2. Dünya Savaşı Ertesinde Türk Metropollerinde Sosyal Değişim Kalıpları
Prof. Dr. Mübeccel Kıray ile Söyleşi
( 09.11.1994 )
Raşit Gökçeli, Y. Bölge Plancısı, Mimar.
Zekâi Akay, Şehir Plancısı.
1945'lerin sonuna kadar dünya iktisadi buhranına rağmen Türk kentlerinde batı standartları ile özdeşleşmiş bir şehirli kitlesi bulunuyordu. 1940'larda, kentlerimizde büyük sanayi yoktu. Ancak, hizmetler ve altyapı, 19. yüzyılın başından itibaren ve cumhuriyetin ilk dönemlerinde göreli olarak gelişmişti. Bu dönemde, kentlerde, batıda oluşan şehirli yaşam temposu, sosyal ve kültürel ögeleriyle benzer biçimde mevcuttu. Hatta bir ölçüde, hizmetlere ilişkin ücretli kesimin varlığı ve az gelişmiş de olsa sanayi dolayısı ile batı standartlarına uygun işçi işveren ilişkileri de görülüyordu. Örneğin tramvay grevinde görüldüğü gibi işçi hareketleri de vardı. Oysa 1950'lerden itibaren iki değişik süreç, klasik kentli orta katmanların kent içerisindeki başat konumunu alttan ve üstten kemirmeye, sıkıştırmaya başladı.
Tarımdaki mekanizasyon ve antibiyotik kullanımının kırsal alanlarda da yaygınlaşarak genel sağlık düzeyinin yükselmesi sonucunda oluşan nüfus baskısı, kırdan kentlere ilk göç dalgasını oluşturdu. Bu ilk göç dalgası ile kente gelen nüfusun gerek kent, gerekse kentsel yaşam kalıpları konusunda bilgisi yoktu. Donanımsız göçmen nüfusun kentte plansız ve donanımsız bir biçimde yerleşmesi kentin standartlarını düşürdü.
Öte yandan 2. Dünya Savaşı ertesinde gelişen büyük sermaye orta-üst -yeni zenginler- tabakası yarattı. Dolayısıyla 19. yüzyıla has kentsel modernleşmenin temsilcisi ve ürünü olan klasik orta şehirli grup, yeni gelişen gruplar arasında göreceli üstünlüğünü kaybetti: Alttan gelen göç dalgası, üstte oluşan türedi zengin gruplar, kent standartlarını temsil eden orta tabakalara ait grupları erozyona uğrattı. Avrupaya entegre olan kentli bir kültürel yaşamın kent içindeki etki alanı giderek daralmaya yüz tuttu.
O dönemin Istanbul ve Izmir'i tarım ve madencilik sektörlerindeki artık değerin toplandığı ve yönetildiği kentlerdi. Cumhuriyetin eğitim alanında getirdiği reformlar, bu reformların klasik Avrupa-rönesans çizgisine paralelliği, kentin kültürel niteliği üzerinde etkili olmuştur. Ayrıca kırsal kesimin bu dönemde kent üzerinde henüz etkisini duyurmamış olması kent yaşamında sonradan oluşacak yozlaşmalara henüz yol açmamıştı. Kısaca, bu dönemin kenti Avrupa ile aynı dalga boyunda bir kültürel yaşam tablosu sergilemektedir.
1950'lerin getirdiği kırsal göç ile türedi zengin gruplarının istilası neticesinde değişikliğe uğrayan kentsel yaşam bu kez kendine has yeni dinamikler edindi. Kırdan göç eden kesimlerin kent yaşamı içerisinde kendilerine yeni uyum mekanizmaları yaratmaları, öte yandan kent ortamında zenginleşen grupların ticari ilişkileri sonucunda dünya pazarı ile entegre olmaları nedeniyle ortaya çıkan yeni dinamikler, kentin üst yapısında değişmelere yol açtı.
