Süheyl Kırçak’ın “Görme Biçimi”
Raşit Gökçeli
Dünya
üzerinde 1968 rüzgarları eserken Mimarlar Odası da 1970’lerde değişim
kervanında yerini aldı. “Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde” özdeyişi ile
simgeleşen söz konusu atılım o dönemde toplum düzenine meslekleri aracılığı ile
müdahale etmeyi amaçlayan nitelikli bir kadroyu seferber etmişti.
Şimdilerde
de adları kimseye yabancı gelmeyecek olan Teoman Öztürk, Yavuz Önen, Ali Artun,
Sait Kozacıoğlu ve onlarca, yüzlerce mimar, plancı, Türkiye’nin planlama
vizyonuna bugün dahi izdüşümüne rastlanabilecek bilimsel ve mesleki katkı
sundular.
“Fiziki
yapı toplumsal formasyonun birebir izdüşümüdür” ; “Kent toprakları kamunun malı
olmalıdır” gibi önemli savlar o dönemin meslek odası Mimarlar Odası tarafından
kamuoyuna sunuldu. Bu alanda mesleklerini en nitelikli bir şekilde uygulayan
bir grup plancı ve mimar, “organik aydın” olmanın ilk örneklerinden birini
ülkemizde uyguladılar. Öncü bilimsel katkılar sundular.
Bu
kadronun önemli temsilci ve önderlerinden biri ise Süheyl Kırçak idi.
Süheyl,
1963 yılında birincilik ile kazandığı ODTÜ Mimarlık Fakülte’sinden 1967 yılında
gene birincilik ile mezun olmuştu. Dönemin önde gelen mimarlarından Şevki Vanlı
ve Vedat Dalokay ile çalıştı.
Süheyl
başarılı meslek yaşantısı ile yetinmeyerek meslek odasında da yöneticilik
yaptı. Türkiye’deki teknik elemanları da toplumsal ve siyasal bir vizyon sahibi
kılmanın teorik ve pratik çalışmalarını yönetimsel planda başarı ile yürüttü.
Bu uğurda bedeller de ödedi.
Meslek
Odası Yönetim Kurulu arkadaşı, dostu, yoldaşı olmak yaşantımın bir ayrıcalığı
olmuştur. Ancak bugün geçen zamana ve arkama baktığım zaman Süheyl’in beni
etkileyen özelliğinin, onun fevkalade kendine has “görme biçimi” olduğunu
söyleyebilirim.
John
Berger bu kavramı kullanırken büyük ressamlardan örnekler getirir.
Kavramı
Toulouse Lautrec için ödünç alırsak onun genç şaşaalı kariyerlerinin zirvesinde
bulunan insanları, kabare dansözlerini otuz kırk yıl sonrasındaki çökmüş,
hayatın sillesini yemiş biçimindeki tasvirlerini tuale aksettirmesindeki
insanlık dramının “bir görme biçimi” olarak ressamın deha ve özgünlüğünü
oluşturduğunun ayırdına varabiliriz.
İşte
Süheyl de demin sözünü ettiğim o 1968’lerin değişim rüzgarı içerisinde
zirveleri yoklayan teknik eleman hareketinin otuz kırk yıl sonrasındaki “çökme,
gerileme, yaşam enerjisini yitirme” durumunu sanki bir kehanet sahibi imişçesine
gören birisi idi.
Bu
“görme biçimi” elbette yürütülen mücadeledeki teorik ve pratik eksiklikleri
herkesten önce görüp yapıcı ve uyarıcı eleştirileri, zaman zaman sert ve
acımasızcasına da olsa dürüstlük ve açıklıkla yapabilmesinden kaynaklanmakta
idi.
Süheyl’i
Touluse Lautrec ile zihnimde eşleştiren elbette fiziksel özelliği değil bu
olağanüstü vizyonu idi.
Hayatta
böylesi özgün bir “görme biçimi”ne sahip olan bir insanı tanımış olabilmek kim
olursa olsun herkese nasip olabilmeli.