik bir ailenin
kambur çocuğu Bekir’in bakış açısı ve anlatısı etrafında, en ince ayrıntıları
ile ve adeta sosyolojik bir monografi titizliği içerisinde ayrıntıları ile
gözler önüne serilmekte..
Ali
Dilber sinema kökenli bir kişi. Başta Ömer Lütfi Akad olmak üzere içlerinde Halit Refiğ gibi belli başlı birçok
sinema adamı ile çalışmış bir kişi. Yazdıklarını okuyan bir okuyucu, Ali
Dilber’in anlatısının sinemaya uyarlanmaya ne kadar uygun olduğunu derhal fark
edecektir.
Okuyucu
“İstanbul Falcısını elinize alır almaz daha ilk sahifeden itibaren, İstanbul’un
Küçükçekmece sırtlarına göç etmiş bulunan “karalar” ailesinin büyük metropol
içerisindeki macerasını, tüm yönleri ile öğrenmeye başlıyor. Gecekondu
mahallesinin nasıl kurulduğu, oturanların büyükkentin iş organizasyonu
içerisindeki konumları, mahallenin ekonomik, sosyolojik, siyasi özellikleri
roman karakterleri aracılığı ile tek tek netlik kazanıyor.
Roman
kahramanı Bekir ve bir miktar “ileriyi görme yetisine” sahip ablası Sevdiye
aracılığı ile gecekondu mahallesinin o tarihlerdeki inanılmaz tutuculuğu,
modernizme, Cumhuriyet kazanımlarına karşı oluşu, en ince ayrıntıları
içerisinde ve gündelik konuların tasviri aracılığı ile fasıl fasıl anlatılıyor.
Aşırı
dinci bir taassubun etkisindeki mahalle, Çevredeki “tül” fabrikasının ve o
fabrikanın dönemin siyasi iktidarı ile oluşturduğu kliantelist ilişkiler
çerçevesinde iki buçuk milyon nüfustan on dört buçuk milyon nüfusa doğru yol
alacak bir megapolün içerisinde “kendi özel karanlık”, “dış dünyaya ve değişime
kapalı” evrenleri içerisinde, tül fabrikasının patronunun patronaj
ilişkilerinin gölgesinde bilmeden de olsa metropolün girdabına kapılıveriyor.
Cumhuriyetin
okuluna, latin alfabesine, sendikaya, “gök gözlü deccal’e”, Kıbrıs harekatını
yapan Ecevit’e, elbette “dinsiz imansız solculara”, “suyun öte tarafından
gelen” ve kadınları açık kollu giyen göçmenlere, hatta milliyetçi “kurtçu”lara
bile karşı olan grup, masa yerine yer sofrasında yemekte, evin içine su
tesisatı bile döşemekten hoşlanmamaktadır.
Ancak
büyükkentin girdabı ister istemez bu grubu bile etkileyecektir.
Zaman
çılgın enflasyon dönemidir.En dindar grubun içerisinde bile kişilerin özgün
karakterine bağlı olmak üzere davranış farklılıkları baş göstermeye başlar.
Kimi “bir lokma bir hırka” zihniyeti ile devam ederken dindar grubun bazı
üyeleri evlerinin arkasında ya da alt katlarındaki depoda “stokçuluk” yaparak
enflasyondan nemalanmaya başlamaktadır.
Beş,
on çocuk doğuran kadınlar da artık eve “su bağlamak” için kocalarını ikna
etmekte, içlerinde bazıları ise yer sofrasından masaya geçmekte, kazanılan
paraya bağlı olarak gecekondu adım adım gelişip büyüdükçe, bahçenin dışındaki
helalar evin içine alınmaktadır.
Kitap
giderek bu içine kapalı grubun ister istemez gelişen metropolün dinamiklerine
bağlı olarak zor da olsa, azar azar da
olsa adım adım “değişime” maruz kaldığını bir sosyolojik monografi titizliği
ile gözler önüne seriyor.
Ali
Dilber’in romanını herhangi bir kent sosyolojisi dersinde okuma kitabı olarak
öneriyorum.
Devleşen
İstanbul metropolünün gelişme süreci içerisinde “kapalı”, “kendi içine dönük”
bir sosyolojik grubun hangi menanizmalar aracılığı ile “değişime” uğrattığını
mükemmel bir biçimde anlatan bir kent romanı ile karşı karşıyayız.