Kente göç eden kırsal kesim, oldukça kapalı, kendine yeten bir ekonominin ve otarşik bir dünyanın unsurları idi. Klasik köy ortamının kültürel tekdüzeliği, bu ortamın 20-25 evden oluşan durağan yapısı, bu ortamdaki bir arada olma mekanlarının fakirliği ve yayılma mekanizmalarının folklorik pratiklerle sınırlı kalması (aşıklar tarafından 20-25 kişiye anlatılan masallar, epopeler), zaman içinde grupların kentsel yapıya uyum gösterme mekanizmalarına koşut olarak gelişmeye başladı. Sinema ve kahve biçimleri gibi toplanma alanları aşamalı olarak yeni kentlilerin sosyal ilişki ortamları içerisinde yer almaya başladı.
Bunun yanısıra, nüfusu artan kentin, etnik ve dinsel açıdan daha değişik bir kozmopolizme ulaştığı söylenebilir. Metropolleri çeşitli nedenlerle terkeden müslüman olmayan eski kentli nüfus yerine, bu kez Anadolu'nun değişik yörelerinden gelen kırsal etnik ve dinsel gruplar -henüz etnik farklılıklarının bilincinde olmamalarına ve kırda dinsel motiflerle fazla içiçe olmamalarına rağmen- dünya konjonktüründeki gelişmelere bağlı olarak bazı farklılıklar göstermeye başladılar.
Alttan gelen etki grupları olarak tanımladığımız kırsal göç unsurları patronaj ilişkileri olarak tanımlanabilecek kalıplar ile ve önce aile sonra hemşehrilik münasebetleri oluşturarak kent içerisindeki entegrasyon mücadelelerini başlattılar. San Fransisko Konferansının dünyaya empoze ettiği 'demokrasi' standartları sonucunda Türkiye'nin çok partili demokrasiye geçişi ve parlamenter demokrasinin Türk kentlerinde uygulanış biçimi, kitle partilerinin politikalarını değiştirdi. Merkez kitle partileri oy sağlamak için artık kentte belirli bir sayısal nicelik oluşturan yeni göçmenlerin desteğini sağlamak durumundaydılar. Bu nedenle ilksel aile ve hemşehrilik patronaj kalıplarına yeni bir unsur eklendi. Bu unsur siyasal popülizm idi.
Daha sonraları, soğuk savaşın dünya politik sahnesinde ortaya çıkması ile, batı metropollerinin ve özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin Marshall Planı ile oluşturdukları teknoloji ve alyapıyı (Avrupa'daki ekonomilerin canlandırılması yanı sıra) 3. Dünya ülkelerinde de geliştirme politikaları, özellikle Vietnam yenilgisinden sonra yeterli olmamaya başladı.
ABD, bu nedenle ek politikalar geliştirdi. Wilson Prensipleri içerisinde bulunan kişisel haklar meyanında, etnik ve dinsel tutucu akımların desteklenmesi politik doktrini yeniden gündeme geldi. Sosyalist Dünya ile ölümcül bir var olma savaşına tutuşan batı dünyası ve lideri ABD, Marshall Planının getirdiği altyapıya ilişkin ögelerin yanı sıra, Vietnam yenilgisinden sonra dinsel tutucu akımları da bir üstyapı mücadele mekanizması olarak soğuk savaşın temel mücadele aracı olarak 3. Dünya ülkelerinde uygulamaya başladı. Batı ideolojik planda ikinci bir cephe açtı. Bu sürecin etkisi ile metropollerde dinsel akımlar gelişmeye başladı. Bu akımlar ABD veya ABD'nin delege ettiği Ortadoğu petrol zengini ülkeler tarafından finanse edildi. Bu olayda önemli olan, etnik ve dinsel tutucu akımların kent boyutu içerisinde yeni bir uygulama alanı bulmaları ve bu nedenle gelişmeleridir.
Deminden beri incelenen patronaj ilişkileri, bu gelişme dolayısı ile ek bir boyut daha edindiler. Önceleri aile ve hemşehrilik, daha sonra çok partili düzenin klasik patronaj ilişkileri olarak ortaya çıkan yeni tür kentsel menfaat lobileri, bu kez dinsel ve etnik tutucu grupların kent içinde yeni mücadele konumları elde etmeleri dolayısı ile değişik bir dinamik kazandılar. Kentsel ortamın bu yeni mücadele ögeleri klasik patronaj ilişkilerini de dönüştürdü.
Giderek karmaşıklaşan patronaj ilişkileri bu safhada kent içerisinde güç konumuna erişilmesi yöntemlerini de geliştirdi. Bu yeni patronaj aşaması bir yandan kişisel ilişkiler temelinde yandaş edinmenin mekanizmalarını geliştirirken öte yandan kent dokusu içerisinde göreceli etkinlik ve hatta hakimiyet alanları oluşturma stratejisini de uyguladı. Böylece bir yandan özellikle dinsel ve sonraları kısmen etnik motiflerle oluşturulan lobiler, bireylerin iş bulma, eğitim esnasında yardım görme v.b. sorunlarını patronaj ilişkileri içerisinde çözerken, öte yandan bu patronaj ilişkileri, kentsel doku içerisinde belirli yoğunlaşma adacıkları oluşturarak, bölgesel (zoning) üstünlükler elde etme yolunu seçtiler. "Kurtarılmış bölgeler", klasik politik kalıplar yerine kent içi bölgesel etki adacıkları oluşturarak gerçekleştirildi. Bu yeni patronaj ilişkisi, iş bulmak ve belirli gruplara şehir hayatı sağlamak olanağını siyasi islam ideolojisi şemsiyesi altında oluşturdu. 1970'lere kadar bilinen, klasik sağ partilerinin patronaj kalıplarından daha değişik bir kalıp getirdi. Siyisi islam, bir tür yeni tip patronaj ilişkisini temsil ederken, diğer yandan bir dünya politikası unsuru olarak, sosyalizme karşı oluşturulan metropol ülkeleri politika stratejisinin de bir aracı oldu.
Bu tür patronaj kalıpları, eskinin aile, hemşehri ve klasik oy avcılığı patronajı kalıplarının ötesinde yeni bir model getirdi. Bu defa, hemşehri ve işadamı ögeleri yanısıra, tarikatlar da patronaj sisteminin bir ögesi olarak belirdiler.
Aynı dönemde, yani 1980'lerde dünya ve Türkiye hızla değişti. 1989'da soğuk savaş batı metropollerinin zaferi ile sonuçlandı. Berlin Duvarı yıkıldı. Sovyet Devrimi başarısızlıkla sonuçlandı. Dünya pür monetarist iktisadi doktrinin etkisinde kaldı. Özalizm felsefesi bu konjonktürün Türkiye'deki temsilcisi ve uygulayıcısı oldu. Bu dönemde kentleşmiş kitleler giderek para manipülasyonu ile daha fazla haşır neşir oldular. Yeni sosyal formasyonun üst katmanlarının para harcama kalıpları, kent içerisinde yeni tür para harcama ve gösterişçi tüketim kalıpları doğurdu. Türk metropollerinin yeni üst tabakasını oluşturan kesim, sosyal plandaki ifadesini oluşan zengin ortamın modern ve seküler, rekreasyonel v.b. tüketim kalıplarını tüketmeleri sosyal aşamalarının bir tescili olarak gerekli hale geldi. Bu tür harcamaları yapabilmek ise 1980'lerin Türkiye'sinin 'krema' tabakasına erişmiş kişilerin iş organizasyonu içerisinde kendi işlerinin patronu ya da büyük sermaye gruplarının yöneticisi olmaları koşulunu gerekli kıldı.
Dolayısı ile 1980'lerin Türk Metropollerinde toplum içinde başarı sağlayan grupları iki değişik kategori altında sınıflamak gerekmektedir. Birinci kategoride batı metropollerine bağlı olup, seküler değer sistemine bağlı olan unsurlar yer almaktadır. Ikinci grupta ise 1970 sonrasının soğuk savaş mantığı içerisinde 3. Dünya ülkelerinde oluşturulan tutucu akımları temsil eden ve fakat esas olarak son tahlilde yine metropol ülkelerin soğuk savaş stratejileri paralelinde üstyapısal söylem geliştiren gruplar yer almaktadır. Bu grupların sosyal pratik içerisindeki temel ayırdedici kıstaslarından en anlamlı olanı kadınlar ile ilgili tutumlarıdır.
Siyasal İslam'da kadının, iş organizasyonunda bir standarda oturması üzerinde bilinçli olarak durulmamaktadır. Klasik modernleşmede kadının sosyal açıdan anlamlı bir hayat seviyesine, iş organizasyonunda belirli bir noktaya ulaşması söz konusudur. Oysa, siyasal İslam'da durum farklıdır. Kadının sadece ev içindeki lüksüne ağırlık verilmektedir.
Kentlerde siyasal Islamın gelişmesini destekleyen bir başka unsur enformel sektörün varlığı olmuştur. Enformel sektör aile ölçeğinde üretimi gündeme getirdiği için baba otoritesini mümkün kılar. Bu kalıp, tutucu akımların gelişmesini destekleyici bir rol oynar. Ancak, aile çözülürken, baba otoritesi de azalmaktadır. Çünkü ev içindeki üretim ve tüketim düzeninde -orta sınıflaşma sürecinde- baba, artık eskisi gibi hakim değildir. Bu, ister istemez, daha seküler bir gelişmeye yol açmaktadır. Aynı şekilde sanayi banliyölerinin kentle birleşmeleri, ev içindeki insanların ev dışı faaliyetlere yönelmeleri, baba otoritesinin azalmasına ve ailenin başka düzeyde örgütlenmesine yol açan faktörlerdir.
Örneğin en tutucu partilerde bile başını bağlayarak politika yapan kadınların seçtikleri yolun aslında, kapalı ev ve aile dünyasını delmeye yönelik bir 'tampon mekanizma' olduğu söylenebilir. Yine tarikatlar içerisinde üretilen güç dengeleri yakından incelendiğinde, tarikat liderlerinin kız evlatlarının, damat yolu ile kontrol ve liderliklerini sürdürdükleri görülmektedir.
Kent içindeki alt yapılanmaların bir diğer bölümünü oluşturan etnik kimlikli gruplaşmalar, bir yandan enformatik devrim ve iletişim alanındaki gelişmelerin uluslarüstü boyuta ulaşması, aynı biçimde geleneksel kategoride, dinsel akımların da uluslarüstü nitelik kazanmalarından ötürü, her ne kadar bazı uluslarası jeopolitik desteklere sahip iseler de, ancak bu diğer iki unsurun etki alanlarının çizdikleri sınırlar dışında başarı olanağına sahiptirler. Dinsel-geleneksel ve modern-seküler akımların enformatik devrim ortamında edinebildikleri yeni tür kentsel ortak ifade paydaları giderek kentsel-uluslararası ortamlarda daha fazla etkili olmaktadır. Dolayısı ile etnik oluşumların kent içindeki örgütlenmeri ancak jeopolitik koşullara bağlı olarak var olabilecek, ama yukarıda sıralanan unsurlarla da kısıtlı kalacaktır.
Sonuç olarak, bir şehrin gelişmesini farklılaşma, uzmanlaşma ve örgütleşme boyutları içerisinde incelemek gerekir. modernleşen metropol içerisinde, bir yandan yukarıda değinilen tutucu akımlar ve bunların kent içinde örgütlenmeleri, öte yandan ulaslararası sermayenin ve bu sermayenin metropoller üzerindeki etkisinin küreselleşmesinden ötürü gelişen ticari ve sınai grupların orta katmanları etkileyebilme güçleri, gelişen yeni toplumsal muhalefet biçimlerinin oluşturacakları söylemlerin bulabilecekleri destekler, yeni ve değişen kentin parametrelerini oluşturacaktır.
11 Kasım 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)